[Tasavvuf 1.Bölüm]

Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz ve hissettiklerimi yaşasaydınız; insanların yaptığı çoğu şeye şaşırırdınız,

Gerçek zevki içinizde yaşadığınız için; dünyayı bir cennet gibi yaşamayi gereksiz görürdünüz, dünyalık zevkler peşinde koşan insanlar gözünüze oyuncak peşinde koşan çocuklar gibi gelirdi,

İhtiyacınız dışındaki zevkler, içki içmek sigara içmek size zevk vermezdi, çünkü hislerinizden aldığınız zevk başka zevklerin peşinde koşmanıza ihtiyaç bırakmazdı.uyuşturucu kullanmaktan insanlar ne zevk alıyor ne gereği var diye düşünürdünüz,

Hırsızlık yapanların insanlara zarar vererek kendi zevklerini yaşayanların bunu nasıl vicdan azabını çekmeden yaşayabildiklerini ve bu kadar salak nasıl olabildiklerini anlayamazdınız,

Paralarını nasıl  iyilik yapmaktan başka şeylere harcadıklarını, ebediyete çalışmak varken neden yeni bir ev yeni bir araba almak için para biriktirdiklerini ve bu iş için efor ve zaman harcadıklarına şaşırırdınız.

Efendimizin nasıl bu kadar insanları etkileyebildiğini, insanların efendimizi nasıl bu kadar sevdiğini ve ona gönülden bağlandıklarını ve sahabelerin nasıl bu kadar aşkla hareket edip dünyaya yayıldıklarını ve hükmedebildiklerini  anlardınız.

Size yıllar içerisinde unutturulan bilgilerin ne kadar önemli bilgiler olduğunu unutturmaya çalışanların neden bu kadar çaba sarfettiklerini bu unuttuma işini neden bu kadar önemsediklerini, ve unutturarak ne kadar büyük kazançlar elde ettiklerini ilmel yakin görürdünüz.

İşte bu sebeple bu çektiğim en önemli video.

Şimdi size uzun uğraşlar sonucu öğrendiklerimi anlatıcam. ve bu öğretileri kimse sistematik ve düzenli öğretmediği, kendim çok zor ve çok uzun süre içerisinde parça parça elde etmeme rağmen size “kimsenin bana yapmadığı şekilde”; anlayıp, yaşayabilmenizi en kolay hale getirecek şekilde, bilimsel temelleri ile anlatacağım.

Not: Konu ile alakalı görsel deliller için SONSUZ GÜÇ Belgeselini buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.

” height=”315″ src=”https://img1.blogblog.com/img/video_object.png” width=”560″ style=”cursor: move; background-color: rgb(178, 178, 178);”>

Allah ı Tanımak

İnsana hizmet için verilmiş her şey yani varolan tüm varlık; insana doğrudan ya da dolaylı olarak enerji üretmek için varlar ve bu enerjinin tümünü insan beynine harcıyor, oradan düşünce>mana enerjisine çeviriyor. Yani kainattaki her şey mana enerjisi için var. Ve insanın yaşamı boyunca tek elde ettiği şey bu düşünceler-mana enerjileridir o zaman insanın amacı ve sonucu düşünce ve manadır.  “Bir anlık tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır.” (hadisi şerif), “Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (hadisi şerif)

 İşte kainattaki manaların kaynağı olan Allah ı anlama ve manalarını yaşama sanatına tasavvuf denmektedir. Tasavvuf Allah ı (isimlerini) tanıma ve İslam ı gereği gibi derinden yaşamak demektir. Tasavvuf peygamber efendimizin İslam ı yaşadığı şekildir. Gerçek manada Allah ı tanıyan ve bu yüzden Allah ı çok seven ve bu sevgi yüzünden de hayatlarını bu yola adayıp her şeyden vazgeçen müctehitler: “Allah ı bulan zindanda da olsa saraydadır, Onu bilmeyen sarayda da olsa zindanda gibidir” demişlerdir. Hatta yunus emre gibi bir takım zahidler, (birazdan da açıklayıp ispat edeceğimiz üzere) tasavvufun temeli olan vahdeti vücud için; “vahdeti vücudu anlamayan cennete bile gitse gerçek zevki yaşayamaz” demiş.

Nakşibendi tarikatından Ubeydullah ahrar; “tasavvuftan Gaye vücut bahsidir” diyerek tasavvufun amacının Allah’ın tekliği kavramak dan ibaret olduğunu belirtmiştir.

Tüm meşhur tasavvufçular eserlerinde varlıkta esasında Allah’tan başka mevcut olmadığını yani vahdeti vücudu ispatlamıştır. Bilinen hemen hemen tüm büyük ehli sünnet alimleri de tasavvufun varlığını ve doğruluğunu kabul etmişlerdir. Kurana aykırı olan düşünce ve mezhepler yanlış olduğu gibi Kuran a aykırı olan tasavvuf ve vahdeti vücutçularda yanlıştır.

