Hayatımızdaki en önemli şey hayat yolumuz ve hayata karşı oluşturduğumuz duygu ve düşüncelerdir;
Bunu da inançlar ve hayat yolu olan dinler sağlar. Okumamızın asıl gayesi hayat yolumuzu bulmaktır.
12-EFENDİMİZ HZ.MUHAMMED (sav) ‘E ATILAN İFTİRALAR;
Bu makale Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallallahualeyhivesellem)’e atılan iftiralara cevap mahiyetindedir, aynı zamanda verilen bilgi ve belgeler; Allah’ın varlığının ve Efendimizin(s.a.v.) nebiliğinin delilleridir. Atılan en büyük iftira Kuran ı ve İslam ı Efendimizin uydurduğudur, şimdi bu iddiayı konusu bir daha açılmayacak şekilde çürüteceğiz ;
1-Peygamberimizin Kuran’ı yazmaya ya da (haşa) İslam’ı uydurmaya ne ihtiyacı vardı?;
Efendimize peygamberlik 40 yaşındayken gelmiştir. 40 yaşından sonra gençlik hevesatı ve heyecanından geçmiş, dünyadan elini eteğini çekme rahlesine gelmiş bir adam neden böyle bir maceraya kalkışsın? Neye güvenerek kendini ölümlerin tam ortasına atsın?
Araştırmalara göre 40 yaşından sonra insanların dünyalık beklentisi kalmamaktadır, oldukları gibi, hayatlarında değişiklik yapmadan yaşamaya devam etmektedirler. Orta yaşa gelen insanlar, fiziksel olarak zayıflamış hale gelmişlerdir. Bu dönemde bedensel değişikliklerle paralel psikolojik değişikliklerde meydana gelir. Orta yaşa ulaşan bir insan kendisini ve ailesini bir düzene oturtmaya çalışır, kendini kişisel rayları oturtmaya adar, toplumsal bir girişimde bulunmaz ya da en fazla bu yaştan sonra ölüm yaklaştığı için dünya zevklerine biraz ilgi gösterebilir, bu zevklere karşı girişimde bulunabilir. Yeni bir şey yapmaya karşı isteksiz davranırlar. 40 yaşına gelmiş bir insanın fikirleri, dünya görüşü bakış açısı kolay kolay değiştirilemez.
2-Peygamberimiz bu işten dünyalık hiçbir şey elde etmedi,
Efendimiz eğer bir şeyler elde etmek uğruna bu işe kalkışmışsa ne elde etmiştir?
Şöhret elde etmedi; resmini, heykelini yaptırtmadı, kabrini put haneye çevirmemeleri için insanları tembihledi. “Ben sadece bir beşerim önünde eğilecek yalnızca Allah’tır” dedi. Kendisinin sadece Allah’ın söylediği davranışları yaptığı için örnek alınmasını istedi, nitekim salavat çekilmesindeki amaç Efendimizi anmak, bu sayede örnek almamız gereken hareketleri hatırlamak onun gibi olmaya çalışmaktır. Eğer şöhret peşinde olsaydı, her zorluğu aşan, mucizeler gösteren, geleceği bilen böyle bir adamın bugüne kadar görülmemiş bir sihirbaz (haşa) olması lazım ki o zaman yaptıklarını neden kendine mal etmedi de Allah’a mal etti? Kendi nefsini, şöhretini yükseltip gene kendine ait bir felsefe ilkeleri ortaya koyup, yüzyıllar boyunca insanları etkileyebilirdi,(Marks, Lenin, Darwin , M. Kemal, Buda vs. gibi) ama tüm bunları Allah’a mal etti, Allah sayesinde var olduğunu belirtti.
Hadis-i şerif: “Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için “Allah’ın kulu ve elçisi” deyin.” [Buhârî, Enbiya 44, Teysir bu hadisi Müslim’de rivayet ettiğine işaret eder. Ancak rivayet Müslim’de mevcut değildir.)]
Biz Müslümanlar şahadet getirirken; “Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” deriz.
Hadis-i şerif: “Hz. Muâz Şam’dan dönünce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a secde etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm hayretle: “Ey Muaz! Bu da ne?” dedi. O açıkladı: “Şam’a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım. İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti.” Aleyhissalâtu vesselâm, bunun üzerine: “Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah’tan başkasına secde etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim…”
Mal mülk elde etmedi: Hiçbir şeyi yoktu, kafirlerin teklif ettiği bütün malı mülkü reddetti, kazandığı ganimetten aldığı 5 te 1 payı devlet namına kullandı vergi müessesesini kurdu ve kendisinin sahip olduğu her şeyi fakire fukaraya dağıttı, sırtındaki hediye gömleği bile isteyene verdi, İslam’ın en güçlü olduğu, süper güç devletlere söz geçirdiği dönemlerinde hasırda uyuduğu için kendisine üzülen Hz. Ömer’e ; “Dünya onların olsun biz ahireti kazanalım” dedi. Ne altını, ne bağı bahçesi vardı, doğru düzgün elbisesi bile yoktu Efendimizin, çünkü o kendisini gelip geçici olan dünyaya değil ebedi olan ahirete adamıştı.
Kalem-46 – Yoksa sen onlardan bu risalet hizmetinden ötürü bir ücret istiyorsun da onlar cereme ödemekten ezilmişler mi?
Hadis-i şerifler: Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedi ve yemekten çıkınca: “Elhamdülillah, şu şu vakitten beri mideme sıcak bir yemek girmemişti” buyurdu.”
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “ÂI-i Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’ın, bazen bir ay geçer, hücrelerinin hiçbirinde ateş yanmazdı. Hz. Aişe’nin ravisi Ebu Seleme der ki: “Ben Aişe (radıyallahu anhâ)’dan sordum:”Öyleyse bu esnada ne yerlerdi?” Şu cevabı verdi: “İki siyah: Hurma ve su! Ancak, Ensardan komşularınız vardı. Onlar sadâkatli komşulardı. Onların sağmal hayvanları vardı. Bunlar hayvanlarının sütünden (Aleyhissalâtu vesselâm)’a gönderirlerdi. (O, bize de içirirdi)” dedi.
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yün (elbise)giydi, yamalı papuç giydi.” Enes şunu da ilave etti: “Resûlullah (aleyhissalâtuvesselâm) beşi’ yemeği yedi ve sert elbise giydi.” (Enes’in râvisi) Hasen’e soruldu: “Beşi dediğin yemek nedir?” O şu cevabı verdi: “Arpanın iri öğütülmüşüdür, ağızdaki lokmayı kişi, ancak bir yudum su ile yutabilirdi.”
Kendi adına güç elde edip bunu intikam ya da üstünlük çabası olarak kullanmamıştır. Efendimizin amacı ilk nebilik geldiğinde de, müşrikler tarafından dövülürken, hakaretlere baskılara uğrarken de aynıydı, İslam tüm Arabistan’a yayılıp Efendimiz her dediği yapılan biri haline geldiğinde de aynıydı. Onun amacı İslam denilen güzel yaşam formunu insanlara ulaştırabilmekti. Peygamberimizin kullanma imkanı olan güç ne miktarda olursa olsun o hiçbir zaman bu gücü kendi adına kişisel menfaatleri adına kullanmamıştır. Nitekim ona karşı her türlü pisliği, kötülüğü işlemiş olanları İslam büyük güç haline gelip Mekke’yi fethedince affetmiş, onlara dokunmamıştır, ona zamanında kötülük yapmış kafirlerde ondaki bu iyiliği görünce Müslüman olmuşlardır. En sevdiği amcası Hz. Hamza’yı öldüren Hz. Vahşi Müslüman olunca ona sadece “Namazda uzağımda ol seni görünce amcamı hatırlıyorum üzülüyorum” demiştir.
Uhud’da dişlerini kemiklerini kıranları,üstüne namazda işkembe koyanları,kendisini taşlayan Taiflileri de affetmiştir,bizzat liderken kendisini hırpalayıp sırtındaki kazağı isteyen bedeviyi de affetmiştir, kısacası o kendi şahsına yapılan her şeyi affetmiştir. Neticede İslam Efendimizin kötülüğe karşı iyilik metoduyla yayılmıştır, insanlar ondaki bu iyiliğe merhamete aşık olmuşlar, onun gönüllere inşirah veren sevgi atmosferine bağlanmışlardır.
Ali İmran -159- “…Onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi…
Tevbe- 128-“Ant olsun ki size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir O, size çok düşkün; müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir”
Kadın elde etmedi: 25 yaşına kadar hiç evlenmedi ve kimse onun hayasız bir durumunu görmedi, 25 yaşına geldiğinde 40 yaşında zengin ve daha önce iki defa evlenmiş olan Hz. Hatice ile evlendi. Bu evliliği 23 yıl sürdü. Efendimize nebilik geldiğinde Hz. Hatice hemen Müslüman oldu ve bütün malını İslam’ı tebliğ yolunda harcadılar. Bu sırada müşrikler Efendimize gelip “kadın istiyorsan sana en güzel kadınları verelim, mal istiyorsan mal verelim” dediler, peygamberimiz onlara karşı: “güneşi sol ayı sağ elime koysanız gene de davamdan vazgeçmem” dedi. Efendimiz 48 yaşına geldiğinde, Hz. Hatice 63 yaşında vefat etti. Efendimiz 5 yıl daha evlenmedi ve 53 yaşında Hz. Aişe ile evlendi. Şunu belirtmekte fayda var; Arabistan gibi sıcak bir iklimde insanların biyolojik hızı fazla olduğu için çabuk büluğa erer ve çabuk yaşlanırlar. Örneğin sıcak ülkelerde ergenlik yaşı 16 iken orta iklim Türkiye de bu yaş 18, İzlanda gibi soğuk bir ülkede 21 yaşına çıkmaktadır. Gene bu sıcak iklimden dolayı insanların cinsel ihtiyaçları çok daha şiddetlidir. Tüm bunlara rağmen efendimiz 25 yaşına kadar hiç ilişkiye girmemiş, sonra o iklimde 40 yaşında yani gayet yaşlı bir kadınla 23 yıl evli kalmıştır. O iklimde 53 yaşında gayet yaşlanmış, kalkarken yardım alacak bir vaziyette iken davası adına yaptığı diğer evlilikleri nefsinden dolayı yaptığını söylemek gayet mantıksız olur. Sırf nefsi adına en güzel kadınlarla evlenebilirdi, dinen bir sakıncası da yoktu, kimse de bir şey diyemezdi. Paygamberimizin 53 yaşından sonraki evlilikleri nefsi amaçlı genç ve güzel kadınlarla olmamıştı. Hz. Aişe haricindeki bu evlilikleri; kocası savaşlarda şehit olmuş çocuklarıyla perişan halde ortada kalmış kadınlar ve büyük Arap aşiretlerinin prestijli kadınları ile olmuştur. Bu sayede akraba olduğu aşiretler İslam’ı seçmişlerdir. Bu sayede ümmetin yarısını teşkil eden kadınlara, efendimizin eşleri hocalık yapmış eğitmişlerdir.
Hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul.
Hz.Safiyye ile evlilik, Hayber Yahudileri ile sıla-i rahm’a vesile olmuş. Cüveyriye ile evlilik Benî Müstalik’ten yedi yüz kadar harp esirinin bedava azadlıklarını sağlamıştır. Mekkelilerin lideri Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe ile evlilik, Ebu Süfyan’ın bozulan Hudeybiye Sulhü’nü yenileyebilmek için, kızını bahane ederek Medine’ye gelmesine, Hz. Peygamber’in hane-i saadetlerine kadar girmesine yol açmış, bu durum onun hasmane duygularını törpülemiştir. Diğer evliliklerinin her birinde tıpkı neşr-i din gibi siyasî bir yönün dahi varlığı inkar edilemez.
Efendimiz (s.a.v.)’in hayatında başka birçok kadınların da ismi geçer. İbnu Sa’d Tabakat’ında bunları iki grupta sunar: 1- Hz. Peygamber’in nikahladığı halde zifaf yapmadıkları (ilişkiye girmedikleri). el-Kilabiyye, Esma Bintu Nu’man, Kuteyle Bintu Kays, Müleyke Bintu Ka’b, Bintu Cündeb, Sena Bintu’s-Salt. 2- Hz. Peygamber’in evlenme teklifinde bulunduğu halde nikahlanmadıkları kadınlar: Leyla Bintu’l-Hatim, Ümmü Hâni Bintu Ebi Talib, Zubâ’a Bintu Amir, Safiyye Bintu Beşame, Ümmü Şerik Bintu Cabir, Havle Bintu Hakim, Ümâme Bintu Hamza, Havle Bintu’l-Huzeylî, Şerraf Bintu Halife.
