YouTube player

Alttaki yazının görsel delillerini üstteki videoda görebilirsiniz.

SEMUD KAVMİ SÜMERLER MİYDİ?

Hep duyardık bilim ve kuran insanın iki kanadıdır. biri eksik olursa insan yükselemez diye. beraber uzun süren yolculuğumuzda bu kati gerçeğin hayatımıza yön veren tarih bilimi konusunda da aynı olduğunu gördük. her bölümde daha iyi anladık ki tarih bilmeden kuran anlaşılmaz, kuran bilmeden tarih anlaşılmaz. bu bölümde bir kez daha göreceğiniz üzere bilim adamları ne kadar bilimsel veri elde etse de geçmişte yaşanmış bir çok olaya mana veremiyor, neden öyle olduğunu anlamıyorlar. Hayattaki her şeye mana verdiği gibi tarihte olanlara da kuran mana veriyor. kuran geçmişte olanların nasıl ve niye olduğunu, nasıl tedbir almamız, ne yapmamız, aynı hatalara düşmemek için nasıl davranmamız ne ibret almamız gerektiğini açıklayarak bize berrak bir bakış açısı sunuyor. Bu şekilde tarih bilgimiz kuran suyu ve toprağı ile gerçek bir kök gibi güçlenip yaşam ağacımızı hem sağlamlaştırıyor hem de doğru tarafa doğru gelişmesini sağlıyor. kuran bilgiye verdiği bu mana hamuru ile ruhumuza bir idrak, geçmişi görüp geleceğe bilinçli bir bakış açısı, yaşamımıza kutsal bir gaye ve kötülüğe karşı bir organizasyon oluşturuyor. susadığınız gerçekler için sizi çok bekletmeden yeni bölümümüze geçelim.  

 

önceki bölümde kuranda anlatılan ad kavmi ile tarihten bildiğimiz akad imparatorluğunun aynı ülkeler olduğunu ispatlamıştık. gösterdiğimiz en somut delillerden biri tüm dünyada bulunan antik menhirler, dolmenler ve dikilitaşlardı.

tüm dünyadaki dolmenler ve menhirler olarak bilinen megalitik anıtların devlerle ilgili efsanelerle birlikte anıldığını, hatta çoğu megalitte dev ayak izlerinin de bulunduğunu anlattık. aynı şekilde kuran da da dev olan Ad kavminin tepelik yerlere anıtlar yaptığını anlatan ayeti gösterdik. aynı cinsten bir anıt olan meşhur stonhage bile bir tepeliğe yapılmıştır. aynı şekilde hıristiyanlarda Orta Çağ boyunca, dikili taşların İncil’deki selden önce veya büyük tufana yakın dönemde yaşayan devler tarafından yapıldığına inanıyordu. 

gene daha önceki bölümde ispatladığımız üzere bu menhirler dolmenler ve dikilitaşlar bir otorite simgesi, ve cinlerin büyü vasıtasıyla kurduğu çok tanrılı dinlerin mabedi işlevlerini görüyorlardı. bu sebeple tufandan çok sonra bile büyü vasıtasıyla tanrı zannettikleri cinlerle iletişim kuran pagan büyücü druid rahipleri de bu megalitik dikilitaşları  insan kurban etmek için için kullandılar. bunların dibinde kurban kestiler. büyünün kuantum fiziği ile gerçekliğini ve boyut varlıkları olan cinlerle iletişim yolu olduğunu, en güçlü atom altı etkilerin insan kurban edilmesi ile oluşup negatif boyut varlıklarına enerji sağladığını, bu sebeple tüm çok tanrılı dinlerde insan kurban edildiğini önceki bölümlerimizde anlatmıştık.  hatırlarsanız 5.bölümde büyünün kuantum fiziği ile gerçeklere dayalı bir olgu olduğunu, büyü ile oluşan atomaltı parçaların negatif boyut varlıkları olan cinlere enerji sağladığını, en büyük enerjinin en büyük büyü olan kan büyüsü ile yapıldığını…  bu sebeple şeytanların mabedlerini yok etmek için  Megalitlerin çoğu, ilk Hıristiyanlar tarafından yok edildi veya tahrip edildi; Kuzey Avrupa’da bir zamanlar yaklaşık 50 bin megalitin bulunduğu ve şu anda yaklaşık 10 bin megalitin kaldığı tahmin ediliyor. 

 

gene mu kıtası battıktan yani nuh tufanının gerçekleştiği mö 10 bin yılları civarından sonra akad imparatorluğu ve devler güçlendiği  için bu antik dolmenlerin Çoğunun tarihi mö 7000 lere ve daha eskilere kadar gider. büyük tufanın milattan önce 10 bin yıllarında gerçekleştiğine dair 6. bölümde gösterdiğimiz bir çok somut delilin yanı sıra her geçen gün yeni somut deliller ortaya çıkmaktadır. 1940 yılında ilk olarak hollanda da keşfedilen volkanik kül tabakasının bugün neredeyse tüm dünyada var olduğu anlaşıldı. usselo ufku olarak bilinen bu kül tabakası günümüzden 11 bin ila 13 bin yıl önce oluşmuştu ve bugün 10 ayrı ülkede keşfedildi. bu demek oluyor ki milatan önce 10 binli yıllarda tüm dünyayı kaplayacak ölçüde büyük bir yangın oluşmuştu. bu küllerin 6. bölümde bahsettiğimiz tufan dönemindeki kuyruklu yıldızlardan ve onların tetiklediği volkanik patlamalardan oluştuğu ve bu sayede buzulları eriterek büyük tufana sebep olduğu anlaşılmaktadır. 

 

devamında mu kıtası okyanusa battıktan sonra akad imparatorluğunun güçlendiğini ve dünyayı ele geçirip kontrol etmeye çalıştığını anlatmıştık. 

Akad İmparatorluğu’na ait bir kraliyet yazıtı, Kral Maniştuşu’nun seferlerini anlatıyor . Şöyle yazıyor: “Dünyanın kralı Maniştuşu, Anşan ve Şirihum’u fethettiğinde, gemileri Aşağı Deniz’den geçirdi.” şeklinde yazmaktadır. aynı şekilde kuran da da nuh kavminden sonra ad kavminin geldiği ve dünyaya yayılıp bozgunculuk yaptıkları anlatılır. 

 

hatta çok yerde anlattığımız üzere bir çok konuda hatalı sonuçlar veren karbon 14 tarihlemesi hiksoslar hakkında da hatalı sonuç vermiş ise mısır ı işgal etmiş devler olan hiksoslar bile akadlılar olabilir.

Hiksoslar milattan önce 1700 lerde de mısırı işgal etmiş sami ırkı idi. Kemikleri daha iri idi. akadlar her zaman yaptıkları gibi mısırı da kolonileştirip çok tanrılı dine sevk etmiş ve piramitlerin yapılmasına ön ayak olmuş olabilirler. 

 

Gene tarihçilere göre akad ve Sümerler in Birleşik Devletler olduğunu, aynı şekilde kuran da ad ve semud kavimlerinin hep beraber anıldığını göstermiştik. Ardından tarihçilere göre bilinmeyen bir şekilde bir anda tarih sahnesinden silinen akadların aynı şekilde kuran da bir anda helak edildiğinin yazdığını göstermiştik. işte Ad kavmi yani akad imparatorluğu yok olduktan sonra kuranda anlatılan semud kavmi yani bu bölümde aynı olduklarını ispatlayacağımız sümerler yeryüzünde kuvvet kazandılar ve onların yerine geçtiler. tarihçiler akadların birçok ulusu bünyesinde birleştiren bir ülke olduğunu anlatır. Aynı şekilde sümerlerde mu ve akad ülkelerinden miras kalan teknolojiye sahiplerdi ve tüm dünyayı ele geçirme amacını, yani bir çok ulusu bünyelerinde barındırma hedefini güdüyorlardı. Ve kısmen başarılı da oldular.

 

Sümerler akatlıların yok olmasıyla öne çıkmışlardı.

Bir önceki bölümde gösterdiğimiz üzere bilim adamları akad imparatorluğunun kuraklık yüzünden neredeyse hiçbir iz bırakmadan yok olduğunu anlatmışlardı. Aynı şekilde kuran ı kerim de ad kavminin kavurucu bir kasırga ile yok olduğunu kuran ayetleri eşliğinde anlatmıştık. Bu bilimsel gelişmeden önce bilim adamları akad imparatorluğunun gutiler tarafından istila edilerek yok edildiğini düşünüyorlardı. Fakat son bulgulara göre akadların ani bir kuraklıkla yok olduğu kesinleşmişti ve bu durumda gutiler akatların boş kalan bazı bölgelerine gelip yerleşmişti. yağmacı gutiler bu fırsatı değerlendirmiş sadece boş mezara konmuştu. İşte akadların yok oluşundan sonra güçlenen sümerlerin kralı Ur-Nammu (MÖ 2112-2095), ilk iş olarak Gutileri Mezopotamya’dan temizledi. Tarihçilere göre Sümer kralı Ur-Nammu nun Başlıca başarısı Akad ve Guti egemenliğinin ardından yeni devlet inşasıydı. 

