Kuran meallerinde hep okur ve görürüz; genel olarak kafirler ebedi cehennemde kalacak azapları hiç hafifletilmeyecek şeklinde tabirler vardır. Peki bu mealler ne kadar doğru çevrilmiştir, neden böyle çevrilmiştir, gerçekten cehennem ve içindeki azap sonsuz mudur, bu durum Allah ın adalet ve rahmetine uygun mudur? Gene uzun süren araştırmalarım sonucu doğru bilgilere ulaştım. Ama bu makalede alıntıları  fazla yaptım, konu bütünlüğü ve kaynaklar bozulmasın diye belli kısımları olduğu gibi koydum. Asıl kaynakları da yazının sonunda bulabilirsiniz.


Müslümanların ve günah işleyenlerin cehennemdeki durumunu diğer makalemizde anlatmıştık. bu makalenin konusu kafirlerin (yani Allah ın varlığına inanmayanların) cehennemdeki durumu ile ilgilidir.

Hz. Ömer , hz.Ali gibi Cennetle müjdelenen sahabeler bile cehennemdeki azabın sonunun olduğunu (yani azabın sonlu olduğunu, sonsuz olmadığını) söylemişse aslında başka kimseye söz düşmez ama biz kuran da da böyle anlatıldığını yani gerçekleri göstererek akılları ve kalpleri tam tatmin edelim.

Önce cehennemin sonsuz olduğunu iddia edenlerin beyanlarını ve ayetleri sunalım;

Azabı hafifletilmez

Zuhruf-74 – Suçlular ise cehennem azabında ebedî kalacaklar, 75 – Azapları hiç gevşetilmeyecek,orada bütün ümitlerini yitirmiş olarak kalacaklardır.76 – Böyle yapmakla Biz onlara haksızlık etmedik, ama asıl kendileri öz canlarına zulmettiler.77 – Cehennem bekçisine şöyle feryad ederler: “Malik! Ne olur, tükendik artık!Rabbin canımızı alsın, bitirsin işimizi!”O da: “Ölüp kurtulmak yok, ebedî kalacaksınız burada” der. [87,11-13]78 – Allah da şöyle buyurur: “Biz size gerçeği getirmiştik.Fakat çoğunuz hakikatten hoşlanmamıştınız.”79 – Ey Resulüm! Onlar size hile kurmakta işi sağlama aldıklarını mı düşünüyorlar? İşte Biz de işi sağlam tutuyoruz

Secde- 14 – “Öyleyse, siz nasıl bugünkü buluşmayı unuttunuz ve bu unutmayı ömür boyu sürdürdüyseniz, Biz de bugün sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü, tadın bakalım sürekli azabı!”

Cehennem ateşinden çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır. (MAİDE/37)

Onlar bu (lanetin) içinde ebedî kalacaklardır. Kendilerinden ne bu azab hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır. (AL-İ İMRAN/88)

Nahl (85)-O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.

Bakara (162)-Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.

Fatır-36 – Kâfirlere ise cehennem ateşi var. Ne ölüm hükmü verilir ki ölsünler, ne de ateşin azabı hafifletilir.Biz işte Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü böyle cezalandırırız. (fi zilali kuran da her azılı kafiri diyor) [20,74; 43,74-77; 17,97; 78,30]

Mümin-45 – Allah onu, o kâfirlerin tuzaklarının şerrinden korudu.Firavun hanedanını da kötü azap kuşatıverdi.46 – Onlar sabah akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyamet koptuğunda da: “Haydi, Firavun hanedanını en şiddetli azaba sokun!” denilir47 – Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük taslayanlara: “Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kaldırabilir misiniz?”48 – Büyüklük taslayanlar da: “Bizim hepimiz ateşin içindeyiz. Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, iş bitti!”49 – Ateşte olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine: “Ne olur, Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun, azabımızı hafifletsin!” derler.50 – Onlar: “Peygamberleriniz size açık açık delillerle gelmediler mi?” deyince: “Evet!” diye cevap verirler.Bu defa onlar: “O halde siz kendiniz yalvaracaksanız yalvarın (biz sizin durumunuzdaki kimseler için dua etmeyiz.)” derler.Kâfirlerin duaları ise neticesiz kalır.