11 kadınla evli olması sırasında kendini evine ailesine adamamış, liderliğine devam etmiş, davası uğruna ölene kadar koşmuştur. kendisine farz olan (uyuyup gece uyanarak kılması gereken) gece namazlarını bile hiçbir zaman aksatmamış, eşi Hz. Aişe’ye: “İzin verirsen gece ibadet ederek vakit geçirmek istiyorum” diyerek hiçbir zaman nefsi adına hayatını sürdürmemiştir. Neticede Efendimiz elindeki gücü sadece İslam’ın yayılması için kullanmış, bu güç ile kişisel bir çıkar elde etmemiştir.
3-Yalan olsaydı hiç bunlar olur muydu?
Yalan olsaydı elbet bir gün her yalan gibi bu da anlaşılırdı, Efendimizin eğer (haşa) Allah’ın dinini tebliğini insanlara ulaştırmaktan başka bir amacı olsaydı ya da ömründe bir tane bile yanlış yapmış olsaydı, bu durum sızar ve gerçekler ortaya elbet çıkardı ama O (s.a.v.) doğruluğundan ve davasından hiçbir zaman taviz vermedi, hep aynı doğru yol (sıratı müstakim) üzerinde oldu.
Yalan olsaydı bir ömür boyu böyle zor şartlar gerektiren bir yalan devam edebilir miydi? Bir ömür boyu 5 vakit namaz (Efendimiz için gece namazı da farzdı), yapılan onca ibadetler, çektiği onca sıkıntı, eziyet, işkence, aşağılama tehdit, hakaret, korkutma, saldırı, kendisine karşı girişilen onca suikast, kendisinden sayıca güç bakımından kat kat fazla kafirlerle yapılan onca savaş, neredeyse hiç dünya malına sahip olmadan tamamen bir fakir, garip hayatı yaşaması, gayri meşru hiçbir zevke itimad etmemesi… Neticede çekilen onca eza cefa bir yalan uğruna katlanmaya değer miydi? Tüm bunlar bir yalan uğruna yapılabilir miydi? Efendimiz (haşa) yalan söylüyor ise böyle zor bir yalan ne kadar devam edebilirdi?
Yalan olsaydı bu din nasıl milyonlarca insanı kendine bağlayabilirdi? Bu dava yalan olsaydı ilk Müslümanlar nasıl böylesine büyük ceht gayret ve dayanıklılık sergileyerek bu dine işkencelere rağmen sahip çıkar ve tüm dünyaya ulaştırabilirdi? Yalansa nasıl ortaya çıkmadı nasıl insanları bu derece güçlü etkiledi, nasıl dünyaya yayıldı? Bu din yalan olsaydı nasıl ölüm cenderesinde Efendimiz görevini yıldırılmadan öldürülmeden tamamlayabilir, maddi hiçbir güçleri yokken Müslümanlar nasıl her zorluğu aşıp her savaşı kazanabilirlerdi?
Peygamberimize inanan ilk insanlarda (haşa) salak değillerdi. Bugün Efendimize atılan aynı iftiralar daha ağır şekilde o dönemde de atılıyordu; işte ispatı…
Duhan-13-14 – Onlar nerede, iman nerede! Onlar ibret alan, hisse kapan insanlar değil. Böyle olmadıkları için, gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: “Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş divanenin biri!” dediler.
Ankebut-48 – Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi. 49 – (Şüpheye en ufak yer yok) O, kendilerine ilim nasib edilenlerin kalplerini aydınlatan parlak âyetlerdir.
Enbiya-5 –“Hayır!” dediler, “bu adğâsu ahlam: karışık karışık rüyalar.” “Yok yok, böyle değil, anlaşılan onu kendisi uydurmuş!” “Hayır! bu da değil, galiba o bir şair!”, “Öyleyse önceki peygamberlere verilen mûcizeler kabilinden istediğimiz mûcizeyi bize göstersin!”
İsra-48 – Bak Resulüm, seni nelere kıyas ettiler (gâh şair, gâh büyücü, gâh kâhin, gâh mecnûn dediler) de nasıl dalâlete düştüler? Hem öyle sersemleştiler ki artık yol bulacak halleri kalmadı.
Eğer atılan iftira teorisindeki gibi İslam önce Yahudiler tarafından kurulmuş sonra kontrolden çıkmış olsaydı;
İki ihtimal var; 1. Yahudiler kendilerine düşman, başlarına büyük bela olacak kitle oluşturdular. Çünkü Kuran’a göre Müslümanlar’ın en büyük düşmanı Yahudiler’dir. Müslümanlarla Yahudiler arasında danışıklı dövüşte yoktu. Yahudilerle de müşrikler gibi büyük savaşlar yaşanıyor, hakimiyet altına alınıyor, cizye alınıyordu.
Böyle bir teori gerçek olamaz çünkü Kuran: “Size en yakın grup Hıristiyanlardır, onlardan size düşman olmayanlara iyi davranın yakınlaşın ittifak kurun” derken, Yahudiler hakkında; “Onlar pek az inanırlar, sizin en büyük düşmanlarınızdır.” Denmektedir. Aklı başında hiçbir grup özellikle Yahudiler; kendilerine düşman olan tüm insanların tek çatı altında birleşip kendileriyle savaşmasını istemez. Bu düpedüz aptallıktır. Zaten Yahudilerin siyasi amaçlı kurduğu gruplara, terör örgütlerine baktığınızda; ya kurulan bu grupların Yahudiler aleyhinde bir icraatları yoktur, başka hedef ve icraatlere yönelik kurulmuşlardır ya da Yahudilere düşman bir grup olsa dahi Yahudilere düşman olan bir grubu bölmek/yönetmek için kurulmuştur. Filistinlilerin Hamas ve El-Fetih seklinde bölünmesi gibi. Siyasi koz olarak kullanmak amaçlı kurulan antisemitist grupları istisna olarak tutuyorum.(bu konuyu 2.kitapta inceleyeceğiz) 2. İhtimal ise: Yahudiler düşmanlarını yıpratmak amacıyla kendi kontrollerinde İslam adında bir grup kurmaya kalktılar, gruba çok gizli şekilde her türlü parasal gücü ve yazısal veriyi sağladılar. Fakat grup kontrollerinden çıktı. Grup lideri de (haşa) Peygamberimiz güzel bir taktikle gücünü Yahudilere çevirip kendini kuran ana grubu ortadan kaldırarak en büyük grup olmaya çalıştı ve oldu. Bu ihtimal de akıl dışıdır. Çünkü; eğer böyle olsaydı grup (yani İslam) kontrollerinden çıktığında Yahudilerden biri çıkıp diyecekti ki; “Bu grubu biz kurduk, bakın desteği de böyle sağladık, buradan sağladık, böyle yardım ettik şöyle yaptık, şu planları şu şekilde şu adamlarla gerçekleştirdik” diyeceklerdi ve her yalanın erkenden ortaya çıkıp bir şekilde öğrenildiği gibi. Bu yalanda 1400 yıl geçmeden hatta 14 ay geçmeden öğrenilecek, insanlar bu yalanı görünce Müslüman olmayacak, en iyi ihtimalle Müslümanlık; Yahudilerin nifak sokmak için kurduğu ufak tarikatlar gibi kalacak büyüyüp gelişemeyecekti. Fakat hiçbir Yahudi kafa karıştırmak için bile böyle bir iddiada bulunmamıştır/bulunamamıştır. Çünkü İslam ilk kurulduğunda parasal güçle, rüşvet verilerek, yazılı kaynaklar yardımıyla kurulduğu bahis mevzu olamaz. İlk Müslümanlar bellidir, onları çevresindeki herkes tanır. Bir elin parmağını geçmez. Para teklif etmişler kabul etmemişlerdir, efendimize daha ilk başta istediği mali mülkü vermeye razıydılar fakat o kabul etmedi. Aksine işkenceleri göze aldı, yolundan dönmedi. Bir diğeri; ilk ayetten son ayet gelen dek 23 yıl geçmişti. ilk yıldan 23. yıla kadar ayetleri kayda alan kişiler ve Efendimiz herkesin gözü önünde olan kimselerdi ve ayetlerin tabiri caizse kalitesi ilk yıldan son yıla kadar aynıydı. Bir diğeri o dönemde yaşayan Yahudilerde herkes tarafından tanınıyordu (eski insanlar bizim gibi birbirlerini internetlerde görmüyordu. Teknoloji olmadığından herkes iç içeydi birbirini tanıyordu.) ve Yahudiler o zamanlar şimdiki gibi psikolojik harekatlarda başarılı değillerdi. Başarılı olsalardı dünya kendilerine düşman olan Hıristiyan ve Müslüman devletlerle dolu olmazdı. Bugünkü gibi halkı dindar olsa da pasifize edilmiş, Yahudilerin ekmeğine yağ süren dinsiz ülkelerden oluşan dünya olurdu, yani Yahudilerin Efendimize bilgi, para ve insan desteği vermesi teorisi tutarlı değil. Böyle bir şeyin ispatı sadece söylemden ibaret olmamalı. “ama ayetler aynı” diyorsanız zaten kuranın eski hak din olan tevrat ve incilin hatalarını düzeltmek için gönderildiği konusuna bakınız.
Eğer atılan iftiralar gibi; Efendimiz (haşa) şehvetinden dolayı evlenmiş olsa, egosundan dolayı yaptırımlar getirse, kılıç zoruyla baskıyla İslam’ı yaymaya çalışsa, önceki hayatında sihirbazlarla, alimlerle, Yahudilerle, kitapla, şiirle vs. ilişkisi olsa ya da İslam’dan sonraki Allah’ın emriyle getirdiği iyi emirleri önceki hayatında yapmıyor olsa, önceki hayatında ahlaksız biri olsa, elbette ki o ilk insanlarda “sen böyle böylesin” diyecekler peygamberimize inanmayacaklardı. Yani bize bugün anlatılan hadisler, Efendimiz ile ilgili olaylar, bilgiler yalan olsaydı, o gün o insanlarda bunun farkına varacak, bir tanesi bile gerçeği, peygamberimizin bir hatasını görse herkes öğrenecek ve neticede İslam o ilk insanlar arasında da yayılamayacaktı. Nitekim bugün atılan aynı iftiralar daha şiddetli şekilde o dönemde de atılmıştı ama elbette hak karşısında batıl yok oldu, Allah(c.c.) memuruna, nebisine yardım etti ve bütün zorluklar bütün iftiralar aşıldı. Akıl mantık var biraz düşünün. Ne kadarda az düşünüyorsunuz?
Tövbe-40 – Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder. Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı. Allah’ın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Allah yardım ediyordu da neden Efendimiz zorluklar çekti?
İlahi koruma vardı da Efendimiz (sav)neden yüzünden yara aldı dişi kırıldı niye savaşlarda zırh miğfer giydi hasta oldu… Çünkü korunmanın garantisi öldürülmeye ve İslam’ı yaymak için gelecek engellere yok edici kötülüklere karşıdır. Efendimiz insanlara örnek olması için gönderilmişti. Örnek olmak için, Allah’ın sevdiği insan ve davranış modelini insanlığa göstermek için, Allah’ın emrettiği tüm fiili işlemleri yapmış, sebepler dairesi ve imtihan sırrı çerçevesinde gereken nedenleri yerine getirmiştir ama tüm bunlar risalet işinin hedefine ulaşması için bazen yetersiz kalmış, Allah’ın bir noktadan sonra yardımı gerekli olmuştur.
Örnek yaşamın sergilenebilmesi için sebepler planında hareket etmek, zorluklarla mücadele etmek, imtihanları aşmak şarttır. Aksi taktirde bize örnek alacak bir model oluşmaz, efsaneden ibaret bir olay olurdu sadece. Zaten sebepler dairesinde yapılacak işlerin bilgisi de Allah’tan gelmiştir, Onun emridir. Örneğin karşı taraf hakkında bir takım bilgileri Efendimiz onların aralarına casus sokarak almıştır, ama gene pek çok bilgiyi, gücü kendi fiili işlemlerinin yetmediği yerde Allah’tan almıştır. Savaş hazırlıkları yapmış, elinden gelen gücü toplamış, zırhını giymiş ama 300 kişiyle savaşı kazanması Allah’ın yardımıyla olmuştur. Yani bir kısım kimselerin dediği gibi Efendimizin başarıları ne sadece Allah’ın yardımlarıyla ne de sadece Efendimizin aklı, zekası ve siyasetiyledir. Önce tedbirini al, elinden geleni yap, sonra işin geri kalanını Allah’a bırak, Allah’a tevekkül et prensibiyledir. İmtihan dünyasının işleyişi bu şekildedir.