 

Yani Sümerler mezapotamyadaki otorite boşluğunu doldurdu, akadların boş kalan topraklarına yerleşti ve süper güç olan akadların varisi olarak dünya egemenliğini ele geçirmeye başladı. işte Kuranda da aynı şekilde ad kavminden sonra onların yerine geçen semud kavmine de dünyada güçlü bir saltanat ve iktidar verildiği anlatılmıştı.

 

hz nuh tan sonra hud (ad kavmine) ve salih (semud kavmine) peygamberler gelmiştir.

 

Araf- 73- Semud kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber olarak gönderdik… 74- Allah’ın sizi Ad kavminin yerine geçirdiğini (sizi halifeler kıldığını) ve ovalarında köşkler edinip dağlarında yontma evler yaptığınız bir bölgeye yerleştirdiğini hatırlayınız. Allah’ın nimetlerini hatırlayınız da yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kesinlikle kaçınınız. 

 

Bu bölümde gene Semud kavmi dediğimizde aynı zamanda Sümer medeniyetini de kastettiğimizi belirtelim. Çünkü bu bölümdeki deliller ışığında göreceğiniz üzere Sümerler ile semud kavminin tüm özellikleri ortaktır.  Bu konuda gösterebileceğimiz ilk benzerlik hem Sümerlerin hem de semud kavminin mu ve akad ülkesinden sonra gelmeleri ve akad ile ilk başta birleşik bir devlet olmalarıdır.  

 

Birleşik devletlerdi…

 

*Bir önceki bölümde akatların Sümerler ile birleşik hatta iç içe yaşayan devletler olduklarını anlatmıştık. Akatlar ilk önce gelişip güçlenseler de aslında Sümerler akatlardan önce de vardı. gene Kur’an’da da Akadlar daha önce gelişip yok oldukları için ilk Akadlar anlatılır. Sümerler daha önceden de vardır ama akadlardan sonra ön plana çıkmışlardır.

 

 Tarihçiler akaddan önceki Sümerlerin kuruluşu olan dönemi; obeyd dönemi uruk dönemi geç uruk veya cemdet nasr dönemi gibi dönemlere ayırmışlardır. Bu dönemlerde de Sümer gene yayılmacı ve güçlüdür ama esasında devletin temelinin atıldığı ve yeni doğduğu dönemdir. Belki de bu dönemlerde Sümerler henüz mu ya bağlı bir koloniydi ,çünkü mu ile birlikte bir süre ortak bir zaman diliminde yaşadıkları kesindir. Bu gerçeği;  arkeolog leonard wolleyin kazılarına göre hem tufandan önce hem de tufandan sonra sümerlerin yaşadıklarını birazdan göreceğiz. 

 

Zaten Sümerler güneşin doğduğu ülke olan dilmun dan geldiklerini söylerler. mu ülkesi Güneş imparatorluğu olarak bilindiğinden dilmun’un mu ülkesi olma ihtimali yüksektir.

 

milattan önce

6500-3800 obeyd,

4000-3100 uruk,

3100-2900 cemdet nasr,

2900-2335 erken hanedanlar,

2334-2193 akkad,

2112-2004 ııı. ur,

2004-1595 eski babil.

 

Kuran’da Ad ve Semud Kavimleri’nin hatta nuh kavminin isimleri daima birlikte anılır. Zaten tarihte de mu akad ve Sümer devletlerinin art arda geldiğini ve birbiriyle bağlantılı ülkeler olduklarını birbirleri ile ortak inanç ve teknolojiye sahip olduklarını bir önceki bölümde anlatmıştık. Ve biraz önceki ayette de gördüğünüz üzere, Semud Kavmi’ne Ad Kavmi’nin helakından ders almaları öğütlenmektedir. Bu ise, Semud Kavmi’nin Ad Kavmi hakkında detaylı bir bilgi sahibi olduğunu gösterir. Hatırlarsanız Ad Kavmi’ne de kendilerinden önce yaşamış olan Nuh Kavminden ibret almaları gerektiği belirtilmişti. Bakın sizden önceki sizin ideolojinizle yaşayan nuh kavminin yani mu kıtasının başına ne geldi gördünüz, aynı akıbet sizinde başınıza gelmesin diye ad kavmi yani akad imparatorluğu uyarılmıştı. Şimdi de aynı şey semud kavmine söyleniyordu ve bakın ad kavmine bu oldu aynısı size de olmasın; bu kaos sistemini yaygınlaştırmayı bırakın deniliyordu. 

 

 

 

İbrahim -9 – Sizden öncekilerin; Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi?

Hacc-42 –   (Ey Muhammed!) Eğer seni (müşrikler) yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalancı saydılar.

Mümin-31 –   “Nuh Kavmi’nin, Âd’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin maceraları gibi (bir günün geleceğinden korkuyorum). Allah, kulları için bir zulüm istemez.”

 Hud-89 –   “Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın.

 

necm 45-54 arası- …Önceki Âd halkını yok eden de O’dur. Semud milletini yok edip geriye hiçbir şey bırakmayan da O’dur. Daha önce Nuh halkını yok eden de O. Çünkü bunlar çok zalim, çok azgındılar…

 

Fecr-6-9- “(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a ve güçlü saltanat sahibi Firavun’a neler yaptığını görmedin mi?”

 

 

Nuh-ad ve semud kavimlerinin ortak özellikleri; birbirlerine yakın tarihte yaşayan kavim olmaları, tüm dünyaya yayılıp bozgunculuk yapmaları, ve teknoloji olarak ta en azından üstün bir inşaat teknolojisine sahip olmaları ve bu teknolojinin kendilerinden sonraki diğer kavimlerde bulunmamasıdır.

 

Görüldüğü üzere mu akad Sümer uygarlıklarının ana özellikleri ve tarihsel sıralaması kuranda anlatılan nuh ad semud tarihsel sıralamayla uyum içerisindedir. Zaten kuranda nuh ad ve semud kavimlerinin hep aynı ayette anlatılması bu kavimlerin bir birine yakın tarihte ve bu sıraya göre yaşadığını gösterir. İşte tarihçilere göre de Sümerler, akadlardan sonra kurulan ilk büyük medeniyettir. 

 

TUFANI YAŞADILAR

 

Gene bir benzerlik hem Sümerlerin hem de semud kavminin büyük tufanı kısmen yaşamış olmalarıdır. 

Sümerlerin ağzından kalma antik yazıtlara ve arkeolojik araştırmalara göre Sümerler mu kıtasının yok olduğu büyük tufanı görmüşler ve kendileri de yok olmayacak ölçüde bu tufanı yaşamışlardır. Hatırlarsanız önceki bölümde tarihçilerin büyük tufana son buzul çağı dediğini ve buzların erimesiyle tufanların oluştuğuna inandıklarını, bununla birlikte akad ve Sümerlerin büyük tufanı yazıya döktüklerini anlatmıştık.

-Sümerler, Gılgamış Destanı’nda Dilmun’u bir cennet bahçesi olarak tanımlamışlardır. Bazen “güneşin doğduğu yer” ve “Yaşayanlar Ülkesi” olarak tanımlanan Dilmun, Sümer yaratılış mitinin çeşitli versiyonlarına sahne olur ve tanrılaştırılmış Sümer tufan kahramanı Utnapishtim Ziusudra’nın çekildiği yerdir. sonsuza dek yaşamak için tanrılar tarafından. Thorkild Jacobsen’in Eridu Genesis çevirisi, burayı “uzak, yarı efsanevi bir yer” olarak belirlediği “Dilmun Dağı” olarak adlandırır. Dilmun, Enki ve Ninhursag’ın destansı hikayesinde de Yaratılışın gerçekleştiği yer olarak anlatılır.

Bildiğiniz üzere Sümerlerin gılgamış destanında nuh tufanı ayrıntılarıyla 1. ağızdan anlatılmaktadır. Yani Sümerler tufanı yaşadıklarını itiraf etmektedirler. Fakat tufanla ilgili gerçekleri çarpıtmışlardır. 

Şeytanlar sadece bugün değil binlerce yıl önce de gerçeklerin üstünü örtmek veya bozmak için yoğun çaba sarfediyordu. İşte büyünün şeytanlara indirildiği şehir olan babilde bulunan gılgamış destanında Utnapishtim adlı kahramanın gemi ile hayvanları kurtardığı bu yüzden tanrılar tarafından ona ölümsüzlük verildiği yalanı ile hz.nuh hakkında gerçeklerin içine yalan karıştırılmıştır. 