Aliimran-86 – Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi? Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz. 87 – Böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.88 – Onlar bu lânetin içinde ebedî kalacaklardır. Ne cezaları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacaktır.

Katillerin cezası asla hafifletilmez>*bakara-84 – Hani sizden, “Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ülkenizden çıkarmayın” diye söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz.  Buna siz de şahitlik edersiniz.85 – Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz.Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz. Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı.Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler.Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. 86 – İşte onlar âhiretlerini harap ederek, ona mukabil dünya hayatına müşteri olmuşlardır. Onun için, bunların cezası asla hafifletilmez, kendilerine yardım da edilmez.

“Ayetlerimizi inkâr eden ve kâfir olarak ölenlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir. Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir ne de yüzlerine bakılır.”

 “Kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr edenler, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.”

“İnkâr edenlerden cehennem azabı hafifletilmez.”

Ebedi cehennem

Tartıda hafif kalanlar kafirlerdir> Müminün-103 – Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır. 104 – Orada yüzlerini alevler yalar da, ateş dudaklarını yaktığında, dişleri açıkta kalıverir. [14,50; 21,39] 105 – Allah Teâla onlara şöyle buyurur:  “Âyetlerim size okunur da siz onları yalan sayardınız değil mi?”

Aliimran- 116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz. Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.

Furkan-68 – Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler.Zina etmezler.Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. 69 – Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.

Nisa-125 – Hep iyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip bir de İbrâhim’in tevhid dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah İbrâhim’i dost edinmiştir.     93 – Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir. (BEYYİNE/6)

Sonra o zulüm yapanlara “Tadın bakalım şu ebedi azabı!” denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?” (YUNUS/52)

Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir. (BEYYİNE/6)

Nisa- 168-169 – İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil.Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.

Maide-78 – İsrailoğullarından küfre sapanlar hem Davud’un, hem de Meryem oğlu Îsâ’nın lisanı ile lânetlendiler. Bunun sebebi onların isyan etmeleri ve taşkınlık edip haddi aşmaları idi. 79 – Onlar kötülük yaptıkları zaman, birbirlerini kötülükten vazgeçirmeye çalışmazlardı.  Ne çirkin davranıştı bu tutumları! 80 – Onlardan çoğunun kâfirleri velî edindiklerini görürsün. Bu iş -ki onu bizzat kendileri yapmış ve üzerlerine Allah’ın hışmını çekmişlerdir- ne kötü bir davranıştır! Onlar cehennem azabında devamlı kalacaklardır.

Hud-106 – Bedbahtlar cehenneme atılacaklar. Çektikleri azabın dehşetinden, devamlı surette anırıp canları çıkasıya feryad edecekler. 107 – Senin Rabbinin dilemesi hariç, gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin dilediğini yapar.

Bakara (81)-Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

Bakara (275)-Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alış veriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.

Enam (128)-Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedi kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

Araf (36)-Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

Rad (5)-Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

Enbiya (99)-Eğer onlar ilah olsalardı oraya varmazlardı. Halbuki hepsi orada ebedi kalacaklardır.

Haşr (17)-Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.

*-*-*-*-*

Nebe’ suresinin 23’üncü ayetinde kâfirlerin cehennemde “devirler boyu, süresi belirsiz uzun zaman” kalacağı, Hûd suresinin 107’inci ayetinde cehennemliklerin cehennemde “gökler ve yerler durdukça” kalacakları, En’âm suresinin 128’inci ayetinde “Allah’ın dilediği” kimselerin cehennemde “sürekli” kalmayacağı anlamına gelen ifadeler vardır.

Ayetlerdeki istisnalar sebebiyle cehennem azabının süresi konusunda İslam bilginleri arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. İlk dönemlerden itibaren, aralarında Hz. Ömer (ö. 23/643), Hz. Ali (ö. 40/661) ve Abdullah b. Abbas (ö. 68/687) ile İbn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi bazı alimler, İbn Arabî (ö. 543/1148) ve Celâleddîn er- Rûmî (ö. 17.12.1273) gibi bir kısım mutasavvıflar, Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını, rahmetinin azabına üstün geldiğini ve azabını geçtiğini bildiren ayet ve hadislere dayanarak cehennem azabının, uzun asırlar ifade eden bir sürenin ardından sona ereceğini veya içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale geleceğini düşünmüşlerdir.