Neden peygamberimiz kendisine biat edilmesini isminin anılmasını istemiştir?
Efendimizin isminin okunması (haşa) egosundan değil, ona biat ve elçi olduğu için itaat etmeden, Onu örnek almadan Müslüman olunamayacağındandır. Her egoistin yaptığı gibi resmini, heykelini yaptırmamıştır, en zelil insanlara karşı bile büyüklenmemiştir.
Neden Kuran’da efendimizin çıkarına ayetler vardır?
Efendimizin hiçbir dünyalık çıkar elde etmediğini yukarıda açıkladık, Kuran’da yer alan Efendimizin lehine sözler ve emirler İslam’ın yayılması müminlerin iyiliği içindir. Güya Efendimizin hakkını ve haklılığını savunan ayetler Kuran’ı (haşa) Efendimizin uydurduğuna işaretmiş. Her yönetim, memurunun hakkını halktan talep eder, memurunu korur, ona yönetim namına, işlerin yürümesi namına itaat edilmesini ister. Çünkü o memur orada yönetimin elidir ağzıdır, yaptığını kendi zevki kendi istekleri çıkarı için yapmaz, orada kendi isteğinden dolayı bulunmaz, idare istediği için oradadır ve idarenin işini yapar. Efendimizde Allah’ın memurudur ve Allah hem işin yapılması hem de inananlara kendi faydaları için o memura itaat edilmesini emretmiştir.
Nisa-80 –Kim resûlullaha itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim itaattan yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi göndermedik ki!
Haşir-7- …Peygamber size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz…
Nisa-115 –Her kim de, hidâyet yolu kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullaha muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, Biz onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat âhirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!
Bu ayetlerde yönetime ve memurunun kurallarına uyulması istenmiş ve uymamanın cezası bildirilmiş.
Tövbe-61 –Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!”İşte böylesi bir Allah Resulünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.
Yönetimin memuruna yapılan saldırı iktidara yapılmış gibidir, bu saldırıyı yapanlar cezalandırılacaktır.
Ahzab-36 –Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.
Tüm toplumlarda yönetim şu şekilde işler; lider, toplumun önde gelenleri ile istişare eder fakat son kararı lider verir, zaten liderin varlık nedeni son kararı vermektir. Son karara yani lidere uymamak toplumun bütünlüğünü ve işleyişini zedeler. Efendimiz çoğu işini (örneğin savaşı nasıl yapacaklarını vs.) istişareyle danışarak karar vermekteydi ama bir konu hakkında istişare sonucunda efendimiz bir karar verdiğinde ya da Allah tarafından kesin hüküm verilmişse (örneğin içkinin yasaklanması) görevli memurun dediği yapılır.
Hucurat-2 –Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir.
Ahzab-53 –Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz. Fakat dâvet edildiğinizde girin. Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın.Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu.Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez…
Efendimiz (s.a.v.) kendi nefsi için değil Allah’ın verdiği görev icabı insanları davet etmekte İslam’ı tebliğ etmekteydi. Bu ayet protokol terbiyesini bildirmiştir. Daha önce ahlâkın “a” sını duymayan uygulamayan bir kavme protokol ahlakı öğretilmiştir. Allah, görevlendirdiği memura çok doğal olarak saygı gösterilmesini istemiş ve kişisel haklarını özel hayatını korumuştur.
İsyankar topluluğa padişah memurunu gönderir ve itaat etmelerini ister, etmezlerse imha eder;
Müzemmil- 16 – Firavun o elçiye isyan etti. Biz de onu şiddetle cezaya çarptırdık.
Hadid-10 –Rab’lerinin elçisine isyan ettiler, Allah da onları şiddetle cezaya çarptırdı.
Efendimiz (s.a.v.) haşa kendi menfaatine ayet çıkarıyorsa zaten içinde bulunduğu görev başlı başına zorluklardan zarardan ibaretti. Menfaatçi olan bir insan dünyanın hiçbir menfaatine aldırış etmedi de kendine dünyalık hiçbir kazancı olmayan bir dava (İslam davası) için sözünün dinlenmesini istemesi mi menfaatçilik oldu?
Neden peygamberimiz çok kadınla evlenmiştir?
Bu konuyu yukarıda açıkladık.
Neden peygamberimiz köleliği kaldırmadı?
Konuyu daha önce açıkladık. Bakınız; kölelik konusu
Neden peygamberimiz, evlatlığının eşiyle evlenmiştir?
İftiraya bakın ki Efendimiz Zeynep’ten hoşlandığı için, evlatlığı Zeyd ile boşanmasını sağlayıp Zeynep’le evlenmiştir. Bu iftirada gene bilgisizlikten ya da art niyetten doğan bir iftiradır. Zeynep zaten Efendimizin halasının kızıdır ve Zeynep’i efendimize nikahlamak istemelerine rağmen efendimiz Zeynep’in, evlatlığı Zeyd ile evlenmesini istemiştir. Eğer peygamberimiz Zeynep i seviyor olsaydı neden kendisi çok rahat evlenme imkanına sahip olmasına rağmen onu Zeyd ile evlendirmiş ve Zeyd’den boşandıktan sonra onunla evlenmiştir. Tabi ki bir cahiliye adetini daha yıkmak için;
Ahzab-37- “…Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir.”
Allah’ın ve Peygamberimizin ihsanlarına nail olan şahıs, Zeyd ibn Harise (r.a)’dır. İslamiyetten önce çocuk iken esir düşüp köle olarak satılan Zeyd’i Hz. Hatice (r.a) almış, daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) ile evlendiği zaman ona hediye etmişti. Daha sonra onu bulan ailesi fidye vererek geri almak istedi. Peygamberimiz, isterse fidyesiz olarak ailesine gitmesi hususunda onu serbest bıraktı. O ayrılmak istemeyince Hz. Muhammed (a.s.m.) onu evlat olarak ilan etti.
Zeyd, Hz. Peygamberin halasının kızı Zeyneb ile evlendi. Bu evliliğe efendimiz vesile oldu. Fakat Zeyneb, köle asıllı olan Zeyd’i kendisine denk saymadığından, işin başından beri onunla uyum sağlayamadı. Sonunda Zeyd Hz. Peygambere gelip evliliğe son vermek istediğini söyledi. Durumu izleyen Hz. Peygamber (a.s.m) bu neticeyi yerinde bulmakla beraber Zeyd’in yüzüne karşı söylemek de istemedi. “Eşini yanında tut!” diye asıl temennisini dile getirdi.
Zeyd boşayıp iddetini doldurunca Zeyneb serbest kaldı. Peygamberimiz çekinmesine rağmen, Allah onunla evlenmesini emretti. Böylece evlatlık kurumunu ilga işinde Hz. Peygamber, kendi nefsinden örnek vermek imtihanı ile karşı karşıya kaldı. Hz. Peygamberin, bir gün Zeyneb’in güzelliğinin farkına varması neticesinde Zeyd’in onu boşadığı zannını uyandıran ve nakil yönünden de sahih olmayan rivayetin, muhtevası da makul değildir. Zira halası kızı olarak öteden beri tanıyıp, evlenmelerinde de tam bir aracılık yapan Hz. Peygamber’in onu yeni fark ettiği iddiasını doğru bulmak mümkün değildir.
DELİLLER;
Neden peygamber gönderildi?
Aliimran-164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.
Beyine- 1 – Gerek Ehl-i kitaptan, gerek müşriklerden olan kâfirler, kendilerine o açık ve kesin delil gelmedikçe, inkârlarından ayrılacak değillerdi.2-3 – O kesin delil de: İçinde hak, hikmet ve adaletin ifadesi olan yazılar ihtiva eden tertemiz sayfaları okuyan, ve Allah tarafından gönderilen bir Resuldür.
Kafirler; Hz. Muhammet bu dünyada iyi ne yapmış ki diye soruyorlar, bu iftira ve yalanlar da tüm yanlış yargılar gibi bilgisizlik ya da art niyetin sonucudur.
Efendimizin hayatı ortada, onu takip eden örnek alan hayatlar ortadadır. Bugün kuranın emirlerine baktığımızda sadece doğruluk, iyilik, hak, adalet görürüz; işte Efendimizde Kuran’ın bu emirlerinden başka bir şeye tabi değildi.(bakınız: kafir-mümin farkı) Nitekim Efendimiz zaten inananlara örnek olması için seçilmiş olan en iyi insan modelidir. Allah(c.c.) melek peygamber göndermemiştir, çünkü melek peygamber gönderilseydi herkes Müslüman olurdu, imtihan olmazdı. İkincisi insanlar için melek, bir model olamazdı, çünkü meleğin yaptığı şeyleri insanlar yapamazdı. Neticede Allah (c.c.) örnek bir insan göndermiş ve insanlar o örneğin her davranışını uygulayabilmişlerdir. Sonuç itibariyle Efendimiz; aile reisliğinden devlet liderliğine, fakir ve aciz insanlardan zengin ve güçlü insanlara kadar bu insanların yapacağı büyük küçük her türlü davranışta onlara örnek olmuştur. O bir modeldir, eskimeyen bir fenomendir.
İsra-93 –Yok, yok! Bu da yetmez, senin altundan bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın.Ama unutma! Sen bize oradan dönerken okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına inanmayız ha!”De ki: “Fe Sübhanallah!Ben sadece elçi olan bir insandan başka bir şey miyim?” 94 – Zaten, insanların ekserisinin, kendilerine hidâyet geldiği halde iman etmemelerinin başlıca sebebi: “Allah bula bula bir insan mı seçip halka elçi gönderdi?” demeleridir.95 – De onlara: “Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, ancak o takdirde Biz onlara melek elçi gönderirdik.”
Tegabün- 6 –Böyle oldu… Çünkü peygamberleri onlara açık açık delillerle geldiler. Fakat bunlar: “Bizim gibi bir beşer mi bize yol gösterecekmiş!” dediler.
Furkan-7 –Yine: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!” 8 – “Yahut kendisine bir hazine verilse, yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!” Hasılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz” dediler.9 – İşte bak senin hakkında nasıl tutarsız misaller getiriyorlar. Doğrusu onlar saptılar, artık asla yol bulamazlar!.
Fussilet-6 –De ki: “Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız, bana şu vahyolunuyor:“Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır.O halde O’na yönelerek doğru yolda yürüyün, O’ndan af dileyin. O’na eş, ortak uyduranların vay haline!
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hem beşerdir, beşeriyet itibarıyla beşer gibi muamele eder; hem resuldür, risalet itibarıyla Cenâb-ı Hakkın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder.(Risalei Nurdan)
Yunus- 2 –“İnsanları uyar! Müminlere, Rab’lerinin üstün sadakat makamı vereceğini müjdele!” diye içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların çok mu tuhafına gitti? Onun için mi kâfirler: “Besbelli ki bu, sihirbazın teki!” dediler.
Efendimiz (s.a.v.) vasıtasıyla Allah (c.c.), insanın ulaşabileceği son noktayı ve o noktaya ulaşmak için yapılması gerekenleri göstermiştir. En kötü insanların tarihte ve günümüzde o kadar örneği varken en iyilerin (peygamberlerin) örnekleri neden olmasın.
“İnsanlık medeniyeti ve iyi bir insan iyi bir toplum için gerekli her şeyi Hz. Muhammet (s.a.v.) ile tanıdı ve benimsedi. Ondan sonra bu istikamette gösterilen her gayret onun getirdiği esasları taklitten öteye gitmemiştir.”(M. Fethullah Gülen)
Günümüzde herhangi bir ideoloji lideri ya da düşünürün özlü sözlerine baktığınızda bu sözlerin Efendimizin hadislerinin benzeri olduğunu çok rahat görürsünüz.