Hatta Tufandan Utnapishtim i uyaran ve gemi yapmasını tavsiye eden  güya bir yılandır…  hatırlarsanız önceki bölümlerde yılanın tek yaratıcılı dinlerde şeytanı çok tanrılı dinlerde ise tanrıları simgelediğini anlatmıştık. Bu bilgilerden bu yalanı da kimin uydurduğu çok rahat anlaşılıyor. 

Gılgamış destanındaki bu yalanlar daha net şekilde, gılgamış destanından daha eski olan bir antik metinin 1914 yılında Arno Reobel tarafından bulunmasıyla ortaya çıktı. Antik gılgamış tabletinden Daha eski olan bu metinde hz. Nuh un gerçek hayatı ile ilk dinin tek yaratıcılı din olduğu daha sonra çok tanrılıya evrildiği de anlatılıyordu. Antik Metinde Nuh Tufanı kahramanı Ziusudra isimli kişinin vahiylere her zaman saygılı ve dindar bir kral olduğu.” bilgileri yer almaktadır. 

gene 1914 yılında Arno Reobel tarafından bulunan Eridu Genesis Tabletleri, Gılgamış Destanı Tabletlerinden daha eskidir. Eridu Genesis’i, Milattan Önce 21. yüzyılda yazılmış olup, Sümerlerin en eski yazılı metinlerinden biridir ve özellikle tufanla ilgili erken bir anlatıyı içerir. Gılgamış Destanı ise daha sonra, Milattan Önce 18. yüzyılda yazılmıştır. eridu genesisi ile gılgamış destanındaki tufan anlatımıyla ilgili olarak 6 önemli fark vardır. bu sebeple Tarihçiler Sümerlerin gılgamış destanının bu antik metnin çalıntısı veya çarpıtılmışı olduğunu düşündüler. Zaten her iki tablette çok tanrıcılığı esas almakta ve birazdan Allah ile aynı olduğunu göstereceğimiz tanrıların yaratıcısı Anu’nun tufanda hiçbir şey yapmadığını, tanrılar konseyinin tufana karar verdiğini ve baş tanrı enkinin yani şeytanın insanlığı kurtarmak için sevdiği insanlara tufanı haber vererek gemi yaparak kurtulmasını sağladığı yazmaktadır. 

enki ağzından yazılmış bu iki tabletin bile birbirinden önemli ölçüde farklı olması; şeytanların dinleri zamanla daha fazla bozduğunu içine daha fazla yalan karıştırdığını gözler önüne sermektedir. zaten her iki tablette babile yakın yerde yani kuranda büyünün indiği yer olarak anlatılan bölgede, yani şeytanların güçlü olduğu, yalanlarını yüksek sesle dile getirildiği bölgede bulunmuştur. 

Bunun yanında aklınıza şu soru da takılabilir. Madem akad ve Sümer tabletlerinde yalanlar var neden bunları bazen delil olarak bu belgesel serisinde kabul ediyoruz. Bazen doğru kabul ediyoruz çünkü şeytanı tanıdığınızda çok tanrılı dinin kaynaklarından hangileri doğru hangileri yalan bunu ayıklamak çok kolay. Şeytanları yani tanrıları öven ve yapılan iyi şeyleri bu tanrılara mal eden yazıların yalan ve çarpıtma olduğunu pekala anlayabiliyoruz. Aslında anlattıkları olaylar doğru ama bu olayları yorumlama şekilleri yanlış, mesela Sümerler tufanı kabul ediyorlar ama tanrıları yaptı diyorlar.  

-Gılgamış destanının kendisinden önce yazılan eski bir tabletin içerdiği bilgilerin çarpıtılmış bir versiyonu olduğu artık bilinmektedir. 1914 yılında Arno Reobel tarafından bulunan bu asıl tablette “ Çok tanrıcılığın bulunduğu iddia edilen çok önceki tarihlerde yeryüzünde tek tanrı inancının bulunduğu, insanın balçıktan yaratıldığı ve Nuh Tufanı kahramanı Ziusudra isimli kişinin vahiylere her zaman saygılı ve dindar bir kral olduğu.” bilgileri yer almaktadır.

 

Sümerlerde tufan>

-İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya’nın antik şehirlerinden Ur’da uzun kazılar yaptı. Wooley ve ekibi, büyük başarılar göstererek MÖ. 4. bin yılından kalma kral mezarlarını ortaya çıkardılar. Mezopotamya tarihinin öğrenilmesinde dönüm noktası olan bu çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. O zamana kadar kral listeleri mitolojik olarak görülüyordu. Tabletlerin bulunmasından sonra, Wooley, vakit kaybetmeden aynı yerde kazılara devam etti. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı. Wooley kazıyı devam ettirdi ve daha aşağılara indi. Derken 3 metreden fazla derinlik tutan balçık tabakası birden bire kesildi. Şimdi normal toprak tabakalarına gelindiği düşünülebilirdi ama hayır, zımpara taşlarına ve kap kaçak gibi eşyalara rastlanılmıştı yeniden. Demek oluyordu ki bu çok eski medeniyetin üzerini 3 metrelik balçık tabakası örtmüş, en üstte de Ur medeniyeti yeşermişti. Balçığın sebebi ve kapladığı sahayı öğrenebilmek için civar bölgelerde bir dizi kazı daha yapıldı. İlk çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda da aynı sonuç elde edildi. Wooley, bu sefer de yüksekçe bir tepeyi kazdırdı. Sonuç değişmemişti, Böylece, balçık yığılmasının, ancak çok kuvvetli bir su baskını, yani Tufanın eseri olabileceğine dair rapor hazırlandı ve bütün dünyada heyecanlı yankılar doğdu.

 

Sümerlerin tufanı her türlü kabul etmelerinin yanında Sümerlerin tufanı yaşadığına dair jeolojik delillerde bulunmuştur. 

İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya’nın antik şehirlerinden Ur’da yaptığı uzun kazılar sonucu o güne kadar efsane olarak bilinen tufandan önceki kralların listesini içeren tabletleri bulduğunda bu bulgular tarihi bir dönüm noktası oldu. Wooley kazılara devam ederek 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde zeminin tamamen balçıkla kaplı olduğu anlaşıldı. Bu kadar saf balçığın ancak büyük bir sel yani tufanla oluşacağı konusunda tüm bilim adamları fikir birliğinde bulundular. Çünkü deniz ve nehir seviyesinden çok yüksek bir bölgede idiler. Wooley kazıya 3 metre daha devam ettiğinde ise gene normal toprak katmana ulaştı. Bu çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda da aynı sonuç elde edildi. Sonra başka bir çukur daha açıldı sonuç gene aynıydı. Tufanın oluşturduğu balçık katmanı üzerinde Sümerlerin ur medeniyeti bulunuyordu. Yani Sümerler tufan öncesinde de sonrasında da vardılar. Bu gerçekler sonucu wooley tufanla ilgili rapor hazırladı ve tüm dünyada bu gerçek paylaşıldı.   

 

-Günümüzde Tel El-Fara olarak adlandırılan Güney Mezopotamya’daki Şuruppak kenti de Tufan’ın açık izlerini taşımaktadır. Bu kentteki arkeolojik çalışmalar 1920-1930 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi’nden Erich Schmidt tarafından yürütüldü. Schmidt’in çalışmalarını anlatan Mallowan şöyle demektedir: “Schmidt 4-5 metre derinlikte kil ve kum karışımı sarı topraktan bir tabakaya erişti (bu tabaka selle beraber oluşmuştu). Bu tabaka, höyük kesitine göre ova seviyesine yakın bir düzeyde yer alıyordu ve höyüğün her yerinde izlenebiliyordu…” Cemdet Nasr dönemini Eski Krallık döneminden ayıran kil ve kum karışımı tabakayı Schmidt “tamamen nehir kökenli bir kum” olarak tanımlayarak Nuh Tufanı ile ilişkilendirdi.” (Max Mallowan, Early Dynastic Period in Mesapotamia, Cambridge Ancient History 1-2, Cambridge, 1971, s. 238 )

 

Sümerler krallarını bile tufan’dan önceki ve tufan’dan sonraki krallar diye ikiye ayırmıştı.

Arkeoloji literatürüne göre tufandan önceki Sümer krallarına Er sülaleler 1 (ES-1) denilmektedir ki Tufan’a kadar 10 hükümdarın ismini içerir. 1932 yılında Irak’ın Horsabad şehri civarında, arkeologların WB-444 adını verdikleri 20.5 cm. kalınlığında bir tablet daha bulunmuştur. Bu tablete göre Tufan’dan önce tam 10 kral yönetici olmuştur. Bu krallardan 7. sinin adı Enok olarak verilmiştir ki, kayıtlardan enok un İdris peygamber olduğu tahmin edilmektedir. Bir hadîs-i şerîfte bunu teyid eden bir ifade vardır. Efendimiz, Eshab-ı kiramdan gelen bir soru üzerine; “Âdem aleyhisselam ile Hazret-i Nuh arasında 10 karn (kuşak, asır, dönem…) geçmiştir” buyurmuşlardır. Bu gerçek te toprak altında daha yeni bulunmuş bilgilerin ancak yaratıcı tarafından peygamberimize bildirileceğini ispatlamaktadır. 