Söz konusu azap uzun asırlar devam ettikten sonra bir gün sona erecektir. Ashaptan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre, Câbir b. Abdullah ve Ebû Saîd el-Hudrî; tâbiînden Abd b. Humeyd, Şa‘bî ve İshak b. Râhûye’nin dahil olduğu (İbrâhim b. Hasan, s. 473) selef âlimlerinden başka Cehm b. Safvân, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ve bazı Şiî fırkalarla Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Mûsâ Bigiyef, s. 17), İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbnü’l-Vezîr ve İsmail Hakkı İzmirli gibi önemli bir grup âlim bu görüşün savunucuları arasında yer almaktadır (Taberî, XII, 71; Eş‘arî, Maḳālât, s. 475; İbn Hazm, el-Uṣûl, s. 45; a.mlf., el-Faṣl, IV, 145; İbn Kayyim, s. 286).

Süleyman Ateş, Nebe, suresinin 23’üncü ayetinde geçen اب ا ق ْ اح ا kelimesini “süreli bir zaman” olarak anlamlandırmakta ve şöyle demektedir: “Ahkâb, ne kadar uzun zaman ifade etmiş olsa da yine sınırlı bir zaman bildirir.

Süleyman Ateş, her ne kadar cehennemin sonlu olduğunu söylese de bütün bu görüşlerin sonunda, “Ancak, Ateşten çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap vardır”19 ayetine dayanarak azabın ebedî olduğu çoğunluğun kanaatidir” demiştir.

Nebe’ suresinin 23’üncü ayetinde geçen ve “hukub” kelimesinin çoğulu olan ابَحقَ ْا ,peş peşe gelen ve birçok seneyi içeren devirler, süresi belli olmayan uzun süre anlamlarına gelir. Taberî (ö. 310/825)8 ve Kurtubî (ö. 671/1272)9 , hukub’un süresi ile ilgili olarak, 70, 80, 300 ve 70.000 yıl zikretmiştir. Ahirette bir gün, dünya günlerine göre 1000 yıl kadardır. Taberî (ö. 310/825), hukub’un “sonsuz, sınırsız süre” anlamına geldiği görüşünü tercih etmiştir.

Hûd suresinin 107 ve En’âm suresinin 128’inci ayetindeki “Allah’ın dilediği hariç” istisnası ile ilgili farklı yorumlar yapılmıştır. Bu istisnayı kâfirler dâhil cehenneme giren herkes için, “Allah, dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” şeklinde anladığımız zaman, onlarca ayet ile bu ayet çelişik duruma düşer. Hâlbuki Kur’ân’da çelişki yoktur.

Bu kimselere göre; Cehenneme giren müminlerin cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkacağı konusunda ayet bulunmamakla birlikte bu konuda birçok sahih hadis vardır. Cehennemin sona ereceği ve kâfirlerin affedilip cehennemden kurtulacağı konusunda ise açık, seçik ve sarih ne bir ayet ne de bir hadis vardır, aksine cehennemin sonsuzluğu ve kâfirlerin cehennemden çıkamayacağı konusunda açık seçik birçok ayet-i kerime vardır.

Kafirlerin azabının sona ermeyeceğini iddia edenler özet olarak şunları delil gösterir; eğer cehennem sona erecekse cennetinde sona erecek olduğunu bunun Kurana aykırı olduğunu. Ve diğer çok uzun sürelerle kastedilen mananın sonsuzluk olduğunu. Allah ın azabı bitireceğini hiç söylememiş olduğunu söylerler.