Peygamberimizle Müslümanların arasındaki farklar; 1- Ümmetine dörtten fazla kadın almak haram iken, Peygamber efendimize caiz idi. 2- Hanımı boşamak ümmetine caiz iken, Peygamber efendimize yasak idi. 3- Bir kimse ölünce hanımı başkası ile evlenebilir. Fakat Resulullah efendimizin hanımları bundan müstesnadır, evlenemezler. 4- Fakir kimselerin zekat alması caizdir, fakat Resulullah efendimiz fakir de olsa zekat alması haramdır. 5- Zengin kimsenin zekat vermesi farzdır. Fakat Resulullah efendimiz zengin de olsa zekat vermesi farz değildir. Fakat efendimiz zaten elinde ne varsa fakire muhtaca dağıtmıştır. 7- Kurban kesmek Peygamber efendimize farz idi. Ümmetine ise, Hanefi’de vacip, diğer üç mezhepte sünnettir. 8- Gece namazı Peygamber efendimize farz idi. Fakat ümmetine nafiledir. 9- Peygamber efendimize yazı yazmak, şiir söylemek haram idi, fakat ümmetine caizdir. 10- Altın kullanmak da ümmetine haramdır. Bir hadis-i şerifte, (Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır) buyurulmuştur. Ümmetine haram iken ona caiz idi ki altından bir yüzük kullanmıştır.
Efendimizin mucizeleri;
Daha öncede dediğimiz gibi efendimiz Allah’ın memurudur ve Allah’ın emriyle diğer alt rütbedeki memurlar tüm hayvanlar, ağaç, taş, güneş, ay Efendimiz gibi üst rütbeli bir memurun emrini yerine getirmekle sorumludurlar. Çünkü tüm bu memurlar bize Allah’ı tanıtmak için vardır.
Bazı Müslümanlar “bu mucizelerin varlığına gerek yok, olması da imtihanın adabına aykırıdır, zaten kainat başlı başına bir mucizedir.” diyor. Bu kısmen doğru, mucizelerin var olması onlara göre imtihana da aykırı düşmektedir ama efendimize gene de Allah tarafından, inananların imanının pekişmesi, inançsızların karşısında “yapamıyor” diye İslam’ın ve memurunun küçük düşmemesi, inançsız insanların kendileri istemedikleri müddetçe Müslümanlar ne yaparsa yapsın peygamber ne mucize gösterirse göstersin inanmayacaklarını göstermek, gene inançsızlara bir ders vermek için mucizeler gösterilmiştir. Sonuçta mucizelerde imtihanın gerekliliklerindendir.
Kafirlerde (haşa) bu mucizeleri Arapların, Efendimizi gözlerinde fazla büyüttüğü için uydurdukları efsaneler olarak görüyor. Zaten kafirlere göre Efendimiz de (haşa) Kuran’ı ve İslam’ı uydurmuştu o yüzden sahabelerin bu yalanları uydurması şaşılacak bir durum değildi. O zaman sormak gerek; sen bir ömür boyunca bir adamın en ufak bir düşüncesini değiştiremiyorken, İslam’ın 23 yılda önyargılar ve cehalet içindeki yüz binlerce insanın hayatlarının tamamını 180 derece değiştirerek Müslüman olmalarını neye bağlıyorsun? Uydurulmuş yalanlarsa hangi yalan bugüne kadar hayatta kalabilmiştir, yalan olsa İslam’ı yıkmak isteyen sayısız kafir bu yalanlara nasıl kayıtsız kalmışlardır, attıkları iftiralar nasıl karşılık görmemiştir? İslam’ın bu denli büyüme sebebi; 1-Allah’ın (en büyük gücün) yardımı. 2-Efendimizin hiç yalan söylememiş olması, hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamış olması (ki düşmanları bile bunu kabul eder) ve hiçbir zaman iyilikten vazgeçmemesi kötülüğe karşılık iyilikle mukabele etmesi. 3-kuran da dahil tüm bu mucizelerin var olması…
Evet! İslam’ın insanları kendine bağlama sebebi yalansız dosdoğru olmasındandır, Efendimiz peygamberliğini ilan ettiğinde kimse ona kolay kolay yalancı diyememiştir çünkü o güne kadar kimse en ufak bir yalanını görmemiştir. Yalan İslam da büyük günahlardan sayıldığı gibi özellikle Allah ve peygamber hakkında yalan söylemek Onlara iftira atmak çok daha büyük günahtır;
Hadis-i şerif: Kim bile bile benim söylemediğim birşeyi söylemişim gibi uydursa, cehennemdeki yerine hazırlansın. (Buhari, 1:38; Müslim, 1:10; En-Nazmü’-Mütenasir: Fil’l-Hadisil-Mütevatir, S. 20-24)
İbnu’z-Zübeyr (r.a.) anlatıyor: “Babama dedim ki: “Ben niye senin Resulullah’tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça işitiyorum?” Bana şu cevabı verdi: “Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu vesselâm’ı hiç terk etmedim. Hep beraber olduk. Ancak O’nun şöyle söylediğini de işittim: “Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın.” [Buhârî, İlm 38, Ebu Davud, İlm 4, (3651).]
Zümer-32- Allah adına yalan söyleyen kimseden daha zalim kim vardır?
Bazı kafirler hadislerin; öylesine, hiçbir yaptırıma tabi olmaksızın uydurulduğunu, bugüne kadar gelen Müslümanlarında her hadis denen kitabı okuyup inandığını, ortada; yamyam kabilesinin eline düşen gezginin çakmağını yerlilere gösterdiğinde yerlilerin onu tanrı zannetmesi gibi bir oyun döndüğünü, din gibi insanın tüm hayatına yön veren ciddi bir işin oyun olduğunu zannediyorlar. Cahilin zannı bu kadar olur zaten. “onlar zan üzeredirler” İşte size hadis metodolojisi;
HADİS İLMİ:
Her ilim dalının bir terminolojisi olduğu gibi hadis ilminin de terimleri vardır. Hadis ıslah (düzenleyici) unsurları sistemi çok uzun olduğu için aşağıda sadece bir kısmına temas edilecektir:
…Hadisin ne şekilde rivayet edildiği de önemlidir. Bunlardan bazılarına sema, kıraet, icazet denir. Sema, talibin(hadis talibi) şeyh den(hadisi duyan) doğrudan işitmesidir. Kiraet ise talibin hadisleri bir yazılı metinden okuyarak şeyhine arz etmesi, şeyhin de onları rivayet ettiğini onaylamasıdır. Burada, yazılı belgelere günümüzde haber bakımından verilen önemi göz önüne alarak bir noktaya dikkat çekmekte yarar var: Sema, hadisçilerin nazarında en sağlam ahz(alma) yoludur. Her ne kadar ilk hicri asırlarda hadislerin yazılması vuku bulmuş aksini iddia eden müsteşriklere (batılı alimlere) gereken cevaplar verilmişse de bu, semanın birinci derecedeki önemini azaltmaz. Çünkü hadis tahsilinde asl olan kalitedir. Mesela tarihi bir vesika bulunsa hadisçiler şu soruları soracaklardır: Bu vesikayı kim yazmıştır? Bu kimse haber vermede ne kadar dürüsttür? Vesikada yazdığı haberleri öğrenip yazıncaya kadar hafızasında bozmadan tutabilmiş midir? Olayı bizzat kendisi mi müşahede etmiştir yoksa başkasından mı almıştır? Yazdığı haber siyasi ise, bu kişi taraf mıdır veya ona yazdırılmış mıdır? Daha sonra bu vesikada tahrifat yapılmış mıdır? Görüldüğü gibi vesikanın sahte olmadığı bilinse bile bu yetmemektedir. Halbuki haberin doğrudan raviden(rivayet eden kişiden) dinlenmesinde bu zorluklar en aza iner. Elbette ki ravi hadisi ahz ederken şeyhin hadisi hem ezberden bilip, hem de yazdığı bir kâğıttan okuması daha da kuvvetlidir.
Sıhhat yönünden hadislerin ayrımı;
Sahih: Üç şartı sağlayan hadise sahih hadis denir: – Senedinde kopukluk olmaması (muttasıl olması) -Bütün ravilerin güvenilir olması – İllet(sakatlık) ve şazlık(umumi nizamdan ayrılmış) bulunmaması
Bu son şartın araştırılması zor olup, bunda ancak Buhari gibi büyük hadis mütehassısları derinleşebilmişlerdir. İllet ve şazlık olması durumu, ilk bakışta hadisin sened ve ravi yönünden sağlam gözükmesine rağmen, metin veya sened de gizli bir bozukluk olması halidir. Eğer muallel (sakat, eksik) veya şaz ise hemen zayıf hadis mertebesine iner. Hasen: Sahih hadisin şartları bunda da geçerlidir. Şu farkla ki ravilerden birisi iyi olmasına rağmen hafıza gücü gibi bir bakımdan sika(güvenilir olma) mertebesine çıkamamışsa o hadis “hasen (iyi derecede)” olur. Hasen hadis, sahihden aşağı fakat ona yakın, zayıf hadisden yukarda bir yerdedir, yani ortadadır. Zayıf: Genelde sahih ve hasen şartlarını, senedde kopukluk (munkati) olması, ravilerden bir veya bir kaçının zayıf görülmesi, illet, ve diğer sebeplerden dolayı sağlayamayan hadisdir. Mütevatir: Yalan üzerine birleşmesi aklen imkansız olan bir grup insanın rivayet ettiği hadisdir. Bu şart her tabakada tahakkuk etmelidir. Mütevatir hadise “kesin” gözü ile bakıldığından inkarı tehlikeli görülmüştür. Mamafih mütevatir hadislerin sayıları pek azdır. Mevzu: Uydurma hadisdir. Kimi alimlere göre mevzu hadis, zayıf hadislerin en düşük derecesidir. Bir başka görüşe göre de mütevatir ve mevzu hadisler, ilki kesin olduğundan, ikincisi de uydurma olduğundan hadis araştırmalarına dahil edilmezler. Hadislerin sıhhatlerine göre hükmü: Sahih ve hasen hadisler içtihada elverişli kabul edilirler. Zayıf hadisler ise müçtehidin metoduna, hadisin zayıflık derecesine, kendini destekleyen başka hadisler olup olmamasına göre kabul veya red edilirler. Zayıf hadisler genelde içtihada elverişli görülmese bile “fedail-i a’mal” konularında, yani insanları iyi amellere teşvik etme babında anlatılabilirler. Çünkü zayıf hadis, mevzu hadis gibi uydurma olmayıp içtihadda, helal, haram gibi önemli konularda istifade edilebilecek kuvvete çıkamamış hadisdir. Mevzu hadisle, zayıf hadis arasındaki bu fark hatırda tutulmalıdır. Mevzu hadislere gelince, muhaddisler bunların asılsız olduğu belirtilmeksizin söylenmesinin, yazılmasının haram olduğunu söylerler. Çünkü böyle bir hadisi gören kişi onu peygamberimize ait sanacaktır. Mevzu hadisler asılsız oldukları belirtilerek insanları bunlara karşı uyarmak için söylenip yazılabilir.
Hadisde metin ve sened tenkidi:Bir hadisin makbul olup olmadığının araştırması iki safhadan geçer: 1- Metin tenkidi hadisin metninin incelenmesi ile içinde tutarsızlıkların olup olmadığının, daha kuvvetli ve yaygın hadislerle çelişip çelişmediğinin araştırılmasıdır.2-Sened tenkidi ise senedin yapısının incelenmesi ve tarihi bilgilerle ravilerin ömürlerine bakarak kopukluk olup olmadığının, ravilerin rivayete ehil olup olmadığının araştırılmasıdır.Metin ve senedden bahsetmiş iken muhtemel bir şüphenin izalesi için hadis alimleri nazarında hadisin metin ve senedden oluştuğu bilinmelidir.
Hadislerin toplanması, hadis kitaplarının oluşumu: Kuranla hadislerin yani ayetlerle Efendimizin kendi sözlerinin karışmaması, daha sonra bunun tartışmasının yaşanmaması için ilk dönemlerde Efendimiz ; “Kurandan başka bir şey yazmayın, benimle alakalı bir şey yazmayın” demiştir. Ardından Müslümanlar Kuran ve hadislerle alakalı yeteri kadar bilinçlenince hadisleri de yazmalarını emretmiştir.
Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadise göre, ismi açıklanmayan bir sahabi, Efendimiz (s.a.v.)’e hafızasından şikayet etmiş, Efendimiz (s.a.v.) de ona “elinden yardım iste” yani “yaz” demiştir. Rafi bin Hadie’de, hadis yazmak için Hz. Rasulullah (s.a.v.)’den izin istemiş ve “ya Rasulullah senden bir çok şeyler işitiyoruz; onları yazalım mı?” demiş Efendimiz (s.a.v.) de “yazınız, bir beis yoktur.” buyurmuştur. Rivayetlerden birinde Abdullah (r.a.) şöyle anlatır. “Efendimiz (s.a.v.)’den işittiğim her şeyi yazardım. Gayem bunları ezberlemekti. Ashab beni bu işten menettiler ve sen Rasulullah (s.a.v.)’den her işittiğini yazıyorsun; halbuki o bir beşerdir ve rıza halinde olduğu gibi, gadap halinde iken de konuşa bilir, dediler. Sonra onların sözünü efendimiz (s.a.v.)’e naklettim. Bana; “yaz, Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, benden yalnız hak (doğru) olan sadır olur” buyurdu. Abdullah İbni Amr (r.a.)’ın hadis yazmak için Efendimiz (s.a.v.)’den izin aldıktan sonra yazmaya başladığını ve bin kadar hadisi ihtiva etmiştir. (takyidul ilim s:65-72) (ibni hanbel musned 10/21, ebu davud 2/86)
Hicri ilk asırda hadisler yazılmaktan daha çok sözlü olarak ve ezberden rivayet ediliyordu. Daha sonra çıkan fitne ve kargaşalıklarda bazı siyasi grupların kendi lehlerine hadis uydurmaları asrı saadetin giderek daha çok geride kalması gibi sebepler ashabı kiramın öğrencileri olan tabiin hazeratının ve onlardan sonraki muhaddislerin hadisleri toplamalarına ve bu konuda çok titiz davranmalarına yol açtı. Pek çokları bir iki hadis almak için günlerce, haftalarca süren yollara çıktılar. Hadislerin yazılarak mecmualarda toplanması Ömer b. Abdülaziz zamanında, ikinci hicri asrın ortalarında başlamış, aşağı yukarı üçüncü hicri asrın ortalarında Buhari ve Müslim’in sahihleri ve diğer bazı sünenlerin yazılması ile kemale ermiştir. (Kaynak:hadis Ahmed Naim’in Tecrid-i Sarih tercemesinin birinci cildine yazdığı nefis mukaddimesine bakılabilir. Bilhassa 82. ve 91. sayfalarda yazdığı çok kaliteli “Metodolojiden bir bahis” ve “Bir Mukayese” ünvanlı makaleleri. Kaynak: Muaz Özyiğit – ©1992 anadolu)
Sonuç: Hadis ilmi dünyada yalnızca Müslümanlara has bir ilim dalı olup tarihçilere parmak ısırtmış, bu ilmi değersiz göstermek isteyenleri de sıkıntılara sokmuştur. Dünya tarihinde peygamberimizden başka hayatı ve risaleti bütün ayrıntıları ile ve çok titiz metotlarla günümüze kadar ulaşan başka hiçbir şahsiyet yoktur.
Bu nedenle yazılı olarak sahih (gerçek) kabul edilen hadisler tamamen uyumludur, yani Efendimiz hakkında bilinenlere onun yaşayışıyla ve kuranla ilgili hiçbir zıtlık içermez. Hem kuran hem de hadisler 1400 yıl önce neyse bugüne bozulmadan gelmiştir.
MUCİZELER;
Peygamber Efendimiz doğduğu zaman, Kâbe’deki putlar yüzüstü yıkılıyor, Kisra’nın sarayı çöküyor, bin yıldan beri Mecusilerin yanan ateşi sönüyor. Save gölü kuruyor. Batıl olan mukaddesler yıkılıyor çünkü hak gelir batıl yıkılır gider.
Miraç ile gece uykusunda kısa sürede Mescid-i aksa ya gidip gelmesi, Allah (c.c.) ile bizzat görüşmesi, inananlara müjdeli haberler getirmesi, tüm peygamberlere namaz kıldırması. Miraçtan geldiğinde kafirler, Efendimizin kendi kendini yok ettiğini çünkü böyle akıl dışı bir iddiayla çevresindeki herkesin onun (haşa) yalancı olduğunu anlayacaklarını düşündüler ama Müslümanlar “o söylemişse doğrudur” deyip tam bir bağlılık gösterdi ve mescid-i aksadan gelen kervanların ve onların başına gece neler geldiğini bilmesi ve gelen kervanların bunu doğrulamasıyla kafirlerin ümitleri boşa çıktı.
İnançsızların; “ayı ikiye ayırırsan bizde inanacağız” demesiyle efendimizin ayı ikiye ayırması, bunu gören kafirlerin bu sihirdir deyip inanmamaları. Bugün Hindistan’da bulunan bir heykel üzerinde “Ay’in ikiye ayrıldığı sene yapılmıştır” yazısının bulunmuş olması (bkz. Ö.N. Bilmen, Müvezzah Ilm-i Kelâm, 3. baski, s.161) 1967 yılında fırlatılan Orbiter-4 uydusundan alınan 67-1805 seri numaralı fotoğraflarındaki, Ay’ın dünyadan görünmeyen ara yüzeyinin, göktaşıyla oluşması imkansız, uzunluğu 240, kalınlığı ise 8 km olan bir yarık tarafından kuşatıldığının öğrenilmesi, Modern Astronomiyle uğraşan bilim adamlarının el kitabı olan İtalyan gök bilimcisi Cassini’nin 311 yıllık ay haritasında bunu belirtmesi ve yorumlarında aydaki bu muntazam çizginin ay’ın ikiye ayrılıp tekrar birleşmesiyle meydana gelebileceğini çünkü tabii sebeplerle meydana gelen çatlaklar dalgalı ve düzensiz bir çizgi oluşturdukları halde, bu çatlak mükemmel bir düz çizgi şeklinde olduğunu belirtmesi bu mucizenin ilmi delilleridir.
Çok defa hayvanların ve bitkilerin Onunla(sav) iletişim kurduğu görülmüştür, sırtını dayadığı hurma ağacıyla, zehirlenmiş koyun kebabıyla… Ağaçları çağırdığında ağaçlar kalkıp yanına gelmiştir…
Çok defa eline aldığı çakıl taşlarının arı vızıltısı gibi zikir çektiklerinin duyulması, çoğu kez eline aldığı taş ve kumu savaşlarda düşmana attığında düşmanı tarumar eylemesi, gene suikast girişimlerinden bu şekilde kurtulması,
Çok defa onu öldürmek için girişimde bulunanların Efendimizi koruyan korkunç şeyler görerek geri çekilmeleri, kimi zaman ateşten bir hendek, kimi zaman aslanlar, Hira mağarasında mağarayı kapatan örümcek ağı, içeriye tüneyen kuş…
Bir kafirin, şu ölü kızı diriltirsen iman ederim demesi üzerine ölüyü diriltmesi, körlerin gözünü açması, türlü hastalara şifalar vermesi…
Susuz kalındığında her duasında yağmurun yağması, hatta öyle ki Müslümanların gelip “ey Allah’ın rasulü dua et şu yağmur kesilsin yoksa hepimiz helak olacağız” demesi. Her dua ve bedduasının istisnasız kabul olması; Allah dişini dökmesin dediğinin 100 yaşında inci gibi dişinin olması, Allah’ım şuna köpeklerini musallat et dediğini köpeklerin öldürmesi…
Duasıyla çok defa malı mülkü yiyecekleri suyu bereketlendirmesi, bu şekilde dua edilenlerin borçlarını kapatması, yiyecek kaplarındaki yiyeceklerin o kap açılana kadar bitmemesi, ortaklaşa yenilen çok az yiyeceğin bereketlenip o yemekteki herkesi doyurması ve artması. Savaşlarda elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üç yüz, bazen bin beş yüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kişinin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur. Bütün ordu bu olaya defalarca şahit olmuştur.
Çok defa gaybdan (gelecekten) haber vermesi, hiç tahmin edilemeyecek kendisiyle alakalı olmayan konuları, hatta ölümünden sonra olacak konuları bile şu şöyle şöyle olacak diyerek ayrıntılı şekilde açıklaması ve gelecekte aynen olması, acem padişahına şunlar olacak, şu savaşta şunlar şurada ölü bulunacak demesi ve olması…
Mucizelerin fizik vs. doğa kurallarına aykırı olduğunu söyleyenlere cevaben diyebiliriz ki: mucizeler kendi kendine, bazı nedenlere binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî hâdiseler değillerdir ki, basit, sıradan ve doğa kanunlarına tatbik edilsin. Hem o fizik kanunu yaratan elbet o kanunu kaldırmaya ve istediğini yaratmaya kadirdir.
En büyük mucize “Kuran”
Kuran ile ilgili hususları ayrıntılı olarak “kuran” konusunda işleyeceğiz.
1-Kuran lafzının dünyada benzeri yoktur.
İsra-88 –De ki: “Yemin ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar, hatta birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler bile, yine de onun gibi bir Kitap meydana getiremezler.”
Kuran efendimizin sözü değildir çünkü hadisle kuran arasında üslup farklılığı vardır, Arapçanın gelişmişliğinden dolayı söylenilen bir sözün çok dereceleri, parametreleri vardı, yani konuşma diliyle sanat dilinin anlam farklılığı ve aralarındaki dereceleri çoktu. Mesela bir şiire 100 üzerinden puan verebileceğiniz bir gelişmişliğe sahipti Arapça. Günümüzdeki Türkçe gibi bir kelime iki manaya geliyorsa onunla bir dereceli sanat yapılabildiği gibi Arapçada bir kelime neredeyse 10’a yakın mana taşıdığı için 3 kelimelik bir cümlede 10x10x10’a yakın belki 1000 derece sanatsal içerik vardı. Daha basit şekilde anlatmak gerekirse Türkçe de bir şiire iyi yada güzel derken Arapça bir şiire iyi, orta, güzel, çok iyi, süper, emsalsiz şeklinde daha fazla derecelendirmek nitelendirmek mümkündür, nedeni Arapçanın çok gelişmiş bir dil olmasıdır, bugün bile sorduğum Arap arkadaşlar “biz bile ömrümüz boyunca edebiyat Arapçasını daha tam öğrenip konuşamıyoruz çünkü çok zor” diyorlar. İşte bu nedenle Müslümanlar kuran ayetlerini dinlediklerinde kuranda yaratıcı sesi ve müthiş bir söz güzelliği görüyorlardı ve hayran kalıyorlardı. Kuran’ı duyan dinleyen birçok insanın duyduktan sonra hemen Müslüman olduğu örneği çoktur. Çünkü “böyle müthiş derecede bir söz ne şiirdir ne de başka bir şeydir, bu beşer sözü değildir bu olsa olsa Allah kelamıdır” diyorlardı ve sözün azameti karşısında secdeye kapanıyorlardı. Arapçaya vakıf olan herkes, hadîslerle Kurân’ın ayrı ayrı zatların sözleri olduğunu kabul eder. Hadislerde klasik günlük konuşma dili ve kul sesi işitilir. Biz kendi dilimiz açısından düşünerek “ya üslup farkı nasıl Allah sözü olduğunu ispat eder” diyoruz, hatta bazı kafirler gene Türkçe düşünerek “ya ne var ki, bende(haşa) Kuran gibi bir kitap yazarım hiç de zor değil” diye ahmakça konuşabiliyor. Ama işte gelin görün ki Arap dilinin gelişmişliği bu üslup farkını müthiş derecede ortaya koyuyor, kimse Kuran’a nezire(benzer) yapamıyor ve Kuran kendisini duyan insanların inancını bir anda değiştirmeye gücü yetiyordu.
2-O dönemdeki sayısız şair kuran karşısında sessiz kalmıştır. Müşrik şairler toplanmışlar kimi zaman Yahudi, Hıristiyan alimlerinden görüş almışlar ama gene de dil ile sözcüklerle Kuran’ı yıkamamışlardı. Zaten buna güçleri yetseydi savaşa kalkışmazlardı. Evet! Günümüzde her ideolojinin yaptığı gibi insanlar önce kendi ideolojisini sözlerle anlatmaya karşıt ideolojilerin görüşünü sözlerle yıkmaya çalışırlar, ne zaman bunda artık muvaffak olamayacaklarını anlarlar işte o zaman kaba kuvvetle karşıt görüştekileri yok etmeye girişirler. İşte aynen böyle Kuran karşısında sözlü şekilde galip gelemeyen her geçen gün zayıflayan kafirler İslam’ı toptan yok etmek için işkence ve saldırma yöntemlerine başvurmuşlardır. Ama gene Allah’ın verdiği güç ile bunda da muvaffak olamamışlar kendileri yıkılmışlardır.
3-Ümmi bir insan, her şeyin doğrusunu her şey hakkında hiç eskimeyecek şekilde nasıl yazar? İlerde yeni keşfedilecek ilimleri nerden öğrenmiştir? (bkz: bilim ve din) Ümmi bir insan (Efendimiz) nasıl gelmiş geçmiş ümmetler peygamberler, insan psikolojisi, karşılaşılacak her iyi kötü durumda en doğru davranışın ne olduğunu kısacası dünya hakkında bütün her şeyi ele alan ve en doğru şekilde ele alan bir kitabı nasıl yazabilir?