Peygamber efendimiz zamanında tasavvufun olmadığını söyleyenler tevhid kelimesinin/inancının manasından, Kuran ve sünnetin aşılamaya çalıştığı imandan habersiz kişilerdir. Bu nedenle Sahabelerin nasıl böyle bir aşk ve güç ile yaşadıklarını anlamayan kişilerdir. Zaten anlasalardı yaşarlardı ve kendileri/günümüz Müslümanları bugünkü sefil durumda olmazdı. Sahabe gibi aşkla hareket eden her güçlüğü aşk ile aşan güçlü bir ümmet olurlardı. Günümüz Müslümanları ise İslam ı sadece bir ideoloji ve siyaset olarak benimsemiş ruhuna yedirememiş bir güruhtur. Akif te zaten özetliyor: “O vicdanlar nerdedir lakin? O iman nerde var? Heyhat! Ne olmuş ben de bilmem pek karanlık şimdi hissiyat!…Demek İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda; Bu yüzdenmiş demek hüsran-ı milli son zamanlarda..”

“Gâfil ne bilir neş’ve-i pür-şevk-i vegâyı, meydân-ı celâdetteki envar-ı sefâyı, merdân-ı gazâ aşk ile tekbirler alınca, titretti yine, rû-yı zemin arş-ı semâyı, Allah yoluna cenk edelim şân alalım şan…” (Mehter marşından) İşte ecdadımızda bu aşkı yaşıyordu hem de en güzel haliyle savaş meydanlarında…

Hac-74 – Allah’ı gereği gibi tanımadılar

Şura 3- ..derin hikmet sahibi Allah

Şimdi Allah ı tanıma, varoluş gayemizin esası olan gerçek manaları yaşama ve vahdeti vücut düşüncesine temel teşkil edecek; Allah ın en önemli vasıflarını öğrenip hayatımıza tatbik etmeye çalışalım.

Allah ın en önemli sıfatları

Öncelikle Allah in şu özelliğini çok iyi bilmemiz gerek

Bakara-255-…Göklerde ve yerde olan herşey O’nundur…

Bakara-255-… O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır…. yani bu ayetlere göre Allah heryerdedir

bir çok insan Allah ın bir insan gibi uzayda herhangi bir yerde varolduğunu zanneder. bu düşünce ile bir putperestlik düşüncesinin bir farkı yoktur. ve Allah ı uzakta bir bedeni olan ve uzaktan insanları yöneten bir varlık olarak bilmek kurana zıt bir düşüncedir. Kurana göre Allah heryerdedir, heryerde mevcuttur ve varolan herşeyin gerçek sahibi odur herşey bizzat tabiri caizse Onun elinden çıkmıştır.

Êhad sıfatı ve Bilimsel Temelleri

İhlas-1-Allah ehad dir…

Vâhid ve Ehad kavramları Allah hakkında kullanıldığında, “bölünmesi-parçalara ayrılması (tecezzî, inkısâm) ve sayısının artması (tekessür) mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” mânasını ifade eder. Allah’ın cüzlerden (birimlerden) teşekkül eden birleşik (mürekkeb) bir varlık olmadığı, benzeri ve dengi bulunmadığı mânasını taşır.

Yani ehad sıfatı ile bize anlatılmak istenen şudur: Allah uzakta ötede dünya dışında bir varlık değildir, herhangi bir yerde bulunan bir put değildir. Ondan ayrı bir mevcut olmadığı için Onun mülkü olmayan hiçbir nesne, Onun varolmadığı hiçbir yer yoktur. Ne diyor Hz.Hamza Müslüman olurken: “çölde iken Allah ın dört duvar arasında olamayacak kadar büyük olduğunu anladım” Biz uzayda bulunan yeri ve belirli bir mekanı bulunan uzaktaki bir tanrıya tapmayız.

Ehad sıfatı ile anlatılan: Allah cüzlerden (parçalardan) bileşik tümel bir yapı değildir. Yarattığı herşeyden önce Allah vardır, herşey Allah tan dolayı vardır. Yani varolan hiçbir şey Allah tan ayrı-bağımsız var olamayacağından, herşeyin varlığı kendisinden olduğundan ve varolan herşey Onun eseri olup Onu yansıtacağından esasında Allah tan başka hiçbirşey yoktur.

Biraz daha açacak olursak;

Allah ın varettiği her şey Allah tan ayı değildir ve bu yüzden bir bütündür, çevrenizde ayrı ayrı algıladığınız her şey, tüm maddeler (birazdan bilimsel olarakta açıklayacağımız üzere) esasında bir bütündür (birbiriyle bağlantılıdır) ve bizim görüp 5 duyu ile hissettiğimiz her şey bir bütün “ehad” olan Allah ın manalarının yansımasıdır. Yani Allah ın yarattığı her şey Allah ı (tüm herşeyin kaynağını) anlatmaktadır. Taşlar altında ezilirken Hz. Bilal ne diyordu “ehad…, ehad…” ehad esmasının zevki taşların verdiği acıdan ağır basıyordu. Yani sadece bir bütün olan ve tüm güzelliklerin kaynağı Allah vardır, esasında Ondan başka hiçbir şey yoktur, gördüklerimiz “zıll” yani birer gölge yansımadan ibarettir. Hz. Ali nin dediği gibi “Allah var idi ve Ondan başka hiçbirşey yok idi, el an da (şimdi de) öyledir.”

Bugün kuantum ve sicim teorileri bize tasavvufun anlattıklarını ispatlıyor;

Enerjinin sözlük anlamı şudur: maddede var olan ve ısı, ışık biçiminde ortaya çıkan güç demektir. Bilim adamlarının ispatına göre büyük patlama ile kainat oluşurken enerji maddeye dönüşmüş ve bugün bildiğimiz her şey, her madde enerjiden oluşmuştur.