Kâfirlere uygulanacak azabın sona ereceğini kabul eden âlimlerin dayandığı deliller de şöylece özetlenebilir: 1. Kur’ân-ı Kerîm’in üç âyetinde cehennemde kalışın ebedî olmadığı açıkça belirtilmiştir. Bunlardan biri, şakîlerin (kâfirlerin) göklerle yerin devam ettiği müddet kadar cehennem ateşinde kalacaklarını, fakat Allah’ın dilemesi halinde bu sürenin kısaltılabileceğini haber veren âyettir (Hûd 11/107). En‘âm sûresinde (6/128) yer alan diğer bir âyet de aynı mahiyettedir. Üçüncü âyet ise azgınların cehennemde “ahkāb” süresince bekleyeceklerini bildiren âyettir (en-Nebe’ 78/23). Birinci âyette yer alan “gökler ve yer” kelimelerinden kastedilen, dünya hayatındaki gökler ve yerdir. Çünkü âyetin devamında belirtilen Allah’ın dilemesine bağlı istisna kaydı bunu göstermektedir. Eğer karşı grubun iddia ettiği gibi âhiretteki gökler ve yer kastedilmiş olsaydı bu istisna aynı zamanda âhiret hayatının da sona ereceğini ifade etmiş olurdu. Halbuki âhiret yurdunun ebedî olduğunda, Cehm b. Safvân ve Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf gibi isimler dışında, bütün İslâm âlimleri ittifak etmiştir. Gerek bu âyette gerekse konuyla ilgili üçüncü âyette söz konusu edilen şakîler ve azgınlardan (et-tâgīn) maksat, âsi müminler değil kâfirlerdir. Çünkü üçüncü âyetin devamında azgınların azaba çarptırılmalarının sebebi açıklanmış, onların âhirette hesaba çekileceklerine inanmayan ve Allah’ın âyetlerini yalanlayan kimseler oldukları bildirilmiştir (en-Nebe’ 78/26-28). Hûd sûresindeki (11/107) şakîlerden maksat da kâfirlerdir (bk. Tâhâ 20/123; el-A‘lâ 87/11-12). Zira şakî tevhid ehli statüsü içinde mütalaa edilemez. Bunlar gibi cehennemde kalışları Allah’ın dilemesine bağlı kılınan kişilerin de kâfir olduklarını bizzat kendilerinin itiraf ettiği belirtilmiştir (el-En‘âm 6/128-130). Son âyette yer alan “ahkāb” kelimesi ise “peş peşe gelen sonsuz devirler” mânasına alınamaz. Çünkü bu, azlık bildiren çoğul (cemʿu’l-kılle) kelimelerden olup sonlu yılları ifade eder (İbnü’l-Arabî, IV, 391). Hûd sûresinde (11/107) şakîlere verilecek azabın göklerle yer var olduğu sürece devam edeceği belirtildikten sonra, “ancak rabbinin dilediği hariçtir” buyurulmuşsa da bu istisna ile Allah’ın azap süresini uzatmayı mı yoksa kısaltmayı mı irade edeceğine dair bilgi verilmemiştir. Bununla birlikte aynı istisna ardından gelen âyette cennet ehli hakkında da yapıldıktan sonra âyetin devamında, “Bu bitmez tükenmez bir lutuftur” denilerek cennet hayatının sonsuzluğu kesin olarak tasrih edilmiştir ki cehennem azabı hakkında böyle bir beyan yoktur. Buna göre 107. âyette yer alan şakîlerin azap süresi ile ilgili istisna, ilâhî iradenin günün birinde bu azabı sona erdireceği, 108. âyette geçen cennet ehli hakkındaki istisna ve bunun devamındaki açıklama ise ilâhî iradenin cennet hayatını ebediyen sürdürme yönünde tecelli edeceği fikrini vermektedir. Bu yorum Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşatmış olduğu müjdesine daha uygundur.

Enam 128 ayetinden anlaşılan 1.görüş; Allah dilerse bu ebediliği bir müddet sonra sona erdirir. 2.görüş ise; Allah dilediği kimseleri orada ebedi kalmaktan kurtarır demektedir. Her iki manada da azabın sonu olduğu manası açıktır.

Nitekim ashaptan Hz. Ömer, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Amr, Ebû Saîd el-Hudrî de söz konusu âyetteki istisna kaydını bu şekilde yorumlamış ve cehennemin bir gün sona ereceğini kabul etmişlerdir. (Taberî, XII, 71; Fahreddin er-Râzî, XVIII, 63; İbn Kayyim, s. 288-292). Kâfirlerin cehennemden çıkmayacaklarını ve azaplarının hafifletilmeyeceğini bildiren âyetler ise cehennemin yok olmayacağını değil cehennem var oldukça azabın devam edeceğini gösterir. (İbn Kayyim, s. 95).