Kuran hem beşere hitap ettiği için anlaşılır, hem yoğun anlamlıdır. Hem de bir kısım alimler ebced hesabıyla gelecekte olacak bir kısım olayları tespit edebilmişler ve bu tespitle doğru çıkmıştır. Neticede Kuran Allah kelamıdır ve mucizedir.
Yunus- 38 –Yoksa “Onu kendisi uydurmuş” mu diyorlar? De ki: “Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın.” Hayır! Onlar, hakkında etraflı bir bilgi edinmeden ve henüz yorumuna tam vakıf olmadan, bu Kurân’ı, çarçabuk yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de böyle yalan saymışlardı. Bak ve zalimlerin sonunun nasıl olduğunu anla!
Her zorluğu aşması, hep ilerlemesi, İslam’ın hep büyümesi; Arkasında büyük gücün varlığını gösterir;
Mağarada kapana kısılır örümcek girişe ağ örer, savaşta suikast düzenlendiğinde eline bir tutam toz alır kafirlerin üstüne atar ve hepsi göremez olur. Savaşta yetersiz teçhizatlı 300 askeriyle tam teçhizatlı 1000 adama karşı galip gelir, kendisini öldürmek isteyenlere hep bir şeyler olur ve bunu başaramazlar… Sıfırdan başlamışken, yanında sadece toplumun en güçsüzleri, en acizleri bulunuyorken bunları başarmış, karınca olarak başladığı yolda filleri ezecek kadar yücelmiş, dünyada en büyük ve en güçlü olmuştur. Bir hükümet zorla ufacık bir sigara alışkanlığını bile toplumdan kaldıramazken o tek başına insanların alışkanlıklarını düşüncelerini 180 derece tersine çevirir, tüm cahiliye adetlerini yıkar, inananlar onun emriyle İslam’ı dünyanın 4 bir yanına ulaştırırlar… Böyle bir adamın arkasında Allah yoktur da kim vardır, bir adam tüm bunları her şeye hükmeden mutlak güç (Allah’ın) yardımı olmadan nasıl başarabilir, ölüme nasıl böylesine deli cesaretiyle arkasında o büyük güç olmadan göğüs gerebilir ve neticede nasıl böylesine zor bir işte böylesine büyük bir zafer kazanabilir? Bunun başka örneği var mıdır dünyada?
Fetih Sûresi-28-29-Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resulüdür.
Her zaman doğruyu ve iyiliği yapması; İslam zaten başlı başına güzel ahlaktan oluşmaktadır bu konuyu (gerçek müslümanlık konusunda) da işledik.
Delillerden biride, Efendimizin Allah’ın izniyle bir peygambere yakışır şekilde hiçbir durumda, ne kadar zor ve güç durumda olursa olsun doğrudan güzellikten ayrılmamasıdır. Zaten efendimiz kötülük yapsa, zalim biri olsa ya da başına gelen olaylar karşısında tutarsız tavırlar sergilemiş olsa İslam nasıl yayılırdı, insanlar nasıl Müslüman olurdu?
Ali İmran- 159…Onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi… Onları affet, bağışlanmaları için dua et…”
Efendimizin en büyük günahı kendisini dinlemeye gelen bir köre yüzünü ekşitmesiydi;
Abese-1-2 –Yanına görmeyen (âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü. 3-4 – Ne bilirsin, belki de alacağı öğütle arınacaktı. Yahut nasihatı dinleyip ondan yararlanacaktı. 5-6 – Ama irşada ihtiyaç duymayana ise, ona dönüp itibar ediyorsun. 7 – Halbuki kendisi arınmak istemiyorsa onun arınmamasından sana ne! 8-10 – Fakat Allaha saygı duyarak sana şevkle koşa koşa gelenle sen ilgilenmiyorsun.
“Allah Rasulü (sav) Mekke de ezim ezim ezildiği halde kalkmış bir insana fiske vurmuş mudur? Dile kolay kırk yaşından elli üç yaşına kadar tam 13 sene Mekke de preslenir gibi bir hayat yaşamasına rağmen bütün bu eza cefalara katlanmıştır. Öyle ki birisinin çıkıp “Allah rasülü bir karıncaya ayağını bastı” demesi mümkün değildir. O (s.a.v.) en yakınından en uzağındaki insana kadar herkese emniyet ve güven telkin etmiş asla fitneyi uyarmamıştır.” (M. Fethullah Gülen)
“Efendimiz her gün onlarca insanla ilgilenir sorularını cevaplardı hiçbir zaman hiçbir hadiste geçmez) Efendimiz: ben bugün konuşmayacağım sorularınıza cevap vermeyeceğim yoruldum tarzında bir karşılık vermemiştir. Sadece bir kere hanımlarına ila yapmış (hanımlarından uzaklaşmış) ve bir hücrede inzivaya çekilmişti. Siyerde bunun dışında bir halvetten bahsedilmemektedir.”(M. Fethullah Gülen)
Hayâ, edeb, sabır, cesaret ve şecaat kısacası her türlü güzel davranışın en iyi örneği idi. O, hayatı boyunca daima iyinin, doğrunun ve güzelin yanında olmuş; kötüden, şerden ve çirkin şeylerden son derece kaçınmıştır. Peygamberimiz Müslüman olan ve olmayana aynı şekilde davranırdı.
Kalem-4 –Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin!
Ahzab- 21 –Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.
Kuran’ın öğütlerini ve yasaklarını yaşamının her anında uygulamıştır. Hz. Peygamber (a.s.)’ın ahlâkından bahsetmesi istendiğinde Hz. Aişe (r.a) mümkün olan en ideal cevabı şöyle vermişti: “Onun ahlâkı Kurân’dan ibaret idi.” Maksadı şu idi: “Kurân hangi âdabı öğretiyorsa onları uygulardı.”
Sabırlıydı: Efendimiz gayet sabırlıydı, işi gereği öyle olması lazımdı. İslam’ı tebliğ ederken neredeyse her seferinde birileri çıkıp ona hakaret ediyor, başına hayvan işkembesi atıyor, taşlıyor, fiili tacizlerde bulunuyor, çok küçük düşürücü durumlara maruz kalıyordu. Ama o her seferinde kendi nefsine yapılan bu davranışlara karşılık vermiyordu, çünkü eğer orda bir kimseye sinirlense kafirler amacına ulaşmış olacaklar; hem insanlar Efendimizi dinlemekten vazgeçecek, hem de İslam’ı anlatmak yerine kafirlerle tartışmak zorunda kalacaktı. Hem İslam ilk yayılırken hem de büyük güç olup şehirler fethedilirken Efendimiz hiçbir zaman kendisine o türlü kötülükleri yapanlara bir karşılıkta bulunmamıştır, alayını affetmiştir. Onların kötülüğüne karşılık iyilikte bulunmuş böylelikle onları şaşırtıp kalplerini yumuşatmış birçoğunun Müslüman olmasını sağlamıştır. Müslüman oldukları zamanda pek tabi eski defterleri açmamış, hiç kimseye “hani sen Müslümanlarla şöyle savaşmıştın ya, hani bana İslam’a şu kötülüğü yapmıştın ya” dememişti. Zaten bedevi olan bir milletin kalbi iyiliklerle yumuşatılmasaydı nasıl İslam medeniyeti kurulabilirdi?
Ahkaf – 35-(Ey Muhammed ) O halde yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret…
Müzemmil -10- Onların… söylediklerine katlan ve onlardan güzellikle ayrıl
Araf -199-Sen suçları bağışla, iyi şeyleri buyur ve cahillerden yüz çevir
Bakara -153- …Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.
İncitmez: Peygamberimizin özü sözüne uygundu. Hiç kimse ile alay etmez ve kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Kimseye küsmez, küskünleri barıştırırdı. Peygamberimiz gördüğü kusurları kimsenin yüzüne vurmazdı. Peygamberimiz hiç kimseye kötü söz söylememiş, kırıcı bir davranışta bulunmamış ve ömründe kimseyi azarlamamıştır. Tatlı dilli ve güler yüzlüydü. Herkesi dinler, kimsenin sözünü kesmezdi. Karşılaştığı kimselere selâm verir, ellerini sıkar, hal ve hatırlarını sorardı. İnsanların gizli hallerini ve kusurlarını araştırmaz, kimsenin kabahatini yüzüne vurmazdı.
Tövbe-61 –Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, müminlere güvenir.
Hucurat-12 –…Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin….
İyi davranır: Peygamberimiz kimseden intikam almaz bağışlamayı severdi. Peygamberimiz kendisine kötülük edenlere, iyilik ederdi. Kendisine yapılan iyilikleri hiç unutmaz, iyilik yapanları her zaman iyilikleri ile anardı. Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat gösterir; yetimlere, dul kadınlara ve ihtiyacı olanlara çok acır, onlara elinden gelen yardımı yapardı. Kadınların haklarına çok dikkat eder, komşu hukukuna riâyet eder, hayvanların hakları hususunda da büyük titizlik gösterirdi. Ev işlerinde hanımlarına yardım ederdi.
Hadis-i şerifler: “Sizin en hayırlınız kadınlara karşı iyi davranandır.”
“En hayırlınız, ahlâkı güzel olanınız ve aile fertlerine en çok faydalı olanınızdır.”
“…sizin en hayırlınız…” şeklinde insani vasıfların sıralandığı nice hadisler…
Kibirli değil: O hiçbir zaman kendini başkalarından üstün görmemişti, Bir meclise gittiği zaman boş bulduğu yere otururdu, ayaklarını başkalarına karşı uzatmazdı. Peygamberimiz fakirlerin evlerine gider, onların hatırlarını sorar, onlarla beraber otururdu. Bir gün peygamberimizin ziyaretine gelen bir bedevî, Peygamberimizin huzurunda olmanın verdiği heyecanla, korkup titremeye başlamıştı. Bunun üzerine peygamberimiz, o kimseyi şöyle teskin etti: “Arkadaş kendine gel! Ben hükümdar değilim.”
Dışarıdan gelen birisinin “hanginiz Muhammed!” diye soracak kadar topluluğa karışıp giden bir liderdi, birinden bir su isterken bile utanan ve kendini etrafındakilere “kuru hurma yiyen bir kadının oğlu” olarak tanıtırdı…
Peygamberimiz kendi işlerini kendisi görürdü, elbisesini kendi eliyle yamar ve ayakkabısını kendi onarırdı. Arkadaşlarıyla beraber bir iş yapılacağı zaman, kendisi de onlarla birlikte çalışırdı. Bir yolculuk esnasında istirahat edilmiş, yemek hazırlamak için görev bölümü yapılmıştı. Peygamber Efendimiz “Öyle ise ben de yakacak temin edeyim.” buyurmuştur. Her zaman arkadaşlarının, istirahat etmesi yönündeki ısrarlarına rağmen, onlara yardım etmiştir.
Cömert: Peygamberimiz insanların en cömerti idi. Kendisinden bir şey isteyen kişiyi asla boş çevirmezdi. “ben ancak bir dağıtıcıyım, veren Allah’tır” derdi.
Safvan, cahiliye devrinde fesahatıyla, insanlara yedirmesiyle ün yapmıştı. Kureyş’in en ilerideki eşrafından biriydi. Huneyn ganimetinden Aleyhissalâtu vesselâm ona bol bol verdi. O bu cömertlik karşısında hayran kalmış: “Vallahi böylesi bol vermeye ancak bir peygamberin gönlü razı olur!” demiş, Müslüman olmuştur. Şu söz de onundur: “Huneyn günü Resulullah bana o kadar çok verdi ki, kendisi o güne kadar nazarımda en çok buğz ettiğim kimse iken, verdikçe nazarımda insanların en sevimlisi oldu.” Safvan, mal tesiriyle Müslüman olmuştu ama Müslümanlığında pek samimi idi. Ömrünün sonuna kadar, samimiyetinden hiç eksilme olmadı. Kendisine bir ara “Hicret etmeyen helak olmuştur” denmişti. Hemen Medine’ye gelip Resulullah’tan hicret biatı almak istedi…
Doğru sözlü: hiç yalanı yoktu, el emin lakaplıydı, İslam’ı tebliğinde insanların ona inanmasının en önemli nedeni de buydu, ondan en ufak bir yalan söz bile duyulmamıştı. Kendi dönemindeki kafirler bile ona kolay kolay yalancı diyemiyordu, çünkü hem halk nazarında biliniyor hem de kendileri biliyordu ki onun geçmişinde yalan yoktu ve ona yalancı diyerek İslam’a olan rağbeti durduramazlardı. Müşrikler, halka Efendimizin yalancı olduğunu ispat edemeyecekleri için, Efendimize sihirbaz, deli diyorlardı bu türden iftiralarla üstüne gidiyorlardı.