 

-Tufan’ın izlerini taşıyan bir diğer Mezopotamya kenti, bugünkü Tall Al-Uhaimer olan “Sümerlerin Kish’i”dir. Antik Sümer kayıtları, bu şehri “tufan sonrası ilk hanedanın oturduğu yer” olarak tanımlar.

 

Gene birazdan Sümerlere ait petradaki yapılarda tarihçilerin büyük bir sel izine rastladığını göstereceğiz. Bu yapıların belli kısımları sel yüzünden aşınmıştı. Ancak çok büyük bir Selin sebep olabileceği bu aşınmalar bir çok antik yapıda net şekilde görülebilmektedir.

 

Hamitik Sümerler, tufandan önceki Sümer’in son kralı olarak Shuruppak’lı (tahıl dağıtım şehri) Ziusudra dan söz ediyorlardı. Sümer kral listesi diye bilinen WB-62 tabletinde Ziusudra’yı takip eden satır şöyledir: “Sonra sel gelip geçti.” Sonraki satırda ise şunlar yazmaktadır: “Tufan gelip geçtikten sonra krallık gökten tekrar indi; krallık Kiş’teydi.” Kiş şehri (KUSH), Shuruppak’ta (modern Tell Fara, Irak) ve diğer çeşitli Sümer şehirlerinde arkeolojik olarak kanıtlanmış bir nehir taşkınından hemen sonra Erken Hanedanlık dönemine geçildi.

Araştırmacı Juris Zarins de, Sümerlerin, son Buz Devri’nin sonunda yani tufanda sular altında kalmadan önce Basra Körfezi bölgesinde yaşayan insanlar olabileceğine inanıyor.

tufanı kabul etmeyen yorumcular ise Uruk döneminin sonunu, Holosen dönemi iklim tarihinde ani bir soğuma ve yağışlı dönem olan Piora Salınımı ile bağlantılı iklim değişiklikleriyle ilişkilendirdi.

 

Görüldüğü gibi Sümerlerin yaşadığı coğrafya ve dönemde tufana ait deliller çok fazladır ve Sümerlerin tufandan sonra yazdığı tabletler ve arkeolojik bulgular Sümerlerin tufanı yaşadıklarını göstermektedir. Yani tufan Sümerleri yok etmese de krallığı bozup tekrar gökten inmesini sağlayacak kadar etkilemişti. Fakat tabii oldukları mu ülkesinin başına gelen felaketten ders almamışlardı. Tufanı hala tanrıların yani cinlerin yaptığına inanıyorlardı. Tanrıların en çok sevdiği ülke olan mu yu gene tanrılarının yok ettiklerine inanacak kadar kördüler.  

 

aynı şekilde kuran da da semud kavmine nuh kavminin başına gelen sel felaketinden ders almaları gerektiği anlatılıyordu, demek ki semud kavmi Nuh kavminin başına gelen Tufan felaketini görmüştü:

 

bu arada tufan mö. 10 bin yıllarında oldu fakat en erken sümer dönemi olan ubeyd dönemi mö 6 binli yıllarda yaşandı. arada binlerce yıl fark olmasına rağmen nasıl mu ile sümerler birbirini yakinen tanıyabiliyor diyebilirsiniz. bu tarihsel karışıklığa sebep olan en önemli etmenlerden ilki radyokarbon tarihlemesinin kesin tarihsel sonuçlar vermiyor olmasıdır. bildiğiniz üzere antik tarih ile ilgili zamansal veriler; gömülü alanda bulunan canlı organizmalara ait karbon 14 ün bozulma oranından yaşının hesaplanması ile elde edilmektedir. fakat bugün anlaşılmıştır ki karbon 14 tarihlemesi çok yanlış sonuçlar verebilmektedir . 

 

Radyokarbon tarihlemesi, organik maddedeki karbon-14’ün bozunumunu ölçer. çünkü atmosferdeki karbon-14 miktarı zamanla dalgalanıyor; bu sabit bir temel değil. 

Yalnızca laboratuvarlar arasındaki aynı karbonu tarihleme farkı bile 1000 yıla kadar çıkabiliyor.  

Gene son 50 yılın atmosferik ölçümleri, karbon 14 seviyelerinin her yıl farklılaştığını gösteriyor. Ayrıca bitkilerin kuzey yarımkürenin farklı yerlerinde farklı zamanlarda büyüdüğünü de biliyoruz.

 

Bu gözetimi test etmek için araştırmacılar, Ürdün’ün güneyindeki ağaç halkalarında 1610 ile 1940 yılları arasında olduğu hesaplanan bir dizi karbon 14 yaşını ölçtüler. Gerçekten de, güney Levant’taki bitki materyalinin, mevcut kuzey yarımküre standart kalibrasyon eğrisiyle karşılaştırıldığında yaklaşık 19 yıllık bir ortalama karbon dengesi gösterdiğini gösterdi.

 

bu gerçeklere rağmen arkeologların neden hep karbon 14 verilerine dayanarak çalıştığını sorarsanız o da Başka alternatif olmadığındandır. günümüz teknolojisinde tarihi hesaplamak için şu anda elimizde karbon 14 yönteminden başka yöntem yoktur. 

 

bunun yanında eski dönemlerde insan ömrünün çok uzun olması da mu ile sümerlerin birbirlerini yakından tanıyor olduğunu açıklayabilir. bildiğiniz üzere hz. nuh un ömrü kuranda 950 sene şeklinde geçmektedir. gene sümer kral listelerinde cin tanrıların yaşı binlerce yıldır. uzun süre aynı cin tanrının  yönettiği ülkede tarihi hafıza da uzun süre canlı kalmış olabilir. ve eğer insanlarında yaşı çok uzun ise arada gerçekten bir kaç bin yıl fark varsa bile bu uzun süre yaşayan insanlar için aslında çok uzun bir zaman değildir sadece bir kaç jenerasyondur. en nihayetinde sümerlerin nuh tufanının bir kısmını yaşadığı kesin olduğu için, mu ülkesi ile beraber yaşadıkları ortak bir zaman aralığı da olduğu kesindir.  

 

YERLERİ AYNIYDI

 

semud kavminin sümerler ile aynı olduğunu ispatlayan bir benzerlik de ikisininde aynı bölgede yaşamış olmasıdır.

 

Haritalardan Sümerlerin yaşadığı tahmini yerleri görüyorsunuz. 

 

*sümerlerin olduğu dönemde diğer bölgeler haritada boş gösterilir. yani orada ya kimse yaşamıyordu ya da kimin yaşadığı bilinmiyordu? fakat bariz bir şekilde oralarda da insanlar yaşıyordu ve bu insanlar sümerlerdi. sümerlerin mantıklı bir şekilde bereketli hilale dağılmış olması gerekir. zaten bereketli hilal içinde bulunan petrada sümer güneş kadranı bulunmuştu. ürdündeki kazılarda 9 bin yıllık insan mezarları ve 6 bin yıllık gelişmiş şehir kalıntıları bulundu. yani bu deliller bize petrada çok eski dönemlerde ve tufana yakın zamanlarda insanların yaşadığını gösteriyor. ve bu insanlar da sümerlerden başkası olamazdı. 

 

Aynı şekilde islam kaynaklarında ad ve semudun medine ve şam arasında olduğu söylenir. 

-Hz. Peygamber’in Tebük Seferi’ni anlatan hadislerinde de Hicr bölgesinin Semûd toprakları diye tanımlanması , o dönemde bu bölgenin Semûd kavminin yaşadığı yer olarak bilindiğini göstermektedir. (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 17; Müslim, “Zühd”, 40) 

-Hz. Peygamber Tebük Gazvesi sırasında Hicr’den geçerken ashabına buradan su almamalarını söylemiş, onların, “Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk, kaplarımızı doldurduk” demeleri üzerine, “Öyleyse hamuru atın, aldığınız suyu da dökün” buyurmuştur (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 17; Tecrid Tercemesi, IX, 135; Müslim, “Zühd”, 1)

 

aynı şekilde tevrata göre de şinar kavmi sümerlerle aynı bölgede yaşamıştır. Bugünkü tevrat yorumcularına göre de bu şinar ülkesi sümerler ile aynıdır.

Çünkü şinar kavmi tufandan sonra Mezopotamya da kurulan ilk devlettir. 

tevrat; dünya çapındaki büyük Tufan’ı takip eden nesillerde insanlığın homojen bir grup halinde Güney Mezopotamya’ya indiğini ve “Şinar diyarındaki bir ovada; ve orada yaşadığını” anlatır. (Yaratılış 11:2). Tufan’dan sonraki ilk uygarlığın yeri olan bu “Şinar”, Sümer (veya “Şumer”) ile aynıdır.