Cehennem yok olunca azabın devam etmesi mümkün değildir. Binaenaleyh mutlak olan bu nevi âyetleri dikkate alarak azabın hiçbir zaman sona ermeyeceğine hükmetmek isabetli sayılmaz. Yorumları üzerinde durulan yukarıdaki üç âyetin dışında, azabı konu edinen diğer âyetlerde de azap Allah’ın dilemesine bağlı kılınarak kayıtlandırılmıştır (meselâ bk. el-A‘râf 7/156). Azabın kendisi ilâhî irade ile kayıtlı olunca devam süresinin de kayıtlı olması tabiidir (İbnü’l-Vezîr, s. 353; Mûsâ Bigiyef, s. 34, 42-43). 2. Hadislerde hiçbir hayır işlemeyen ve azaptan kurtulmak dileğinde bulunan cehennemliklerin buradan çıkarılacakları belirtilmiştir (Buhârî, Tevḥîd”, 24; Tirmizî, “Ṣıfatü cehennem”, 10; İbn Kayyim, s. 297, 309). Bunu bütün azap görenlere teşmil etmek mümkündür (İbn Kayyim, s. 303-310). 3. Azaptan söz eden bazı âyetler onu “bir gün”ün azabı olarak niteler. “Bir gün”ün süresi hakkında çeşitli görüşler ileri sürmek mümkün olsa da “gün”ün belirli bir zaman parçası olduğu şüphesizdir. Buna karşılık naslar cennet nimetleri için “bir günün nimeti” tarzında bir ifade kullanmamaktadır. Bu da azabın geçici, nimetinse devamlı olduğunu gösteren delillerden biridir (İbn Kayyim, s. 307). 4. Rahmeti bütün yaratıkları kuşatmış olan Allah, yaratıklarına rahmet sıfatıyla muamele edeceğini vaad etmiş (el-En‘âm 6/12; el-Mü’min 40/7), rahmetinin dünyada olduğu gibi âhirette de gazabını geçeceğini haber vermiş (Buhârî, “Tevḥîd”, 55), yüce zâtını güzel isim ve sıfatlarıyla tanıtırken kullarına karşı şefkatli olduğunu ısrarlı bir şekilde vurgulayan isim ve sıfatları bulunduğuna dikkat çekmiştir. Esmâ-i hüsnâdan, inkârcılarla isyankârları cezalandıracağına işaret eden “müntakim” ile bir anlamda “kahhâr” ismi dışında kalanlar yüce Allah’ın affediciliğini, müşfik, rahmân ve rahîm oluşunu tekit eden isimlerdir (bk. ESMÂ-i HÜSNÂ). Esmâ-i hüsnâ içinde gafûr, gaffâr, rahmân ve rahîm isimleri bulunmasına karşılık muâkıb (ceza veren), gazbân (gazap eden) ve muazzib (azap eden) isimlerinin yer almayışı, azabın ebedî olmayacağını gösteren bir delil olarak kabul edilmelidir. Zira rahmet O’nun zâtından ayrılmayan kadîm ve ezelî bir sıfattır. Azap ise O’nun sıfat ve isimlerinden olmayıp kulların yaptıkları kötülüklere karşılığını veren adl sıfatına bağlı fiilinin bir sonucudur. Ezelî ve ebedî olan ilâhî isim ve sıfatların devamlılığı esastır. Azap “şer” olması itibariyle de Allah’a atfedilemez. Cenâb-ı Hakk’ın zâtı ve sıfatları mutlak kemal özelliğine sahiptir, fiilleri ise sırf hayırdır. Azabın dayanağı olan ilâhî gazap Allah’tan ayrılması imkânsız olan zâtî bir sıfat olmadığına göre azabın devamlılık arzetmesi gerekli değildir. Öyleyse gazap da onun neticesi olan azap da ârızîdir, rahmet ise zâtî bir sıfat olduğu için devamlıdır (İbn Kayyim, s. 301, 304).

Allah haşa o zaman cehennem ayetlerinde yalan mı söylemiştir?

Allah ın va’d i ve vaid i farklı şeylerdir.