Albert Einstein maddeyi, alanın (yani bildiğimiz manada boşluğun) aşırı derecede yoğunlaştığı uzay bölgelerinden oluşan bir şey olarak tarif ediyordu. Söz konusu yeni fizik anlayışına göre, hem madde hem maddenin bulunduğu alan aynı şeydi. Kuantum alanı, biçimsiz ve şekilsizdir, bütün biçimlerin tarlasıdır. Bir bakıma evrenin hamuru gibi bir şey. Parçacık dediğimiz sert ve katı madde, bu alanın bölgesel yoğunlaşmasından ibarettir.

Önceleri maddenin en küçük atomaltı yapıtaşlarının boyutsuz noktasal parçacıklar olduğu düşünülüyordu. Fakat 1984 yılında Queen Mary Kolejinden Michael Green ile California Teknoloji Enstitüsünden John Schwarz evrenin boyutsuz nokta parçacıklarından değil, sürekli titreşen tek boyutlu planck uzunluğunda olan ipliksilerden oluştuğunu öne sürdüler. Yani “maddeler atomlardan, atomlar; proton, nötron ve elektrondan oluşur. Proton ve nötronlar; kuarklardan. Kuarklar ve elektronlar ise; sicimlerden (enerji ipliklerinden) oluşmaktadır” diyor sicim kuramı.

Sicimler öyle bir küçüklüğü ifade ediyor ki; atom, bir gezegenin yanında ne kadar kalıyorsa, sicim de bir atomun yanında o kadar kalıyor.

Bugün Plank ölçeği ile maddenin özüne inildikçe inildi ve maddenin özünü kum tanecikleri gibi değil sn. 300 bin km hızla giden dalga temeline (titreşen enerji iplikçiklerine) dayanıyor. ve bu dalgalar sürekli hareket halinde yenilenmektedir. yani çevremizdeki herhangi bir madde 1 sn öncesi ile aynı değildir. Yani madde enerjinin yoğunlaşması ile oluşmuş görüntüdür sadece.

Sonuç olarak herşey tek birden (sicim denen enerji iplikçiklerinden) kaynaklanan hologramik dalgalanmalar oluşmakta ve bu dalgalanmaları zihnimiz gerçek olarak algılamaktaydı. Hologramik dalga teorisi birçok bilim adamınca da kanıtlanmıştır.

Bu durumun aslında ilk kanıtlarından biri; atomun içinin neredeyse tamamen boşluktan oluşmasıyla anlaşıldı. Atom çekirdeği etrafında dönen elektron ve protonlar; çekirdeği bir nokta kabul edersek bir futbol sahası uzaklığında dönüyorlardı. Neredeyse tamamı boşluktan oluşan bu sistem atomu yani bizim elle tutup sert ya da yumuşak dediğimiz cisimleri oluşturuyordu.

Devamında atomları oluşturan atomaltı boyuttaki parçacıkların bizzat maddeyi oluşturmasına rağmen madde olmadıkları ve bildiğimiz maddelerin özelliklerini göstermedikleriyle anlaşıldı. Bu atomaltı parçacıklar; aynı anda birden fazla yerde olabilme, ışıktan hızlı hareket edebilme, düşünce gücü ile yönlendirilebilme, cisimlerin yokmuş gibi içinden geçme, aynı etkiye sabit tepkiler vermeme, tahmin edilemez kanunsuz hareketlerde (yada bizim bilmediğimiz kanunlara göre harekette) bulunma gibi fizik kurallarına aykırı, atomaltı (nükleer) boyuta özgü özellikler sergilerler.  Hatta o kadar ki; Modern fiziğe göre atomaltı parçacıklar siz gözlem yapmadığınız sürece yoklardır. Yani biz baktığımızda madde var biz bakmadığımızda ise o maddeler aslında yok, bilim bize bunu söylüyor.

Fizikçiler tüm gerçekleri barındıran kuantum aleminin ortaya çıkmasıyla adeta şaşkına dönmüşlerdi, hatta kuantum için Einstein in korkulu rüyası denir. Einstein; Neils Bohr un ilk olarak ortaya attığı kuantumu ve bu fiziğe aykırı gerçekleri kabullenmek istememiştir.

Fizikçi Alastair I. M. Rae Kuantum Fiziği: Yanılsama mı Gerçek mi adlı kitabında şunları demiştir: “… Hemen hemen herkes mikroskobik dünyanın gerçekçi bir modeline dayandırılan görüşü tercih etmiş olacaktı. Bu yani maddi gerçeklik olmadığından, bir çok fizikçi ile birlikte ben, Copenhagen fikirlerini yani algıladığımız şeylerin yanılsamadan ibaret olduğunu kabul etmek zorunda kalmışızdır. Biz bunun böyle olmasını özellikle istemedik, ancak fiziksel dünya davranışını daha iyi betimlemenin tek yolu budur. ”Alastair I. M. Rae, Kuvantum Fiziği: Yanılsama mı Gerçek mi, Sayfa 153, ( Evrim Yayınevi )

Şimdi, kurama göre tüm maddelerin yapı taşı sicim denen iplikler, bu durumda her maddenin yapıtaşı aynı oluyor. Peki, bunlar nasıl farklı maddeleri oluşturuyor? Bu soruya bilim adamlarının verdiği cevap şu: titreşen tek boyutlu iplikler olan sicimler, farklı titreşim frekanslarında titreşmeleriyle farklı maddeleri oluşturuyor.