Tevrat’ta “Şamar” veya “Şumar” olarak geçer. Kelimenin kökü “SMR” olmalıdır. Esmer demektir. Yani kara başlı demektir.

 

Şinar’ sözcüğü dışında, bütün tevratta Semud dan hiç söz edilmediği görülmektedir. Bu açıdan semud kavmi ile ilgili ayetler özgün bir kuran mucizesidir. 

Zaten peygamberimiz Hz. Muhammed döneminde yahudiler peygamberimize gelip bize şinardan bahset dediğinde semud kavmi ile ilgili ayetler gelmiştir. 

 

İSİMLERİ BENZER

 

Sümerler ile semud kavmi’nin aynı ülkeler olduğunun bir delili de isimlerinin neredeyse aynı olmasıdır. Sümer, semud, şinar isimlerinin harfleri neredeyse birbirinin aynısıdır. sanki aynı ismin farklı şivelerde söylenişi gibidirler. 

 

*Sümer kelimesinin kendisi de Akkadca bir terim olan “sumeru” nun  İngilizceleştirilmiş halidir;

 

Konu ile ilgili önemli bir noktada tarihçilerinde kuranda ki semud ile isim benzerliği taşıyan Thamud adında bir ülke veya topluluğun varlığını ortaya çıkardıklarını iddia etmesidir. 

tarihi metinlerde tamuda şeklinde bahsedilen bu kavim asur kralı 2. sargon döneminde ilkelce yaşayan bir arap kabilesidir. 

*MÖ 6. yüzyılda yaşamış Babil kralı Nabonidus’tan günümüze kalan bir mektupta , “Te-mu-da-a Ar-ba-aa”ya, görünüşe göre  tamudi arapa “Semudi Arap”a birkaç talant gümüş verilmesi yönünde bir emir yer alıyor .

*Yunanlılar da bu kavimden bahseder ve Aristoteles, Ptolemy ve Pliny onlara “Thamudaei” adını verir.

*Thamud kelimesi ilk kez Asur kralı II . Sargon’un (M.Ö. 722-705) Dur-Sharrukin’de yazılı olan yıllıklarında geçmektedir . [3] “Ta-mu-di” olarak geçer.

“Ta-mu-di” olarak halklardan, Efa , “İbadidi” ve “Marsimani” ile birlikte “ne gözetmenleri ne de memurları tanıyan ve sahip olmayan, uzak çölde yaşayan Araplar”ın bir parçası olarak bahsedilir. haraçlarını hiçbir krala getirmediler”. Yıllıklarına göre Sargon bu kabileleri mağlup etti ve onları zorla Samiriye’ye sürdü .

-Sargon’un sarayındaki ve Dur Sharrukin’deki başkentindeki kazılar, onun yıllıklarını ortaya çıkardı. Bu yıllıklarda kaydedilen olaylar arasında, onun Semud, Marsimani, Ephah ve İbadidi gibi birçok Arap kabilesine karşı kazandığı zafer vardır

-Yazıtlarda adı geçen Semud, Arabistan’ın kuzeybatısında bir Arap kabilesidir. Yunan ve Romalı klasik yazarlar tarafından da bahsedilmiştir ve kuzey Arap yazıtlarında zengin bir şekilde belgelenmiştir. Semud, Teima ile sonunda Mekke’nin inşa edildiği bölge arasında yer alır.

-Örneğin Sina’da, Semud kabilesine mensup tüccarları tanımlayan yazıtlar bulunmuştur.

-Pilinius’un tarihinde Semûd kavminin yaşadığı belirtilen Domata ve Hegra’nın Hicr ile aynı yer olduğu görüşü bu konuda İslâm kaynaklarında yer alan bilgileri desteklemektedir (M. Beyyûmî Mehrân, s. 269-276). 

Fakat kafanız karışmasın bu sargon, akad kralı sargon değildir, asur kralı sargondur. Asurlular ise akad ve Sümerlerden çok sonra yaşamışlardır. Yani asurların kralı sargon döneminde yaşamış olan bu Thamudi kavmi nuh ve ad kavminin varisi olan semud kavmi olamaz çünkü mu ve akad ile arasında çok fazla zaman vardır. Ve bu semud kavmi belki bir ülke bile değil küçük ve ilkel bir grup insandır. Anlatmaya değer bir yanları yoktur. Kur’an’da anlatıldığı gibi Kayalardan ev inşa edecek teknolojiye ve dünyaya yayılacak güce sahip değillerdir. Bunun yanında helak edilmemişler ve sargon tarafından sürülmüşlerdir. Yani tarih ve yaşantı itibariyle tarihçilerin bulduğu bu thamudi kavminin kurandaki semud kavmi ile pek bir benzerliği yoktur.   

 

Bunun yanında Semud kelimesi Sümer kelimesine thamudi den daha çok benzemektedir. Ve zaten sümer kelimesinin okunuşununda tam olarak sümer şeklinde olup olmadığıda belli değildir. Çünkü kayıp bir dil olan sümercenin fonetiğinin yani telafuzunun nasıl olduğu tam bilinmiyor. Sümer ismi akadlar tarafından verilmiş bir isim de olabilir. Hatta tarihçiler Sümer kelimesinin okunuşunun aramicede semum şeklinde olduğuna dair bilgilere ulaşmışlardır. Semum kelimesi kuran da geçen Semud kelimesi ile hemen hemen aynıdır. Bunun yanında zaten daha önce ispatladığımız üzere eğer kurandaki hz. Nuh un kavmi mu kıtası ise ve ad kavmi akad imparatorluğu ise doğal olarak semud kavmi de Sümerlerdir. Çünkü kuranda da sürekli anlatıldığına göre birbirinin varisi olan ve birbiriyle içli dışlı olan tek ülke Sümerlerdir.

 

Sonuç olarak tüm bu isim benzerlikleri kuran daki Semud ile sümerlerin aynı olduğuna bir delil daha teşkil etmektedir.

 

aslında Sümerler zannedilenin aksine bir ülke değil bir bölgenin adıdır. Yani mezapotamya bölgesindeki tüm ülkeler Sümer bölgesinin içindedir. Aynı bizim topraklarımıza Anadolu denmesi ama ülkemizin adının Türkiye olması gibi. Yani bölgenin adı sümerdir ama ülkenin adı belli değildir. 

 

Tarihçiler Sümer isminin bir “ulusa değil”, Aşağı Mezopotamya’nın güney kısmına Akad’lar tarafından verilen Şumer adından alındığı belirtiyordu. Eski dönemlerde, Aşağı Mezopotamya’nın güney kısmına Sümer, kuzeyine ise Akad adı verilmişti. (x). Dicle-Fırat vadisi Sümer ve Akad adlarıyla biliniyor (yani Sümer bir ulusun değil, bir coğrafyanın adı oluyordu. (x). Geçmişte, Aşağı Mezopotamya’da Basra Körfezi yakınlarındaki “bölgenin adı”, Sümer oluyordu (x). Kramer’in söylediği de bu oluyor; eskiden Basra Körfezinin kuzeyine, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölge, Sümer ülkesi olarak biliniyordu (x). “Sümer benim ülkem. Nippur’da doğduğum büyüdüğüm kent. Bu Ülke’ye atalarım binlerce yıl önce göç etmişler” (x) veya ““Ey Sümer, evren ülkeleri arasındaki koca ülke,” (x), bu dizelerinden hem “Sümer”; bir “coğrafyanın adı” olduğunu hem de akad ve sümerlerin birkaç yüzyıl değil binlerce yıldır var olduğunu anlıyoruz.

 

Gene Madain salihte:  Son arkeolojik çalışmalar, yalnızca Athleb Dağı’nda değil, aynı zamanda Orta Arabistan’da da çok sayıda kaya yazısı ve resmi ortaya çıkardı. [34] MÖ altıncı yüzyıl ile MS dördüncü yüzyıl arasına tarihlenirler ve Semudik olarak etiketlenirler. “Semudik”, henüz gerektiği gibi incelenmemiş bu çok sayıdaki yazıt için on dokuzuncu yüzyıl bilginleri tarafından icat edilen isimdi. [35]

*semud kavminin yaşadığı iddia edilen bölgelerde bulunan ve henüz düzgün bir şekilde incelenmemiş semudik yazıtlardan sadece 1951’de, Güney Thamudic adı verilen güneybatı Suudi Arabistan’da yaklaşık 9.000 yazıt daha kaydedildi. o kadar çok var ama bu güçlü yazıtlara sahip topluluk ve yazıtları incelenmemiş.

 

Görüldüğü üzere semud kavmi arkeolojik olarak keşfedilmiş ve vardır bunun yanında antik teknolojinin asıl sahibi Sümerler değil belki de aynı dönemde yaşamış semud kavmidir.  Çünkü Sümer bir ülkenin değil bölgenin adıdır. 

 

Allah inancı

 

Dünyanın kara kutusu belgesellerini sağlam izlememiş olanların kafasını karıştıracak Bir benzerlikte hem semud kavminin hemde Sümerlerin Allah inancına sahip olmasıdır. 