Enam- 33-Onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar
Şura- 15-…Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!
Bir söz verdimi ne pahasına olursa olsun sözünde muhakkak dururdu. Emanete asla hıyanet etmezdi…
Mümin- 8- Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler
Maide- 1-Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve bağlantılarınızı yerine getiriniz
Adil hakperest: Herkese adildi kızına bile, “eğer hırsızlık yapan benim kızım Fatıma olsa dahi elini keserim” buyurmuştu. Mahzumîlerden bir kadın hırsızlık etmişti. Kureyşliler şerefli bir kabileden olan bu kadının cezalandırılmasını istemiyorlardı. Üsâme bin Zeyd’i Peygamberimiz çok seviyordu. Onu kırmayacağını biliyorlardı. Üsame’yi araya koyarak, Peygamberimizin bu kadına ceza vermemesini ricacı için gönderdiler. Peygamberimiz, Hz. Üsame’ye şöyle buyurdu: “İsrailoğulları bu gibi taraf tutmaları yüzünden helak oldular. Bunlar fakirlerine en şiddetli ceza verirken, nüfuzlu ve zengin olanlarına ceza vermezlerdi.” Peygamberimiz, adaleti uygularken din farkı gözetmezdi. Hak sahibi bir Yahudi de olsa, Müslüman’dan hakkını alır, ona verirdi.
Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Sahabîleri ile vedalaşmak, helâlleşmek istedi. Öbür âleme üzerinde bir hak olarak gidemezdi. Sahabileri topladı ve onlarla şöyle konuştu: “Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuşsam, maddî veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza veya şerefinize, herhangi bir biçimde zararım dokunmuşsa gelsin, benden hakkını alsın, tazminatını vereyim.” Son anında, ağır hastalığında dahi adaletin yerini bulmasını istiyordu.
Temiz: Peygamberimizin yaşayışı sade ve temizdi. Bedenini daima temiz tutar, elbiselerinin temiz olmasına çok dikkat ederdi. Çok defa her vakitte namaza abdest alırdı. Peygamberimiz dişlerini temizlemek için misvak kullanırdı. Herkesten çok ibadet ederdi, toplumsal işleyişte örnekti, çalışkandı;
İnşirah- 7-8- Öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul…
Demokratikti, başkalarının düşüncelerine önem veren bir liderdi, kararlarını ümmetiyle danışarak verirdi. Hatta yenilgiye uğranılan Uhud savaşında gençler meydan savaşı yapmak istediği için meydan savaşı yapıldı.
Şura- 38- …Onların işleri aralarında danışma iledir
Bakara -151-“Nitekim biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik”
Batılı hurafeleri yıkmak için gönderilmişti; Peygamber Efendimiz yaşamıyla insanlara örnek olduğu, tüm kalpleri yaralayan kökleşmiş kötü davranışları değiştirip iyi davranışlara dönüştürdüğü gibi toplumu felakete sürükleyen batıl inançları hurafeleri de yok etmiştir;
Hadis-i şerif:”Ne sirayet vardır, ne uğursuzluk vardır, ne de (cahiliye devrinde inandığınız üzere öldürülenlerin başından çıkıp kan, kan, intikam! İntikam! Diye intikamı alınıncaya kadar bağıran hortlak ruh) hâme vardır. Bu inançların hepsi batıldır.” Dinleyenlerden biri: “Nasıl sirayet olmaz, hastalıklı bir deve sağlamların arasına girdi mi onlar da hastalanıyor” der. Resulullah (aleyhissalâtuvesselâm) asıl maksadı tebliğ eder:”Pekiyi hastalıklı deve nereden hastalık aldı?”Bu sorunun cevabını bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)vermiştir: “Tedavi de kaderdendir.”Kaderimizde ne olduğunu sadece Yaratan bilmektedir, biz ise bilemeyiz.
Efendimiz (s.a.v.) , boynuna tavşan ayağı bağlayıp hastalığından kurtulmaya çalışanlar gibi daha nice hurafeyi yok etmiş, Arap toplumunu bilime yönlendirip tıp, matematik ve mühendislikte devrinin en ileri medeniyeti haline gelmesini sağlamıştır. Bunu bugün Avrupalı araştırmacılar bile belgesellerinde anlatmak itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Yanlısı olduğumuz en ufak bir fikre bile karşı çıkan birileri olduğunda, bizim söylediklerimizi inkar ettiklerinde nasıl sinirleniriz ve ne olursa olsun fikrimizi kendi düşüncemizi o inkar edenlere benimsetmek isteriz. Hatta tartışma büyür ve karşı taraf kabul etmezse sinirlenir ve kaba kuvvete girişiriz. İşte bu kafir vasfıdır, bu yüzden ideolojiler çatışmış çeşitli kavgalar yaşanmıştır. Ama Efendimiz davası bu kadar büyük olmasına rağmen karşısındaki kafirler bu denli Efendimizin yaymaya çalıştığı İslam’ı çürütmeye çalışmalarına sözle çürütemedikleri için kaba kuvvete girişip zorla yok etmeye çalışmalarına rağmen Efendimiz hiçbir zaman; karşı taraf ideolojimi benimsemiyor aksini iddia ediyor, diye bir insanın yakasına yapışmamış kimseye hakaret etmemiş mecbur kalmadıkça savaşmamıştı. Hep doğru yol üzerinde iyilikle sevgiyle İslam’ı yaymaya çalışmış ve neticede başarılı da olmuş, İslam’ı dünyaya yaymıştır. Savaşı sadece korunmak için ve İslam’ı yaymaya engel olanlara karşı yapmıştır, esirlere ve sivillere güzel davranılmıştır. (bakınız; İslam da savaş)
Gasiye-21 –İşte böyle… Sen insanları irşada devam et. Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir. 22 – Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin.
“…Sen ki güzel huyların ahlakın meşalesi, sabır doruklarında beşerin en yücesi…” (Cengiz Numanoğlu)
Bakara-151 – Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
Efendimiz (s.a.v.) gelip bize İslam’ı, gerçek insanlığa ulaşma yolunu tanıtmasaydı, insanlığa değer biçmese, iyilik ve güzelliği ait olduğu yere koymasaydı; hepimiz kötülük girdabına sürüklenmeye, hayvan gibi yaşamaya devam ederdik. Bize İslam’ı gönderip tanıttıran, insanca yaşamı bize bahşeden; edep, haya, ahlak, erdem gibi insani vasıflarla nurlandıran Allah’a binlerce hamd, Rasulüne binlerce salatü selam olsun.
Herkes Onu tasdik ediyor biliyor;
Bilindiği gibi İslam, kendinden önceki dinleri peygamberleri ve kutsal kitapları tasdik eder. Onları da Allah’ın gönderdiğini bildirir, ama bu dinler zamanla insanların dini çıkarlarına alet etmelerinden ve titizlik göstermemelerinden dolayı bozulmuş kutsal metinler tahrif olmuştur. (bakınız: tahrifat konusu) önceki kitaplar bilinmemekle birlikte bilinenlerden önce Tevrat bozulmuş İncil gönderilmiş ve ardından İncil tahrif edilince Allah (c.c.) kıyamete kadar bozulmamak üzere son din İslam’ı göndermiştir. Kuranda, İncil deki ve Tevrat’taki tahrif olan noktalara değinilmiş özellikle bu konuların doğruları açıklanmıştır. Örneğin Hıristiyanlar Hz. İsa’nın öldüğünü ve rab olduğunu savunurken Kuran buna karşı çıkar. Ama gene de Tevrat’la İncil’de bulunan ayetlerin hepsi değişmemiş ve Yahudilikle Hıristiyanlık tamamen Allah’ın gönderdiği şekilden negatif yörüngeye sapmamıştır bu yüzden Yahudilik ve Hıristiyanlıkta bazı konuların İslam’dakiyle ne kadar benzer olduğunu görürüz, örneğin hepsinde benzer ibadetler benzer günahlar vardır, hepsi benzer peygamberlerin hayatlarını zikreder. İşte tüm diğer bu kutsal metinlerin Allah kelamı olmasından ve tamamen de bozulmamış olmasından dolayı bazı yerlerinde Efendimize işaret edilmektedir, onun peygamberliğine deliller vardır. Bu delilleri: “Allah’ın varlığının ve İslam’ın doğru yol olduğunun ispatı-5: 124 bin peygamber aynı gerçeği anlatmış” bölümünde yazmıştık.