Kelâm literatüründe va’d Allah’ın, emir ve yasaklarına uyan kimseyi mükâfatlandıracağını bildirmesi, vaîd ise bunlara uymayan ve bazı günahlar işleyenleri ebedî bir ceza ile uyarmasıdır.

Va‘d kulun Allah’tan talep edeceği hakkı ise vaîd de Allah’ın kuldan talep edeceği hakkıdır, dilerse bağışlayarak hakkından vazgeçebilir.

Cenâb-ı Hak Kur’an’da va‘dinden dönmeyeceğini açıkladığı halde vaîdinden dönmeyeceğini bildirmemiştir.  Ehl-i sünnet âlimlerinin de kabul ettiği gibi Allah’ın vaîdinden dönmesi mümkün olup bu, lutufkârlığına ve affediciliğine daha uygundur. Şu halde vaîdini yerine getirip getirmemesi ilâhî iradesine bağlıdır.

Vaîdden dönmeyi yalanla aynı şey kabul etmek (Mustafa Sabri, s. 19), Allah’ın affedici olmadığını söylemenin bir başka ifadesidir. Çünkü affetmek zaten, işlenen bir suça verileceği beyan edilen cezadan vazgeçmek demektir.

Allah cehennemin bu yönünü insanların faydası için daha çok vurgulamıştır doğal olarak. Çünkü insanları kötülüklerden sakındırmanın bir yolu da tehdittir. Aklı başında olan kişiler cezayı görmeden duymadan zaten doğru olanı yaparlarken bu durum her insan için geçerli olmaz, bazıları tehdit ile akıllanabilir. Anneler çocuklarına iyilikleri için bak yaramazlık yaparsan ağzına acı biber sürerim diye tehdit eder ama çocuğa en fazla fiske vurur, hiçbir zaman bunu yapmazlar iken; anne den defalarca daha merhametli olan Allah neden ve nasıl kişilere hak ettikleri azaptan fazlasını versin?

 Allah ın kuranda gösterdiği bu gizli rahmet de ayrı bir mucizedir. Çünkü bir yandan kötülükten sakındırmak için şiddetli tehdit görünmekte ve bu insanları kötülükten uzak tutmakta iyiliğe yönlendirmektedir. aynı zamanda kurandaki bu durum arapçanın ne kadar gelişmiş ve kuran için ne kadar uygun bir dil olduğunu göstermektedir. Konumuza devam edelim;

Şirki bağışlamayacağını beyan etmesi ise affetme tarzının değişik olmasıyla ilgili bir husustur. Yani bazı günahları azap etmeden affeder, şirki de azap ettikten sonra affeder (Mûsâ Bigiyef, s. 54).

Cennete sadece temiz ruhluların gireceği, inkâr ve isyanın kirlettiği kirli ruhluların (kâfirlerin) buraya giremeyeceği doğrudur. Ancak inkâr ve isyanın kötü tesirleri azap sayesinde temizlendikten sonra kâfirlerin de Allah’ın rahmetiyle cennete girmelerine izin verilebilir.

Kâfirin ebediyen azapta kalacağını ve hiçbir şekilde cennete giremeyeceğini savunanlar Kur’an’daki “hulûd” ve “ebed” kelimelerine dayanmaktadır. Ancak sadece bu iki kelimeye dayanarak böyle bir hükme varmakta çeşitli zorluklar vardır. Çünkü hulûd sözlükte, “değişikliğe uğramadan bir yerde uzun müddet beklemek” anlamındadır. Ebed de “sonsuzluk” mânasında değil “uzun süren zaman” anlamında kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḫld” ve “ebed” md.leri; M. Reşîd Rızâ, I, 234; VI, 78-79; VIII, 68, 99). Kelâmcılar ise Kur’an’da yer alan bu kelimeleri terimleştirerek bunlara sözlük anlamları dışında sonsuzluk ve ebediyet mânası vermişlerdir. Halbuki Kur’an’da bir mümini kasten öldürmek suretiyle büyük günah işleyen veya Allah’a âsi olan müminler için de “hulûd” kelimesi kullanılarak cehennemde kalacakları belirtilmiştir (en-Nisâ 4/14, 93). Eğer hulûd ebediyet mânası taşısaydı büyük günah işleyen müminlerin de Mu‘tezile’nin öne sürdüğü gibi cehennemde ebedî olarak kalacaklarını ve hiçbir zaman buradan çıkamayacaklarını kabul etmek gerekirdi. Halbuki Ehl-i sünnet âlimleri arasında müminlerin bir süre azap gördükten sonra cehennemden çıkacakları noktasında icmâ vardır. Cennetin devamlı olacağı ise açık bir şekilde “dâim” kelimesiyle belirtilmiş (er-Ra‘d 13/35) ve kesintiye uğramayacağı açıklanmıştır.