 

neml-48-O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı ki, bunlar ülkede bozgunculuk yapıyor, hiç ıslah tarafına yanaşmıyorlardı. Bunlar, Allah’a yemin ederek aralarında şöyle anlaştılar: “Sâlih’e ve ailesine geceleyin baskın yapıp hepsini öldürelim. Sonra da hakkını arayacak yakınlarına: «Onun ailesinin uğradığı kıyıma biz katılmadık, kimin yaptığını da bilmiyoruz; emin olun biz doğru söylüyoruz» diyelim.” Onlar akılları sıra böyle bir tuzak kurdular; biz de, onlar farkında olmaksızın tuzaklarını boşa çıkarmak üzere ciddi bir plan yaptık. 

 

Ayette gördüğünüz üzere müşrikler salih peygamberi öldürmek için Allah a yemin ediyorlar. 

Şimdi kafanız karışmasın ve içinizden bir kısmının madem bu semud kavmi Allah a inanıyor du o zaman neden helak oldu, diğer kısmınız ise bu Sümerler çok tanrıya inanmıyor muydu nasıl Allah a inanıyor demeden önce önceki bölümlerimizi hatırlasın. Hatırlarsanız önceki bölümlerimizde çok tanrılı dinlerin hepsinin birbirinin kopyası olduğunu ve bu kopya şablonda en üstte hep yaratıcı tanrının olduğunu, bu yaratıcının tüm kültürlerde özelliklerinin Allah ile aynı olduğunu, baş tanrıların ise tüm kültürlerde özelliklerinin şeytan ile benzer olduğunu, normal tanrıların da tüm kültürlerde özelliklerinin reptilian ve gri cinler ile aynı olduğunu göstermiştik. Hatta tarihçi yim diye geçinen bir çok cahilin bu normal tanrılar ile yaratıcı Tanrı arasındaki farkı anlamadığından insanların kafasını karıştırdığını aklı başında tarihçilerin ağzından anlatmıştık. Zaten şaşırtıcı bir gerçek şu ki; benim kurandan anladığım kadarıyla neredeyse hiçbir peygamber ateist bir kavime gelmemiştir, hepsi Allah a inanan ama Allah inancını bozarak cinleri aracı kabul ederek cinlere tanrı diye tapan kavimlere gelmiştir. Demek ki bu şeytanlara tapmak ateist olmaktan bile daha kötü.

 

rum 42 konabilir onların çoğu müşrikti

 

Daha önce şeytanların semavi dinleri bir anda bozamadıklarını, sağdan yaklaşarak yavaş yavaş bozduklarını, ilk etapta biz yaratıcı ile siz insanlar arasında aracı ve şefaatçiyiz diye insanları kandırdıklarını anlatmıştık. İşte sümer dini de bu gerçeğin delillerini barındırmaktadır.

 

bu şablona uygun şekilde Sümerlerin yaratıcı tanrısının adı anu dur. 

 

Anu, Mezopotamya’nın yaratıcı yani onlara göre baba tanrısıdır ve Enlil ve Enki’nin de dahil olduğu tanrı üçlüsünü tamamlar. Bugün Hıristiyanlık taki baba oğul kutsal ruh üçlüsü gibi. O, tüm tanrıların babası olduğundan, tanrıların çoğu onun çocukları olarak tanımlanmıştı. Mezopotamya dönemi boyunca birçok şehirde Anu’ya tapınıldı, ancak Urak, Anu’nun özel kutsal şehri olarak görülüyordu. Anu ayrıca Lamastu gibi tüm kötü ruhların ve iblislerin de tanrısıydı. Bana göre bu şeytani dinlerin iblis dediği varlıklar, düşmanları olan Müslüman cinler olsa gerek. Çünkü çok tanrılı dinlerde tanrılar bu iblis dedikleri varlıklarla aynı özelliklere sahiptiler ama onlarla savaşıyorlardı.

 

Cenneti yöneten Sümer tanrısı An, genel olarak dindeki en önemli tanrıydı. Bu eski uygarlığın mitolojik hiyerarşisindeki konumuna rağmen , onun hayatta kalan neredeyse hiçbir görsel tasviri yoktur ve yazılı olanlar belirsiz ve tutarsızdır. Akad kültüründeki tasvirinin, gücünü ve kudretini gösteren 4 boynuzlu bir başlık olduğunu iddia edenler vardır.

 

Anunun özellikleri Kur’an’da ki Yaratıcıyı tasvir eden bilgiler ile önemli ölçüde uyum içindedir. Hatta Hz. Adem in cennetten çıkarılma hikayesi bile neredeyse aynıdır. 

 

Sümer mitolojisine göre adapa ilk Bilge insanlardandır. sümer dinine göre Adapayı güya baştanrı enki yaratmıştı. Herkesin tanrısı anu da adapayı merak ediyor ve sınamak istiyordu. Bir gün bir suçtan dolayı Anu, Adapa’yı açıklama yapması için çağırır. 

 

Bir gün Adapa kayığına bindiğinde Güney Rüzgârı hızla gelip onu kıyıya doğru savurur, kayığı parçalayıp denize atar. Öfkelenen Adapa saldırır ve Güney Rüzgarı’nın kanatlarını kırar ve ardından evine döner. Bunun haberi çok geçmeden Anu’ya ulaşır ve

 

 Anu’nun Adapa’yı cezalandırmak istediğine dair hiçbir belirti yoktur ancak Anu’nun gazabından korkan Enki, oğluna cennete ulaştığında nasıl davranması gerektiği konusunda açık talimatlar verir.

 

Enki ona kapı bekçileri Tammuz ve Gishida’yı nasıl selamlayacağını, onlara ne söyleyeceğini anlatır ve ardından Adapa’yı sunulan herhangi bir şeyi yememesi veya içmemesi konusunda uyarmaya devam eder. Enki adapaya, Anu’nun kızgın olduğunu söyler ve adapayı ölümlü kılmak için ölüm yemeğini ve ölüm suyunu, mesh yağı ve taze bir elbiseyle birlikte sunacağını söyler; yağ ve kaftan kabul edilmeli, ancak yiyecek ve içecek kabul edilmemelidir.

 

Adapa kapılarda göründüğünde, talimat verildiği gibi Tammuz ve Gishida’yı selamlar ve onlar ondan etkilenirler ve onu Anu’ya şiddetle tavsiye ederler. Enki’nin verdiği ilk tavsiyenin faydalı olduğu açıkça görüldüğünden Adapa geri kalanını takip eder. Anu, Adapa’nın Güney Rüzgarı ile olan çekişmesine ilişkin açıklamasını dinler ve Adapa’nın ölümsüz olabilmesi için Yaşam Besini ile Yaşam Suyunun getirilmesini emreder.

 

Anu Bunu yapıyor çünkü Adapa’nın bilgeliğinden ve dürüstlüğünden etkileniyor ve Enki’nin neden böyle bir varlığı yaratıp onun sonsuza kadar yaşamasına izin vermediğini anlayamıyor. Adapa yiyecek ve içeceği reddedince Anu’nun kafası karışır ve neden böyle davrandığını sorar. 

Anu Adapa’yı ölümsüzlük yemeğini yemeyi reddettikten sonra dünyaya dönmeye zorlamıştır.

Hikâyenin ikinci tableti sonlara doğru hasarlı ve üçüncü tablet kırıktır ama sanki Adapa, Enki’nin kendisine verdiği öğüdü Anu’ya anlatır ve Anu sinirlenerek Enki’yi cezalandırmış gibi görünür.

 

Enki’nin, Anu’nun Adapa’ya sonsuz yaşam sunacağını bildiği ve bunu önlemek için onu kasıtlı olarak aldattığı açıkça görünüyor. Enki, insanların tanrılar gibi olamayacağını çünkü bunun doğal düzeni bozacağını düşünüyor. Yaradılışın olması gerektiği gibi işlemesi için Adapa’nın ölümlü yani olduğu yerde kalması gerekir. 

 

 

En eski metinler Anu’nun kökenini tartışmıyor ve onun üstünlüğü basitçe varsayılıyor.

  1. Ur döneminden başlayarak Anu, kraliyet yazıtlarında, Enlil ve Enki’yi de içeren önde gelen tanrılardan oluşan üçlünün bir üyesi olarak görülmeye başlandı.sümerlerden sonra yaşamış Sealand hanedanı dönemine ait belgelerde ise , Anu’yu içeren üçlünün yerini Enlil ve Enki ikilisi almıştır. Sealand arşivlerinden bilinen tek tanrı listesinde Anu’dan hiç bahsedilmiyor ve sadece Enlil ile başlıyor.

 

İşte bu gerçek daha önceki bölümlerde defalarca bahsettiğimiz şeytanların semavi dinleri yavaş yavaş değiştirdiğini, zaman geçtikçe daha fazla bozduğunu, en sonunda tüm doğruları bozup tüm inancı tersine çevirdiğini bir kez daha kanıtlamaktadır. 