Cambridge üniversitesinden prof.martin rees, evrenin bizden daha akıllı bir uygarlık tarafından yapılmış bir bilgisayar simülasyonu olabileceğini ileri sürdü.

İşte bu şekilde kuantum ve sicim teorileri sayesinde dünyanın-maddi alemin bir hayal ürünü bir rüyadan ibaret olduğuda ispatlanmıştır. Gerçek olan tek şey bizim algıladığımız manalardır. “İnsan rüyadadır ölünce uyanır” Hz. Ali

Kuantum ilmi çerçevesinde senaryolaştırılmış Matrix filminde; matrixin yani sanal dünyanın içindeyken Neo yere düşer, gerçek dünyaya geri döndüklerinde sanaldaki düşmenin etkisi ile burnu kanamaya başlar. Neo kendisine matrixi tanıtan Morpheusa şöyle der: -matrix in gerçek olmadığını söylemiştin (o zaman oradaki sahte etki ile gerçek dünyada burnum niye kanıyor) matrix in içinde gerçekten ölebilir miyim?  -Morpheus:  Zihnin olanları gerçek algılıyor (evet ölebilirsin)

Matrix filmi tasavvufu nereden biliyor derseniz; tasavvuf ilminin şeytani ve büyüsel amaçlarla kullanılmasına kabalizm denmektedir. Matrix filmini kabala kitabı baz alınarak yahudi … kardeşler çekmiştir. matrix filmi üst boyuta geçen insanları konu almaktadır, aynı şekilde tasavvuf erbabı bir çok zatında su üzerinde yürüdüğü, rüyalarla iletişim kurduğu vs. bilinmektedir.

“Ölmeden önce ölünüz” (Hadisi şerif) hadis-i şerifinde işaret üzere fizik ölümle ölmeden bedeni ve beyni terk etmeden evvel kendinizi beden kabul etmeyi terk etmek ve Düşünsel (manalar ihtiva eden) bir varlık kabul etmek suretiyle madde Ötesi yaşama hazırlanınız. Çünkü ruhun dünyadayken elde edebileceği şeyleri bedeni terk ettikten sonra temin etmesi mümkün olmaz. diğer manası şudur; Nefsim dediğin şeyin yani benliğin gerçekte var olmadığını idrak suretiyle öl ki varlığını teşkil eden mutlak ben ile derinliğe Kavuşasın, Zira benlik Ancak Allah’a mahsustur.

şimdi bu bilgiler ışığında 100 lerce yıl önce tasavvufçuların oluşturduğu sistematiğin bilimle ne kadar örtüştüğünü görelim:

yani sonuç olarak bugün; Her maddenin atom altı boyutuna inildiğinde her şeyin esasında enerjinin yoğunlaşmasıyla meydana geldiğini, bilinen en küçük madde parçacıklarına baktığımızda her şeyin enerji iplikçiklerinden oluştuğunu yani her şeyin esasında aynı şeyden (ışıktan-enerjiden ya da nurdan)  oluştuğunu görerek varlığın mutlak anlamda tekten ibaret olduğunu anlıyoruz. birazdan daha net anlayacağınız üzere bu durum ehadiyet sıfatının maddi delilini oluşturmaktadır.

Nur-35-Allah yer ve göklerin nurudur. 

Nur esması ile Allah maddenin temelini ve maddeyi oluşturmuştur. Bütün varlık bu nurun aksi ve mevcelenmesinden ibarettir.

Şimdi tasavvufun anlattıklarını bilimsel olarak açıklamaya çalışalım; tasaavufa göre gördüğümüz daha doğrusu varolan her şey esasında Allah ın esmalarının bileşiminden (yani isim-manadan) başka bir şey değildir. Bu gördüğümüz Allah ın yansımasından oluşan aleme mülk alemi denmektedir. Mülk aleminin (yani madde aleminin) temelini ise melekut alemi (yani Allah ın nurundan oluşan ve bizzat tasarrufu altında bulunan alem) oluşturur.

tasavvufa göre melekut alemi Maddenin kuantum boyutundaki en öz, en temel hali ve bu boyuttaki halin doğal olarak Allah ın bizzat emri tasarrufu altında olmasıdır. (Bilimsel manada enerji iplikçiklerinin olduğu en alt boyut bu alemi oluşturur)

tasavvufa göre Mülk alemi ise maddenin suretini bize görünen halini ifade eder. yani bizim boyutumuzu temsil eder. Bu demek değildir ki Allah maddenin özüne hükmeder ama dışına suretine hükmedemez. Zaten maddenin özü demek en ufak birimi en temel taşı demektir, en temele hükmedip değiştiren tüm maddeye dilediği gibi hükmedebilir. Dolayısıyla maddenin özünde dilediği gibi tasarruf sahibi olan Allah mülküne de dilediği gibi hükmetmiş olur. Mülk onundur. (Enerji iplikçiklerinin farklı titreşim ve dizilimleri sonucu oluşmuş bize görünen madde boyutu bu alemi oluşturur)

İşte Allah ın melekutu; maddenin altı olan, maddenin özü olan bu atomaltı alemi oluşturur. Yani melekut alemi; farklı bir boyutu ve maddenin temeli olan alemi ifade eder.