Ayrıca kuran da “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” Ve “Kim bir mümini kasde “Kim bir mümini kasden öldürürse n öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (en-Nisâ 4/14, 93) buyrulmuş; sahih bir hadiste ise intihar eden birinin de cehennemde kalış süresine “hâliden-muhalleden ebeden” ifadesi kullanılmıştır. (İbn Kayyim, ty:783-784) “Eğer “hulûd” ebediyet mânası taşısaydı büyük günah işleyen müminlerin de Mu‘tezile’nin öne sürdüğü gibi cehennemde ebedî olarak kalacaklarını ve hiçbir zaman buradan çıkamayacaklarını kabul etmek gerekirdi. Halbuki Ehl-i sünnet âlimleri arasında müminlerin bir süre azap gördükten sonra cehennemden çıkacakları noktasında icmâ vardır. Şu halde “hulûd” ebediyet değil uzun süre anlamındadır.” (Yavuz, 1991: IV. 308)

“Hulûd” ile “ebed” kelimelerinin sonsuzluk mânasında olmadığını gösteren bir başka husus da kâfirlerin cehennemde kalışlarının “mesvâ”, “lübs” ve “müks” kelimeleriyle ifade edilmiş olmasıdır. Bu üç kelimenin ilki “durak, konaklama yeri”, diğer ikisi ise “belli bir müddet beklemek ve gecikmek” anlamlarındadır. Mâlik adındaki cehennem muhafızının kâfirlere “bekleyeceksiniz” demesi (ez-Zuhruf 43/77), cehennemden “konaklama yeri” diye bahsedilmesi (en-Nahl 16/29; el-Ankebût 29/68) ve ölümden haşre kadar insanların kabirde geçirdikleri sürenin “lübs” kelimesiyle anlatılması (Yûnus 10/45), âhiret azabının sonlu olduğunu göstermektedir. Aynı kelimeler cennet ehli hakkında kullanılmamıştır. yani “Lübs” ayrıca “ahkāb” ile bir arada kullanılarak cehennemin cennetten farklı bir devam sürecine tâbi olduğuna işaret edilmiştir. Kur’an’da cennet ehlinin buradan “çıkarılmayacakları” belirtilirken (el-Hicr 15/48) cehennem ehli için aynı ifade kullanılmamış, onların cehennemden çıkmak istedikleri zaman “çıkamayacakları” (el-Mâide 5/37) ve çıkmalarına dair hükmü vermenin Allah’a ait olduğu (el-Mü’min 40/11-12) bildirilmiştir. İki ifade arasındaki fark açıktır.

Cehennemin sonsuz olduğuna karşı çıkan alimler; ebedîliğine işaret ettiği ileri sürülen “ebed” ve “hulûd” kavramlarının arkaik Arapça’da sonsuzluk değil, değişikliğe uğramadan bir yerde uzun süre beklemek anlamına geldiğini belirtmişlerdir.(Öztürk, 2011:256) Kur’an’da “ebeden” şeklinde yer alan bu kavram; biri hariç (Kehf, 18/3) “hulud” kelimesiyle birlikte on bir ayette; olumsuzluk ifade eden cümleler içinde “asla, hiçbir zaman” anlamında, on beş ayette; bir şarta bağlı olarak “süreklilik” anlamında yer almaktadır. (Abdulbâkî, 1970:1,230-231)