 

sümerlerde Anu’ya erişimi olan tek tanrı, yavaş yavaş babasının özelliklerini ve gücünü üstlenen oğlu Enlil’di. anu Her ne kadar kendisine giderek daha az doğrudan dua edilse de, hâlâ tanrıların gücünün arkasındaki güç olarak görülüyordu. Aynı zamanda rolü büyük ölçüde pasifti ve kendisine yaygın olarak tapınılmıyordu. (Beaulieu) Tarihçiler benzer şekilde işlevsel olarak aktif baş tanrının Anu değil, Enlil ve daha sonra Babil’de Marduk ve Asur’da Ashur olduğunu belirtir. Yani Anu vardır ama sadece vardır hiçbir şeye karışmaz ve bir işlevi yoktur. Anu’nun sembolik tasvirlerinin Enlil’inkilerle aynı olduğuna da dikkat çekilmiştir.

görüldüğü üzere Sümerler Allah ı Anu diye isimlendiriyor ve inanıyorlardı.

 

Allah hakkında soy ağacı uyduran müşrikler sürekli Anu’nunda eşi ve çocukları olduğuna dair çekilişi yalanlar uydurmuşlardır. Her bir soyağacındaki farklılıklar bu soy ağaçlarının uydurma olduğunun delilidir. 

 

Sümer mitolojisi ile kuran daki benzerliklere devam edelim. 

 

İlk başta yalnızca ilkel deniz olan Nammu vardır. Daha sonra Nammu , gökyüzünü veya An’ı ve yeryüzünü Ki’yi doğurur. Ki topraktır ve dişidir ama bir tanrıça değildir.  An veya gökyüzü ile Ki birbirleriyle çiftleşir ve Ki rüzgar tanrısı Enlil’i doğurur. Enlil, Gökyüzünü veya An’ı Ki’den ayırır ve toprağı kendi hakimiyeti altına alırken, An da gökyüzünü ele geçirir.

Gerçi Sümerce’de ” An ” ismi aynı zamanda “gökyüzü” manasına da geliyordu. dolayısıyla bazı durumlarda tanrı An’ın mı, yoksa göklerin mi kastedildiği şüpheliydi. 

 

Soyağacı ne kadar yalan olsa da bu anlatılanların kuran ile büyük benzerliği vardır. Kur’an’da da benzer şekilde Allah önce suyu sonra da gökyüzü ve yeryüzünü var etmiştir. 

 

Hud-7 –Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi.

 

Mehmet çoban meali: Gökyüzünü ve yeryüzünü altı günde yaratan odur. Bunları yaratırken yönetim merkezi olan Arş’ı su üzerinde idi.

 

Bu arada Ekim 2018’de Bohr enstitüsü, parçacık hızlandırıcılarda yaptığı deneylerde Xenon çekirdeklerini çarpıştırdılar. Maksatları ise evrenin ilk hali olan Kuark-Gluon plazmasının yapısını anlamaktı. Büyük Hadron çarpıştırıcısında yaptıkları deneylerin sonucu ilginçti. Evren big-bang ile patlayıp açılmadan önce sıvı yapıdaydı.

 

Ki , yani “toprak”ın Anu’nun eşi olduğu iyice kanıtlanmıştır. [13] Adı genellikle ilahi bir belirteç olmadan yazılıyordu ve genellikle kişileştirilmiş bir tanrıça olarak görülmüyordu. Wiggermann, genel olarak kabul edildiği gibi Ki’nin dünyayı kozmogonik bir unsur olarak temsil ettiğini, [40] Urash’ın ise ekilebilir arazinin ilahi bir temsili olduğunu ileri sürer . 

 

daha sonra gelen asur, babil ve hurri putperestleri anu ya bile anne ve baba uydurmuşlardır ki bu hem ayrı bir mevzudur hem de uydurmanın artarak devam ettiğinin göstergesidir. sonuç olarak Allah inancına sahip olan sümerler şeytanlardan büyü ile menfaat aldıkları için şeytanların dediğine uyarak Allah ın emirlerini bir kenara atmış, hakimiyetlerini şeytana teslim etmişlerdi.

.

şems-11-Geçmişteki topluluklardan Semud kavimi de aynı şeyi yapmıştı. Onlarda dünya işlerimize Allah karışamaz demişlerdi. İnsanlar arasında bozgunculuk yaptılar. İhtiyaç sahiplerini ortada bıraktılar. Yeryüzündeki varlıklara güç kullanarak zorla el koydular. İnsanların çoğu açlık fakirlik içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışırken, onlar bolluk zenginlik içinde yaşadılar. İnsanlar arasında sınıfsal farklılıklar oluşturdular. Her türlü yalanı süslü sözlerle gerçek diye anlattılar. Kendilerini diğer insanlardan üstün gördüler. Onlar da aynen sizin gibi, Allah kendi işine baksın bizim dünya işimize karışmasın dediler. (mehmet çoban meali)

 

ÇOK TANRIYA İNANIYORLARDI

 

Sümerlerin aslında kuranda anlatılan semud kavmi ile benzerliğinin bir delili de Sümerlerin aynı ataları olan mu ve akadlar gibi çok tanrılı dine mensup olmalarıydı. Hatta mu ile Sümerlerin tanrıları bile aynıydı.

 

Önceki bölümde Sümerlerin tufandan öncede var olan tanrılara taptıklarını anlatmıştık. En önemli tanrıları olan anunakiler tufan’dan önce de vardı. Gene bu mu ülkesindeki tanrıların günümüzde uzaylılar yani İslam’da bahsedilen cinlerle aynı özelliklere sahip olduğunun delillerini göstermiştik. 

Aynı şekilde Sümer tanrılarının şekilleri de cinlerin şekillerine yani reptilian yılan ve gri uzaylılara benziyordu. 

 

işte resimde gördüğünüz Sümer tanrılarından biri. Yani Sümerlerin tanrıları diğer tüm çok tanrılı dinlerde olduğu gibi 4. Bölümde cinlerle aynı olduğunu ispatladığımız gri uzaylı ve reptilian uzaylılardı.

  

Sümerlerin uruk kralının ve diğer önemli tanrı heykellerinin gözlerine baktığınızda insandan çok uzaylıya benzediği aşikardır. 

 

yani sümerler mu ülkesinin varisi olduğu için mu ülkesinden kalma tanrılara inanıyorlardı. 

 

gene sümer tanrılarının diğer özellikleri de cinler ile aynıydı. Çünkü aynı cinler gibi bu tanrılarda insanlardan önce yaratılmıştı, evleniyor ürüyor ve yemek yiyorlardı, diğer boyutta yaşıyorlardı ve büyü ile iletişim kuruyordu. Cinlerin aynı özelliklere sahip olduğunun Kur’an’da anlatıldığını önceki bölümlerimizde göstermiştik.

 

  1. Bölümde anlattığımız üzere bu uzaylılar yani cinler büyücü rahipler aracılığıyla tüm dünyada tek tanrılı dinleri bozarak çok tanrılı dinleri oluşturmuşlardı. Çünkü en başta bütün çok tanrılı dinler yaratıcıyı yani Allah ı kabul ediyorlardı ama boyut varlıklarını cinleri yani uzaylı tanrıları, Allah ile insan arasındaki aracı ve şefaatçi kabul ediyorlardı. Aynı şekilde Sümerlerin de Allah inancına sahip olduklarını az önce gösterdik. Sümerlerin diğer tanrılarıda yaratıcı tarafından yaratılmıştı. Sümer metinlerinde tanrıların yaratılması işte bu şekilde anlatılıyor.

 

Yükseklerde cennetin adı yokken , Ve
altındaki yeryüzü henüz bir ad taşımadığında, Ve onları doğuran
ilkel Apsu,
Ve kaos, ikisinin annesi Tiamut,
Suları birbirine karışmış
ve hiçbir tarla oluşmamışken. bataklık görünmüyordu;
Tanrılardan hiçbiri çağrılmamışken,
Hiçbirinin bir adı yoktu ve hiçbir kader belirlenmemişti;
Sonra göğün ortasında tanrılar yaratıldı,
Lahmu ve Lahamu var olmaya çağrıldı…

Sümer mitolojisi, başlangıçta insan benzeri tanrıların Dünya üzerinde hüküm sürdüğünü iddia eder. İnsan benzeri tanrılardan kasıt tabi ki de uzaylılar yani cinlerdir. 

 

Sonuç olarak kötülük yöntemi olan büyü ile gelen bu şeytanlar Sümerler e tanrılık yapıyor ve onlara kötülüğü emrediyordu.

 

aynı şekilde semud kavmide müşrikti yani Allah ile beraber başka tanrılar ediniyordu. ve bu başka tanrıların genel olarak cinler olduğunu kuran ayetlerinin anlattığını çok yerde anlatmıştık.