Sonuç olarak Atomaltı parçacıklarında altında olan enerji-ışık iplikçiklerinin farklı farklı titreşimi sonucu farklı türde atomlar yani elementler, bu elementlerin farklı dizilimi ile de çevremizdeki tüm varlıklar oluşur. tasavvufa göre ise herşeyin en temeli olan melekut alemi, Allah ın zatını da oluşturan nur-ışık esmasından (yani Allah ın nur isminden) oluşmaktadır. bize görünen mülk alemi ise nur esmasının farklı şekillerde bize yansımalarıyla Allah ın farklı isimlerinden ibarettir. Madde denen sert cisimlerin içi boş olan atomlardan, o atomlarında soyut olan ışıktan ibaret olduğunu bildiğimize göre maddelerin aslında bizim algıladığımız tarzda varolmadığını bir yanılsamadan ibaret olduğunu, gördüğümüz herşeyin aslında ışık ve manadan ibaret olduğunu anlıyoruz. yani en nihayetinde; hem tasavvufun hem de bilimin genel anlatımıyla; farklı farklı titreşen nur dalgaları farklı farklı manaları meydana getiriyor; yani Allah melekutu ile esmalarını (isim ve sıfatlarını) açığa çıkarmış oluyor.

Yasin-83- İşte O, Sübhan’dır (eksik sıfatlardan münezzehtir). Herşeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.

Madde Yok Sadece Allah mı Vardır, Madde Varsa Allah ile Nasıl birdir?

Şimdi bu açıkladıklarımıza dair insanların ihtilafa düştükleri noktaları açıklayalım;

Allah’tan başka mevcut yoktur demekle her mevcut Allah’tır demek ayrıdır. Mevcut olan her şey Allah tır demek şirktir panteist görüştür. Bütün mevcudat bir araya gelince Allah oluşur düşüncesi yanlıştır.

Elmalılı Hamdi Yazır tasavvufu kabul etmekle birlikte (Hak Dini -3 te) şöyle demiştir : “Allah ı alemde yok etmeye uğraşan vahdeti vücut davaları batıldır. Varlıklardan hiçbiri Ondan ayrılmaz, doğmaz, südur etmez, ortaya çıkmaz. O her şeye kendini kendinden bir parçayı vermez. Eserler eseri yapanın aynı veya bir kısmı değil ancak delilidir.”

Vahdeti vücud konusunu tartışanlar hep yanlış yerlerde takılıyor; tekliğin tek başına varolduğu ama çeşitliliğin hiç olmadığı, ya da çeşitliliğin tek başına varolduğu ama teklik gibi bir şeyin varolmadığı gibi… iki düşüncede hem doğru hem yanlıştır, o nedenle bu düşüncelerden sadece birini kabullenmek tam doğru olmayacaktır. Tasavvuf iki düşüncenin de doğrusunu kabullenmektir. Bilimsel olarak şöyle açıklayabiliriz;

Atomik boyutun kendine ait bir yapısı vardır, (atomaltı) nükleer dünyanın da tamamen kendine özgü gerçekleri vardır. Biz fiziksel olarak ayrı ayrı olsak da temelde kuantum düzeyinde (maddelerin en ufak parçacıklarının olduğu en atomaltı düzeyde) hepimiz biriz, her şey tek birden gelmekte ve tek bire bağlıdır. Bilimsel olarak teklik denen bu kavram “Birleşik Alan” teorisi/kanunu ile kanıtlanmıştır. Varolan tüm maddeler (yani tasavvuftaki gölgeler) bileşik tek alanın doğal rezonanslı frekanslarıdır, yani dalgadır, hologramik dalgalardır, zihnimiz bu dalgaları gerçek olarak algılamaktadır öyle programlanmıştır.

Madde Allah ın zatı-kendisi olamayacağı gibi Onun parçası da değildir (çünkü Allah parçalara ayrılamaz, bölünemez) yani madde Allah ın zatından (özbenliğinden) ayrı olduğu gibi yaratılış itibari ile Allah tan ayrı da değildir. Şöyle ki; Allah ın tüm isimlerinin (esmalarının) sınırsız halde bir arada bulunması Onun zatını (bizzat kendisini) oluşturur, fakat maddeler ise Onun melekutu + birkaç esmasının belli oranlarda bulunduğu objelerdir. O nedenle hiçbir madde Allah ın tüm isimlerini ve sınırsızlığını bir arada bulunduramayacağından (haşa) Allah ın kendisi değildir fakat özellikleri bakımından Allah tan ayrı da değildir.

Özet olarak; Eşya denen şey nur esmasının çeşitli esmalar (manalar) şeklinde bize görünmesidir. Bu haliyle eşya; Allah ın zatından ayrı olarak vardır ve bu eşya Allah ın elinden çıkmıştır, maddesini Allah yaratmıştır ve Onun eseri olduğu için Ondan farklı bir mana ihtiva edemez, Allah ın manalarını sergilemek zorundadır; bunun yanında tüm eşyanın varoluşunun devamını ve vazifesini ifa etmesi gene Allah ın sayesindedir bu özellikleri dolayısıyla eşya haşa Allah olmamakla birlikte Allah tan ayrıda değildir, her şey Allah ı anlatır. Kafamızda şablon oluşturmak gerekirse; eşya Allah ı kapsamaz, Allah tüm eşyayı kapsar, her şey Onun mülkü ve tasarrufu altındadır.

Nahl-17- Yaratan hiç yaratamayana benzer mi? 