Tevratta Hz.Muhammed (s.a.v.) & incil’deki müjdeler ”Fârâklit” & Brahmanizm de Efendimize deliller & Budizm de Efendimize deliller & Zerdüştlük te Efendimize deliller için bakınız: “Allah’ın varlığının ve İslam’ın doğru yol olduğunun ispatı-5: 124 bin peygamber aynı gerçeği anlatmış”
Hadis: İbnu Abbas (r.a.) anlatıyor: “Bana Ebu Süfyan İbnu Harb anlattı ve dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile aramızda sulh(-u Hudeybiye) olduğu bir sırada Şam’a gitmiştim. Ben orada iken, Herakliyus’a, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bir mektup getirildi. Mektubu Dıhyetu’l- Kelbî getirmişti. Onu Busra emîrine teslim etti. O da, Rum Kralı Herakliyus’a ulaştırdı. Herakliyus: “Peygamber olduğunu zanneden şu adamın kavminden buralarda birileri var mı?” diye sordu. Ona “evet var!” dediler ve ben bir grup Kureyşliyle birlikte çağırıldım. Yanına girdik. Bizi önüne oturttu. “Ona nesebce en yakın olan kimdir?” dedi. Ben atıldım: “Benim!” dedim. Bunun üzerine beni, arkadaşlarım arkamda kalacak şekilde önüne oturttu. Sonra tercümanını getirtti. “Şunlara söyle, ben şuna, o peygamber olduğunu zanneden kimse hakkında soracağım. Eğer cevaplarında bana yalan söylemeye kalkarsa, onu tekzib etsinler!” dedi. Ebu Süfyan der ki: “Allah’a yemin olsun. Eğer yalanım, aleyhime tesir hasıl eder korkusu olmasaydı, cevaplarım sırasında yalan söylerdim. Sonra Herakliyus, tercümanına: “Sor şuna! O zatın aranızdaki nesebi nasıldır?” dedi. Ben: “O, aramızda asil bir nesebe sahiptir” dedim. O tekrar sordu: “Onun ecdadı arasında kral var mı?””Yok!” dedim. “Siz onu bu iddiasından önce hiç yalanla itham ettiniz mi?” dedi. Ben: “Hayır!” dedim. “Ona insanların eşraf takımı mı tabi oluyor, zayıflar takımı mı?” dedi. “Zayıflar takımı!” dedim. “Artıyorlar mı azalıyorlar mı?” dedi. Ben: “Eksilmiyorlar, bilakis artıyorlar” dedim. O tekrar sordu: “Dine girdikten sonra hoşnutsuzlukla dininden vazgeçen, irtidad eden oldu mu?””Hayır!” dedim. “Onunla hiç savaştınız mı?” dedi. Ben: “Evet!” dedim. “Onunla savaşınız nasıl oldu?” dedi. “Harb onunla bizim aramızda münavebeli oldu. O bize karşı kazandı, biz de ona karşı kazandık!” dedim. “Verdiği sözden caydığı oldu mu?” dedi. “Hayır! Ancak, aramızda bir sulh var, bu esnada ne yapacak bilmiyoruz!” dedim. Ebu Süfyan der ki: “Allah’a yemin olsun o konuşmamız esnasında, (aleyhte) bundan başka bir şey söyleme imkanı bulamadım.” Herakliyus sormaya devam etti: “Muhammed’den önce bu sözü söyleyen bir başkası var mıydı?” dedi. “Hayır!” dedim. Bunun üzerine tercümanına: “Söyle ona! Ben sana “aranızdaki nesebi” nden sordum, sen onun asaletli biri olduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında neseb sahiplerinden gönderilirler. Ben sana “ecdadı içinde kral var mı?” diye sordum “yok!” dedin. Ben de “eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu ecdadının kraliyetini arayan bir adam” diyecektim. Ben, “O’na tabi olanlar”dan sordum: “Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa eşraf kesimi mi?” diye. Sen “zayıflar!” dedin. Peygamberlere tabi olanlar işte bunlardır. Ben sana “bu iddasından önce onu hiç yalanla itham ettiniz mi?” diye sordum, sen “hayır!” dedin. Böylece anladım ki o, ne insanlara ne de Allah’a yalan söyleyecek biri değildir. Ben sana “dine girdikten sonra, hoşnut olmayarak dininden dönen oldu mu?” diye sordum, sen “hayır!” dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi, bir daha solmaz. Ben senden “onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?” diye sordum, sen arttıklarını söyledin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar. Ben sana “onlarla savaştınız mı?” diye sordum, sen savaştığınızı, savaşın aranızda münavebetli cereyan ettiğini, onların size, sizin de onlara galebe çaldığını söyledin. Peygamberler de böyledir, imtihandan geçirilir, sonunda akibet onların olur. Ben sana “verdiği sözden döndüğü olur mu?” dedim, sen olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler. Ben, “bu iddayı ondan önce söyleyen oldu mu?” diye sordum. Sen “hayır!” dedin. Ben “Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, bu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü tamamlamaya çalışan birisi’ diyecektim.” Herakliyus sonra: “Size ne emrediyor?” diye tekrar soru sordu. Biz: “Namaz, zekat, sıla-i rahim ve iffet” dedik. Bunun üzerine Herakliyus dedi ki: “Eğer, senin söylediklerin gerçekse, O peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak sizin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer, O’na kavuşabileceğimden emin olsam karşılaşmayı çok isterdim. Yanında olsaydım, ayaklarına su dökerdim. O’nun hakimiyeti, ayaklarımın altında olan şu diyarlara kadar uzanacaktır.” Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın mektubunu getirtti ve okuttu. Şöyle diyordu: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın elçisi Muhammed’den Rum’un büyüğü Herakliyus’a, Selam hidayete tabi olanlara olsun. Emma ba’d! Seni İslam’a çağırıyorum. İslam’a gir, selameti bul! Allah da ecrini iki kat versin. Yüz çevirirsen, bütün tebeanın günahı üzerine olsun. “Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer onlar yüz çevirirse siz deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız” (Al-i İmran 64). Herakliyus, mektubun okunuşunu tamamlayınca, yanında sesler yükseldi ve gürültüler arttı. Bize emretti, çıkarıldık. Ben arkadaşlarıma: “İbnu Ebî Kebşe’nin işi ciddidir.(17) Şu Benî Asfer’in (Rumların) (18) kralı … (İbnu Ebi Kebne’den murad Aleyhissalâtu vesselâm’dır. Ebu Kebşe, Resûlullah’ın ecdadından biridir. Araplar bir insanın değerini düşürmek için ecdadından tanınmayan birine nisbet ederlerdi. Bir kavle göre de bu zât, puta tapmada Kureyş’e muhalefet eden Huza adlı birisidir.) ondan korkuyor!” dedim. Allah İslam’ı bana nasib edinceye kadar onun galip geleceği inancını taşıdım. Herakliyus, ileri gelen cemaatini hep davet etti, kendine ait sarayların birinde toplandılar. Onlara: “Ey Rum cemaati! Ebedî bir kurtuluşunuz ve şu saltanatınızın bekasına ne dersiniz?” dedi. Bunun üzerine, hep birden vahşi eşekler gibi ürküp kapılara koştular. Ancak hepsini kapatılmış buldular. Herakliyus onları geri çağırdı. “Ben sizin dindeki salabetinizi imtihan ettim. Sizde gördüğüm durum hoşuma gitti!” dedi. Bunun üzerine, ona secde ettiler ve ondan razı oldular.” [Buharî, Bed’ü’l-Vahy 1, İman 37, Şehadat 28, Cihad 11, 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsir Al-i İmran 4, Edeb 8, İsti’zan 24, Ahkam 40; Müslim, Cihad 73, (1773); Tirmizî, İsti’zan 24, (2718).]
Bilindiği üzere Habeşistan kralı (Necaşisi) Eshame’de Hıristiyan’dı. Efendimizden İslam’a davet mektubu geldiğinde kabul etmişti, peygamberin gerçek beklenen peygamber olduğunu biliyordu Müslüman olmuştu.
Görüldüğü gibi önceki peygamberlerde Efendimiz den (s.a.v.) haber vermiş ve Onu son peygamber diye müjdelemişlerdir. Nitekim bilindiği gibi son peygamberde Efendimizdir. Fakat şimdi diyeceksiniz ki; madem diğer kutsal kitaplarda Efendimize bu kadar delil var. O zaman neden onlar Müslüman olmuyor? Cevap: Önyargılarından, Kibirlerinden ve hakikati inkar edip başka türlü yorumlayışlarından… Yahudiler Hz. Musa beraberlerindeyken bile puta tapan bir topluluktur, kendilerini seçilmiş olarak bütün insanlardan üstün görürler. Hatta dinlerine kendilerini bu kadar yücelttiği için kibir ve ırkçılıkları uğruna inanırlar. Kuran’ın tabiriyle “onlar pek az inanırlar”. Fakat Hıristiyan din adamları Hıristiyanlık hakkında bilgiye sahip oldukları için İslam’ı doğru şekilde öğrendiklerinde bağlantıyı kurup çoğunlukla İslam ı seçmektedirler. Nitekim kuran da “size en yakın Hıristiyanlardır” denmektedir.
Enam- 20 – Kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o Peygamberi, kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler.
İşte görülüyor ki, bütün semavî kitaplar Fahr-i Kâinat efendimizin geleceğini açıkça ifade etmişlerdir. Onun son peygamber, peygamberlerin yücesi olduğundan zerre kadar şüphe yoktur. Adem’den beri her peygamber Allah’ın bir sıfatında fâni olmuş iken, o ferdaniyet makamına ulaşmış, Allah’ın doğrudan zâtında fâni olmuştur. Onun içindir ki, ona Rûhu’l-Hak deniliyor. Salat ve selam ona, tazim ve tekrîm Ashabına.
Şimdiden geriye doğru gidelim. Bugün İslam dini var; kitabı kuran, her coğrafyada Müslüman nüfusu var. Ondan önce; Osmanlı’da gene benzer coğrafya, kitabımız bir Kuran, o dönemde de Müslüman’ların yaşayışı aynı, daha geri gidelim İslam’ın bayraktarı Selçuklu, Harzemşahlar, Abbasiler, 4 halife dönemi tüm bu dönemlerde kitap aynı, Efendimiz hakkındaki hadisler ve kaynakları aynı ve Kuran ile örtüşmekte. Demek 1400 yıl öncesinde değişmemek üzere bir kitap gelmiş, örnek olmak üzere bir peygamber gelmiş, bu davaya gönül vermiş insanlar bu peygamberin örnek hayatını kayda geçirmişler, gene bu davaya gönül vermiş insanlar bu davayı tüm dünyaya ulaştırmışlar demek ki Efendimiz hakkında tüm bu anlatılanların yalan olma ihtimali yok, hepsi gerçek.
Ünlü bilim adamı Michael Hart “En Etkin 100” isimli kitabında listenin başına Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizi koymuş ve bunu şu şekilde açıklamıştır.
“Dünyanın en etkili insanlar listesinin başına Hz. Muhammed’i koymam bazı okurları şaşırtabilir, bazılarını da kuşkuya düşürebilir, ancak Hz. Muhammed tarihte, hem dini hem de laik düzeyde üstün başarılı olan tek insandı.… Mütevazı bir aileden gelen Hz. Muhammed dünyanın en büyük dinlerinden birini kurmuş, yaymış ve çok etkili bir politik lider olmuştur. Bugün, ölümünden on üç yüzyıl sonra, etkisi hâlâ güçlü ve yaygındır.”
“Sezarların Napolyonların, hitlerin…(zalimlerin) saltanatları kendileriyle bir yıkılıp gitmiştir. İslam dünyası içinde ortaya çıkan münafıkların saltanatları da bir süre devam etse de neticede bunlar da bir mum gibi sönüp gitmiştir. Ancak fahri kainat Efendimiz (s.a.v.)’in nurudur ki asırlardır hala bir projektör gibi ışık saçıp etrafını aydınlatmaktadır.” (M. Fethullah Gülen)
Araf- 158- De ki, Ey insanlar, şüphesiz ben göklerin ve yerin yaratıcısı ve sahibi olan ve kendisinden başka tanrı bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın sizin için görevlendirdiği peygamberim Sizler de Allah a ve O’nun okuyup yazması olmayan, Allah a ve sözlerine inanmış olan Peygamberlerine inanın, ona uyun ki, doğru yolu bulabilesiniz
Enbiya -107- Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik
NEDEN BİZE PEYGAMBER GÖNDERİLMEMİŞ, ARAPLARA GÖNDERİLMİŞ?
Bir kavme peygamber gelmesi kıskanılacak bir durum değildir. Nasıl pansuman yaralı bölgeye yapılır, peygamberlerde bozuk kavimlere gönderilir ki peygamberlerin en büyüğü Efendimiz (s.a.v.) zamanının en bozuk kavmi olan Araplara gönderilmiş ve Araplar kendi iradeleri, Efendimizin (s.a.v.) çabaları ve Allah’ın da izniyle -180 dereceden +180 dereceye dönmüşlerdir. Onların bozukluklarını yermek bir yana bu dönüşü gerçekleştirenler, bu kolay yoldan zor yola, bu en kötüden en iyiye olan dönüşü gerçekleştirebilenler çok büyük insanlardır. Bu dönüşü gerçekleştirebilmek dünyanın en zor işi olsa gerek. Çünkü o sahabeler o büyük dönüşü yapanlar hayatlarında yaptıkları 1-2 ufak tefek hatayı değiştirmemişler, tamamı hatalı olan hayatlarının tamamını en doğru en ters en zıt yöne çevirmişlerdir ki bunu yapmak gerçekten büyük başarıdır.
Enfal-90 – İşte onlar Allah’ın hidâyet verdiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü ve de ki: “Ben risaleti tebliğden dolayı sizden bir ücret beklemiyorum. O, bütün milletler için bir öğütten, irşaddan ibarettir.”
Kalem-52 –Delilik nerede, o nerede? Kurân’ın hiç delilikle ilgisi mi olur? Kurân olsa olsa, sadece bütün insanlara bir derstir.
Kendi ırkından peygamber gelmesini istemek, gelmediği içinde diğer bir ırktan olan peygamberin emirlerini dinlememek, ona ırkı yüzünden tabi olmamak ise düpedüz ırkçılıktır malayani bir faşistliktir. Efendimiz dönemindeki Yahudiler Efendimize kendi soylarından olmadığı için tabi olmamışlardı, halbuki gelecek peygamberin ne zaman geleceğinden tutunda yüz hatlarına kadar her şeyini gelmeden önce biliyorlardı. Hepsi gelecek son peygamberin varlığından haberdardı ama gelen peygamber kendi soylarından içlerinden olmayınca işler değişmişti.
Bakara- 146- Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed’i) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.
Bunun yanında kendi ırkından hatta akrabalarından olmasına rağmen “neden o peygamber ben değilim” zihniyetiyle Efendimize tabi olmayan Ebu Cehil gibi bedbahtlarda vardı. Farkındaysanız meselenin ırki yönünü atlatan kafirler bu sefer meseleyi kişiselleştirmiştir ve bu tarz inkarların alayına kibir gurur kıskançlık denir. “Niye o ırktan bizim ırktan değil, niye ben değilim de o…”
Zuhruf-30-31 – Ama bu gerçek kendilerine gelince: “Bu sihirdir, biz bunu kabul etmeyiz” dediler ve eklediler: “Bu Kur’ân, bu iki şehirden büyük bir adama indirilseydi ya!” 32 – Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?
Görüldüğü gibi inanmamak için bahane çoktur. Ama bu bahanelerin hepsi çürütülmüştür. Zaten Kuran tüm insanlara indirilmiştir. Tüm insanlar aynıdır. Yaşayış ve insani özellikler bakımından Arap’ın Amerikalı dan farkı yoktur. O nedenle kuran herkese hitap edebilir ve ederde.
Furkan-51 –Eğer isteseydik her şehre bir uyarıcı peygamber gönderirdik. 52 – (Fakat evrensel uyarma görevini sana verdik) O halde sen asla kâfirlere itaat etme ve Kurân’a dayanarak onlarla büyük bir mücahede gerçekleştir.