“Huld” kelime olarak bir yurtta kalmanın devamlılığını ve oradan çıkmamayı ifade etmektedir. (Râğıb,1986:220; İbn Manzûr, 1970:I,876 ) Mesela, Zemahşerî’nin (ö.538/1143) Esâsü’l-belâğa’sında hulûd “Bir yerde uzun süre kalmak” diye anlamlandırılmış; ayrıca geç yaşlanan ve yaşlandığı hâlde bir tek dişi dahi eksik olmayan kişiyi Araplar’ın mecâzî manâda “muhlîd” lakabıyla andıklarına bir kayıt düşülmüştür. ( Bkz. İbn Manzur, 1970:876; Öztürk, 2011:256)

Kelamcılar ise Kur’an’da geçen “ebed” ve “hulûd” kelimelerini sözlük anlamı dışında terim olarak, sonsuzluk ve ebediyet manasında kullanmışlardır. (Yavuz, 1991: IV. 308) Böyle bir yaklaşım doğru değildir.

Azabın ebedî olduğunu kabul etmek aklen de zaruri değildir. Nitekim azabın ebedî olarak devam edeceğini savunanlar bile bunu “akıllarına sığdıramadıklarını” itiraf etmektedirler (Mustafa Sabri, s. 15). Problemin ikinci yönünü oluşturan kâfirlerin cennete girip giremeyecekleri konusuna gelince, her ne kadar bununla ilgili naslarda açıkça “Kâfirler cennete asla giremeyeceklerdir” denilmemekte, bunların “deve (veya halat) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyecekleri” belirtilmekte (el-A‘râf 7/40) ve bunu da kâfirler için cennete girişin çok zor gerçekleşeceği mânasında anlamak mümkün görülmekteyse de cennetin Allah’a şirk koşanlara haram kılındığını açıkça bildiren âyet (el-Mâide 5/72) karşısında kâfirlerin oraya girebileceklerini söylemek oldukça güçtür. Böyle önemli bir konuda İbn Kayyim’in yaptığı gibi, mânaya delâleti açık olmayan bir iki hadise ve birtakım aklî istidlâllere dayanmak isabetli görülmemektedir.

Zaten Arapça’da azâb “terketmek, vazgeçmek, vazgeçirmek”- “tadını kaçırmak” gibi mânalara gelen azb kökünden isim olup “işkence, eziyet ve elem” anlamında kullanılır. Yani olduğu gibi terk edilmekte belki bir azaptır.

Ehl-i sünnet çoğunluğunun ilk devir İslâm âlimlerinin aksine azabın ebediyeti görüşünü tercih etmesini, II. (VIII.) yüzyılda başlayan katı bir tekfirciliğin giderek yaygınlaşması ve muhtelif mezheplerin elinde güçlü bir silâh haline getirilmesine bağlamak isabetli görünmektedir.

4 halifeden hemen sonra arap ırkçılığını İslam ın önüne geçiren emevilerin başa geçmesi bu tarz kuran tefsirlerinin sebebini göstermektedir. Tekfircilik ve kendinden başkasına en kötüsünü layık görmek; ırkçılığın, aşırı milliyetçiliğin normal bir tezahürüdür ki bu düşünce kuran tefsirlerine de yansımıştır. Arap olmayan herkes sonsuz cehennemde kalacaktır demediklerine şükretmek gerekir.

İbni Arabi hazretlerinin dediğine göre; tasavvuf ehlinden (evliyaullahtan) kimse kafirlerin azabının devamlı olacağı görüşüne sahip olmamıştır. Bu düşünceleri kurana aykırı değildir. Delil olarak Rahmetim heryeri kaplamıştır ayetini gösterirler. Ve ayetlere göre Allah verdiği Sözden dönmeyecektir ama korkutmak (kötülüklerden sakındırmak) için yaptığı tehdidi affedebilir.

Üstad da bu görüşe katılarak şöyle demiştir. “Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev’i ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur.”  (bk. İşaratü’l-İ’caz, s.81)

Özet olarak kuranda Kimi kafirler için (hak ettikleri üzere); Devirler boyu devam eden azap, devam ettiği müddetçe hafifletilmeyecek ama ne kadar uzun sürse de bu azabın sonu olabilir. Manası vardır.

Dünyanın Kara Kutusu Belgeselinde hiç duymadığınız çarpıcı gerçeklerle büyük resmi daha iyi göreceksiniz;

Scroll to Top