Şura-11- Onun benzeri hiçbir şey yoktur. 

Fussilet-54- İyi bilin ki O, her şeyi ilmi ve kudreti ile kuşatmıştır.

Varolan Herşey Nasıl Allah ı Anlatır?

Gördüğümüz maddeler ve GERÇEKLEŞEN HER FİİL (yaşanan her olay) Allah ın zatı (kendisi) değildir, Onun esmalarının tecellisidir. Şöyle ki varolan her madde Allah ın sıfatlarının manalarını taşır ve esasında bu manalardan ibarettir. Akla gelen veya gelmeyen, insanın bildiği veya bilmediği her şey, esmâ terkiplerinden meydana gelmiştir! esma + enerji (nur esması) terkibiyle her şey ve her olay oluşur.

“Allah, sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratır.” (Sâffât, 37/96)

“ …Şüphesiz kuvvetin bütünü Allah’ındır .” (Bakara, 2/165) Allah’ın sıfatı olan kudret, onun zatından ayrılmayacağı itibariyle bu kudretin zahir olduğu her yerde ilahî zatın da mevcud olması zarûrîdir. “La kuvvete illa billah” (Kuvvet ancak Allah iledir)

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan 30)

En güzel sıfatlar Allah ındır, Onun sıfatlarının olmadığı yerde kötülük oluşur, kainatıda Allah yarattığı için kainatta Allah ın sıfatları harici bir şey yoktur, yani kötü sıfatlar ve zıt kavramı aslında yoktur, iyi sıfatların azlığı eksikliği vardır. Çünkü Allah ın sıfatlarında kendine zıt sıfat yoktur. Mesela bir insanda sevgi merhamet sıfatlarının yokluğu kin ve nefreti oluştur. Ya da zulmet nurun zıttı değildir azlığıdır.

Taha- 8- …Ve en güzel isimler O’nun kilerdir

Esmâ (Allah’ın isimleri), her şeyin aslı ve özüdür ki aynı zamanda yüce Zât’ın da perdesidir! “Allah’ın zatı üzerine Tefekkür etmeyiniz” hadisi şerifinde anlatılmak istenen; ben diye işaret ettiğiniz adınızı anlatmaya kalsanız her seferinde onu gene bir özelliğiniz vasfınız ile anlatmak zorunda kalacaksınız ki işte bu durum tasavvuf lisanıyla zat mertebesinden sıfat mertebesine rücü etmektedir. Dolayısıyla Allah’ın zatı üzerine tefekkür etmek muhaldir. Onun isimleri sıfatları hissedilir görülür onlar üzerinde tefekkür edilebilir.

Mesela: 32. Sözün 3.mevkıfınde Üstad B.Said Nursi bir çiçeğe bakarak çiçekte; alim, hakim mukaddir, musavvir, ya latif, ya hannan ya Mennan, ya rahim, ya sani … gibi isimlerin göründüğünü anlatır. Daha önce de belirttiğimiz gibi varolan her şey insana mana düşündürüyor ve bu manaları düşünmesi için var.

Furkan-45- Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. > Rabbimizi görmek mi Onu bu dünyada nasıl görebiliriz ki? demekki gölgede allah ı görmemiz gerekir.

Bakara-115-Doğu da batı da Allah’ındır. Yüzünüzü hangi cihete çevirirseniz çevirin, vech-i ilâhî (Allah ın yüzü) oradadır. > Nereye bakarsak Allah ı görürüz.

Kassas-88- O’nun vechi (zatı) hariç, her şey yok olacaktır. > Manaların üzerini örten maddeler sonunda yok olacak ve sadece Onun zatı ve sıfatları kalacaktır.

Hz. Âli, “ Görmediğim Allah`a ibadet etmem “ demiştir.

Hz. Ebu Bekir, “Hiç bir şey görmem ki, evvelinde Allah`ı görmüş olmayayım.” demiştir.

İman görmediğine kabullenmektir inanmaktır, görünene ise iman olmaz ikan olur, iman biter ikan başlar. Bakara -4 te müminlerin ikan sahibi olduğu belirtilir.

“Bütün mevcudatın hakaikı, bütün kainatın hakikatı; esma-i İlahiyeye istinad eder… Hatta muhakkikîn-ı evliyanın bir kısmı demişler: ‘Hakikî hakaik-ı eşya esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir.’ ” (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)

Mesela bir balıkta kuddüs + Rezzak… isimleri görünür. Pis ve kötü şeyler ise daha önce dediğimiz gibi Allah ın güzel olan sıfatlarının azlığından kötü görünür. Allah sızlığın ve Allah ın farkına varmamız için Allah kötülüğü yaratmıştır. Hatta her kötü şeyin bir hikmetide olduğu için; El-Hakîm: “Her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratan, El-Hakem: “Mutlak hakim, hakkı batıldan ayıran. Hikmetle hükmeden,El-Müntekim: “Zalimlerin cezasını veren, intikam alan.”… görünür.

Seyyid kutub’un “Fezaili Kuran” eserindeki İhlas Suresi tefsiri: “Bu varlığın tekliğidir. Ortada onun gerçekliğinden başka gerçeklik yoktur. Onun varlığından başka gerçek bir varlık yoktur. Diğer bütün varlıklar ancak bu gerçek varlıktan Alır varlığını. O’nun zati gerçekliğinden Alır gerçekliğini. Bu nedenle bu teklik, iş ve faaliyet tekliğidir. Bu evrende ondan başkası hiçbir şey yapamaz. Hiçbir şeyi etkileyemez. Varlıklar aleminde Allah gerçeğinden başka bir şeyi göremeyen bu düşünce iyice yerleştiğinde bununla beraber bu gerçeği ondan kaynaklanan diğer varlıkların hepsinde görmeye başlar. Bu öyle bir derecedir ki, kalb orada gördüğü herşeye Allah’ın elini görür. Bununda ötesinde bir derece vardır ki kalb orada Allah’tan başka evrendeki şeylerin hiç birini görmez. Zira orada Allah gerçeğinden başka görebileceği hiçbir gerçek yoktur.”

İmam Gazali derin Tefekkür sahiplerine yazdığını belirttiği müşkilatül Envar adlı eserinde varlığın tekliği hakkında şöyle söylüyor; “işte Arifler buradan mecaz çukurundan hakikaten zirvesini yükselir miraçlarına tamamlar, açık bir müşahade ile görürler ki varlıkta Allah’tan başka bir şey yok”

Mevlana hazretleri özetle şöyle der: “…Bizler birer aslanlarız, fakat hakiki değil, sancak üzerine nakşedilmiş ve esen rüzgârla hareket eden aslanlar. Sancak üzerindeki bu aslanların hareketleri hissedilir de, bunları hareket ettiren rüzgâr görünmez…”

“la mevcûde illâ Hû” yani “Allah’tan başka varlık yoktur” denmesinin sebebi Varlıkların Allah’ın varlığı karşısındaki mevcudiyeti çok sönük olduğundandır. Muhyiddin İbni Arabi, de varlıkları bir gölge olarak görmektedir. “la meşhûde illâ Hû”, “Allah’tan başka müşahede edilen bir varlık yoktur” demek ve yaşamak en doğrusu olacaktır.

Tasavvufu (her şeyi Allah ın yaptığını ve Onu anlattığını) anlatan diğer ayet ve hadisler:

“Ektiğiniz şeyi siz mi ekiyorsunuz yoksa biz mi? (Vâkıa, 56/63) 15-) “Söyleyiniz, içtiğiniz suyu buluttan siz mi indiriyorsunuz yoksa biz mi? (Vâkıa, 56/68).

“Bunlar Allah’ın ayetleridir, onları biz sana gerçekten hakkıyla okuruz .” (Bakara, 2/252; Al-i İmran, 3/108) > Halbuki Hz.Peygambere ayetleri okuyan Cebrail’dir.

 “Sizden sabreden ve mücadele edenleri bilmemiz için sizi elbette tecrübe eder deneriz .” (Muhammed, 47/31) >Allah geçmiş gelecek her şeyi bilmesine rağmen, imtihanla insanın ne olduğunu insanın kendisine gösterecek olmasına rağmen…

“Onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman sen atmadın fakat Allah attı .” (Enfal, 8/17).

 “Sana biat edenler Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli onların elinin üstündedir.” (Fetih, 48/10)

“Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız” (Kaf, 50/16) >Yani İnsan ile hemen hemen bütünüz

“ …Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O’dur….” (Mücadele, 58/7)

“Yerde ve göklerde olan herkes O’nu ister, O her an bir şe’ndedir” (Rahman, 55/29). 

“Zafer doğrudan doğruya Allah’ın katındandır.” (Enfal 17)

* “Ey insanoğlu! Hasta oldum beni ziyaret etmedin? Kul: Yarabbi, Sen Rabbülâlemînsin, Seni nasıl ziyaret ederim. Cenâb-ı Hak: Bilmiyor musun, falan kulum hasta oldu onu ziyaret etmedin, eğer onu ziyaret etseydin, Beni onun yanında bulurdun…” (Hadisi kudsi)

Örnekler çoğaltılabilir…

Hem zaten şöyle ki; maddelerin ve olayların bizde bir mana oluşturması için Allah ın varlığı ile birlikte düşünülmesi lazımdır. Ancak o zaman maddelerin bir hikmeti, nedeni ve bir manası olabilir, Allah ın varlığı kabul edilmezse maddenin de bir hikmeti, insanın manasız yere nefsini tatmin etmekten başka bir sebebi ve amacıda olamaz. Örneğin: – buğday neden vardır? Allah sız düşünüldüğünde verilecek cevap; – insanın doyması için. – İnsan neden doyuyor doyması için neden buğday var ???  Bu soruların cevabı zihnimizde Allah olmadan verilemez.

O nedenle inançsız insan “hiçbirşeyin manası yok” diyerek intihar eder. İnançlı insan ise aç olduğu manaları seyredip doyar, her şeyin hikmetini anlar şükreder.

işte o yüzden

Vahdetü’l-vücut için, Mesnevî-i Nuriyye’de “Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir.” Buyrulur.

Şimdi neden en önemli zikir in “Lailaheillallah” (Allah bir dir, tektir) demek olduğunu anladın. *lailahe illallah manası: Allah tan başka varlıklar yoktur, tek ve yalnız vahidül ahad Allah vardır. Gördüğün ayrı ayrı varlıklar Allah tan ayrı değildir.

Samed ismi ehad ismini destekler nitelikte;

 Herşeyin Allah a muhtaç olmakla birlikte Allah ın hiçbirşeye muhtaç olmadığını belirtir. İşte şimdi ihlas suresinin neden kuran ın 3 te birine denk olduğunu anladın. İhlas suresi- Allah ehad dır, samed dir.

Hayy ve Kayyum isimleri;

Varolan her şeyin Onun varlığı sayesinde hayatta ve ayakta kalabildiği, Allah tan gelen sürekli bir hayat enerjisi yani kayyumiyet sıfatı olmazsa maddi enerji olsa dahi hücrelerimizin hayat sahibi olamayacağı ve bir arada duramayacağı dolayısıyla tüm varlığın söneceği hayatını kaybedeceği anlatılmaktadır. Herşey Onun sayesinde vardır Onunla kaimdir.

*Samed ismi ile; Allah ın hiçbirşeye muhtaç olmadığı gibi varolan her şeyin de varlıklarını devam ettirebilmek için Allah a ve Allah ın yaratıp çekip çevirdiği enerji döngüsüne muhtaç olduğu belirtilmiştir. Sistemi var eden ve sistemi döndüren gücün kaynağı Allah tır.

Ali-İmran-27- Geceyi gündüze katar günü uzatırsın, gündüzü geceye katar geceyi uzatırsın. Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın

Haşir-23- Allah onların ortak koştukları şeylerden (sahte tanrılardan) pek münezzehtir > bu ayette anlatılmak istenen şudur: Allah; insanların tanrı diye taptığı Allah harici tüm o şeylerden çok farklıdır zaten o sahte tanrılarında hepsini Allah yaratmıştır.

Maide-17-Andolsun ki “Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter?” > ayetinde; Allah ın yaratılmış, varolan her şeyin üzerinde olduğu, madde diye tabir edilen her şeyin üzerinde tam tasarruf sahibi olduğu, yaratılmış her varlığın (gölgenin) aynı cinsten olup Allah tarafından yaratıldığı gibi yok edilebilir olduğu fakat Allah ın kendisinin bu türden yaratılmış, gözle bu dünyada gördüğümüz bir şey olmadığı gibi tüm yaratılmışları yok eden ve vareden olduğu ve kendisine yaratılmış hiçbir şeyin zarar veremeyecek olduğu netice itibariyle “yaratılan hiç yaratan gibi olurmu” olduğu anlatılmıştır.

İsra Suresi-22- Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun.” >çünkü Ondan başka mevcut yoktur. Ondan başka olmayan şeylere bağlanırsan yalnız kalırsın

Hadid-3 – Evvel O’dur, Âhir O. Zahir O’dur, Batın O! O her şeyi hakkıyla bilir. > yani”önce ve sonra ve apaçık ortada olan ve algıların ardındaki hep odur

Sonuç olarak; insan hiçbir şey yapmıyorum diyemez, mecburen bir şeyler düşünmek bir şeyler yapmak bir yere yönelmek, bir şeylere bağlanmak zorundadır, işte o yüzden insan kendisi için; varolan asıl mana olan, tek gerçek mana olan, tüm manaların temeli olan, manaya muhtaç insan için tüm manaların kaynağı olan Allah a bağlanmazsa; düşünme nimetinin gereklerini yerine getirmemiş, kendini boşluğa sürüklemiş, Allah tan başka şeyleri Allah ı düşünüp-hisseder gibi manalarını hissedip yaşamış, yanlış yere yönelip yanlış manalar düşündüğü için kendine zarar vermiş, nefsine zulmetmiş olur.

Lokman- 13-…şirk pek büyük bir zulümdür, 

Şura-10-…, yalnız Ona güvenip dayanmışım dır ve yalnız Ona yönelirim

Yani Allah sistemi; mana enerjisi üzerine kurmuştur, bu manaları yaşayabilmek ancak tüm güzel manaların tek ana kaynağı olan Allah ı tanımakla mümkündür. Allah ın manasını kavrayabilmemiz için Allah ın bize kendini kuranda tanıttırdığı isimlerini (esmaül Hüsna) bilmemiz gerekmektedir. Tasavvuf un amacı da Allah ı tanımaktır ve tasavvuf kesinlikle Kuran ile kayıtlıdır, Kuranı anlamak yaşamak demek zaten tasavvuf demektir. Tabi bir takım Kuran yolundan çıkmış sapkınlıklar istisnadır. Şura-52- kuran ışıktır şüphesiz, doğruya, Allaha ulaştırır,

Peki neden madde alemi gözümüze ayrı ayrı maddeler gibi görünüyor, Allah neden bu şekilde yaratmış?

Allah a bağlı düşündüğünüzde varolan her şey bir mana belirtir. Allah bize bu şekilde esmalarını sıfatlarını kendini tanıtmıştır, iradeye sahip olan insanın; hem Allah ın olmadığı sıfatları yani (kötülüğü) hem de Allah ın olduğu güzel sıfatları görüp seçim yapması istenmiştir. “yüzünü nereye dönsen Allah ın vechini görürsün”(ayet) * “gizli bir hazine idim tanınmak istedim ve mahlukatı yarattım” (Hadisi kudsi- Keşfül-Hafa- 2-173)

Zuhruf- 84 – O, Allah’tır, gökte de yerde de tek ve gerçek ilahtır.

Büyük resmi görmek için izleyiniz; 

Dünyanın Kara Kutusu Belgeselinde hiç duymadığınız çarpıcı gerçeklerle büyük resmi daha iyi göreceksiniz;

Scroll to Top