 

*Sümer’de tanrıların kralı, “göklerin tanrısı” Anu’ydu. Sümer tanrı ve tanrıçalarının tümü Anu’nun çocuklarıydı.elli büyük tanrı ve Annunakiler Anu’nun oğullarıydı.

 

İbadetleri kötülüktü 

 

Sümerlerin aslında kuranda anlatılan semud kavmi ile benzerliğinin bir delili de ataları nuh ve ad kavmi gibi kötülükleri ibadet olarak görmeleri idi.  

 

Çok tanrılı dinin kökeninin büyü olduğunu ve büyününde negatif boyut varlıkları ile alışveriş olduğunu, yani çok tanrılı dinlerin ibadetlerinin kötülüklere dayalı büyü ritüelleri olduğunu 5.bölümümüzde anlatmıştık. özetle büyü ticareti ile insanlar negatif beyin kimyasalları üretecek şeyler yapar, bu negatif enerjilerden negatif boyut varlıkları beslenir ve güçlenerek karşılığında insanlar için bir şeyler yaparlardı.  

 

Sümerler ile aynı ideolojiye sahip akadların sayısız insanı dinleri emrettiği için nasıl katlettiğini önceki bölümde anlatmıştık. işte Sümerlerde aynıydı. Savaşlarda sivilleri öldürmek sümerler için bir övünç kaynağıydı.

 

gene sümerler hem kendi şehirleri arasında sürekli savaşıyor hem de başka ülkeleri de istila ederek katliamlar yapıyorlardı. bunu da tanrıları istediği için yapıyorlardı. 

 

Sümerler, toplumlarının doğal ve toplumsal düzenleriyle ilgili tüm konulardan kendi tanrılarını sorumlu tutuyorlardı.

 

Örneğin “Sargon Destanı” olarak bilinen Sümer metinlerine göre Sargon, Kis kralı Ur-Zababa’yı devirdikten sonra iktidara geldi ve tanrılar Enlil ve Ea’nın yanı sıra tanrıça İnanna (Sümer) tarafından kendisine yönetme hakkı bahşedilmişti.

 

Gene Sümerlerin Her Şehir Devletinin Kendi Koruyucu Tanrısı Vardı. 

 

Akad ve sümer dünyası, bu tanrıların kendi aralarındaki kavga ve mücadele planlarına insanları da dahil etmesiyle yürüyordu. 

 

Bu yüzden sümer şehirleri sürekli birbirleriyle savaş halindeydi.

 

Bir şehrin tanrısının veya tanrıçasının heykelini çalmak veya almak, o zamanlarda sert bir cezaydı ve genellikle isyankar veya fethedilen şehirlere uygulanan yaygın bir cezaydı.

 

yani şeytan tanrılar sümerleri sürekli savaşa ve gereksiz kan dökümüne sürüklüyorlardı. yani şeytan tanrılar daha önce mu ve akad da olduğu gibi bitmeyen bir kaos sistemi kurmuştu ve bu sistem sürekli masum kanı üretiyordu. 

 

Neml-48- Onların arasında dokuz kişi vardı ki; her türlü kötülükte önde giderlerdi. Onları kendilerine önder edindiler. Onlarsa yeryüzünde bozgunculuk yapar, toplumun iyiliği, toplumun güzelliği için hiç bir şey yapmazlardı. Üstelik kendi çıkarlarını, halkın çıkarlarından üstün görürlerdi. Böylece ellerine geçirdikleri her fırsatta zayıfların mallarını türlü hilelerle gasp ederler. Hiç kimsenin hakkına riayet etmezlerdi. Bir gün bu bozguncular, Salih’e ve inananlara tuzak kurmak için bir araya geldiler. Toplumun bundan haberi yoktu. (Mehmet çoban meali) 

 

Neml-48- O şehirde, insanlar arasında Allah’a kulluk ve teslimiyeti egemen kılmak yerine, yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkaran servet ve iktidar sahibi dokuz kişilik bir çete vardı. (mahmut kısa meali)

 

Normal olarak insan kurban etmek te zaten Sümerlerde bir ibadetti.

 

Sümerlerin ur şehrinde Bir kralın veya kraliçenin ölümü sırasında veya hatta öncesinde, sarayın üyeleri – cariyeler, savaşçılar ve diğerleri – idam edildi. Arkeolog wolley bu toplu insan mezarlarını bulmuştu.  

 

önceki Bölümlerimizde insan fıtratına aykırı düşünce ve davranışların negatif beyin kimyasalları oluşturup negatif boyut varlıklarının işine yaradığını ayrıntılarıyla anlatmıştık. bu fıtratımıza aykırı düşünce ve davranışlara da semavi dinlerde günah dendiğini söylemiştik. işte bu negatif beyin kimyasallarının en çok üretildiği günahın da insan kurban edilmesi olduğu aşikardır. çünkü herkesin gözü önünde masum bir insan öldürüldüğünde çok güçlü negatif duygular açığa çıkacaktır. 

 

insanlara ait diğer şeylerde bu şeytanlara adak olarak veriliyordu. bu sayede ürünler ve mallar ya israf oluyor ya da sistematik kötülük için vergi olarak kullanılıyordu. Cemdet Nasr dönemine ait Uruk’tan kalma bir vazoda tanrıça İnanna ya sunulan diğer adaklar gösterilmiştir.

 

bu örnekler daha da çoğaltılabilir. çok tanrılı dinlerin emirlerinin semavi dinlere zıt emirler olduğunu daha önceki bölümlerimizde anlatmıştık. birbirine zıt olmalarının sebebi birinde emirleri yaratıcının vermesi diğerinde ise şeytanların vermesiydi. yaratıcı kendi ruhundan üflediği insanın pozitif enerjiler oluşturmasını ister, şeytan ise negatif enerjilerden beslenmektedir.

 

bunun yanında sümerler diğer günahları da neredeyse ibadet olarak görüyorlardı.    

 

En eski kayıtlardan, Sümerlerin sekse karşı çok rahat tavırları vardı ve cinsel adetleri , cinsel bir eylemin ahlaksız olarak kabul edilip edilmediğine göre değil, bir kişiyi ritüel olarak kirli yapıp yapmadığına göre belirlendi. Sümerler yaygın olarak mastürbasyonun hem erkekler hem de kadınlar için cinsel gücü artırdığına inanıyorlardı ve sık sık hem tek başlarına hem de partnerleriyle birlikte mastürbasyon yapıyorlardı . Sümerlerde anal seksi tabu olarak görmediler . Entu rahibelerinin çocuk üretmesi yasaklandı ve doğum kontrol yöntemi olarak sıklıkla anal seks yapıyorlardı. 

 

bu gördüğünüz resimler sümerlerden sonra kurulmuş olan babil devletine ait olsa da ve sümerlerin tapınak fahişeliğine dair kesin bir kanıt şu ana dek bulunamamış olsa da tapınak fahişeliğinin sümerlerde başlamış olma ihtimali çok yüksektir. çünkü sümer dininin kopyasını yaşayan babil ve asurlularda, sümer tanrısı iştara adanan tapınak fahişeliği çok revaçtaydı. tapınak fahişelerinin ilişkileri kutsaldı ve toprağın bereketini arttırdığına inanılırdı. 

sümerlerin kutsal tapınak evlilikleri ritüellerinin aslında tapınak fahişeliği olduğu da düşünülmektedir.  

 

sümerler için bira çok önemliydi ve çok yaygın şekilde tüketiliyordu. çünkü sümer tanrıları insanların içki içmesini istiyordu. sümer bira tanrısının Adı Ninkasi’ydi ve antik Sümer’deki tüm sarhoşlar ona saygı duyardı.

 

tek sermayemiz olan ve insanı insan yapan aklımızı dumura uğratan içkinin aileleri parçalamasından tutun orduları bozguna uğratmasına, en aşağıdan en tepeye ne kadar çok zararı olduğu başka bir videoda ayrıntılı şekilde anlatabileceğimiz ayrı bir konu. fakat burada önemli olan durum içkinin toplum tarafından teşvik ediliyor olmasıdır. 

en zevkine düşkün avrupa devletleri bile bugün içki ve sigaradan insanları uzak tutma yollarını aramaktadırlar. çünkü önünü alamadıkları uyuşturucunun ilk basamağının içki ve sigara olduğunu görmüşlerdir. avrupalı araştırmacılar gördüler ki; hiç kimse bir anda uyuşturucuya başlamıyordu. sigaradan doyumsuzluğa ulaşan sonra içkiye geçiş yapıyor, içkiden de doyumsuzluğa ulaşınca uyuşturucuya geçiş yapıyordu. uyuşturucu kullanan herkesin geçmişinde içki bağımlılığı vardı. toplumun her kesiminden bir çok insanın çok normal şekilde uyuşturucu kullandığı zengin avrupa devletleri bu en büyük problemlerine geçde olsa çözüm aramakla uğraşmaktadırlar. hiç kimsenin içkisi başkasına bir zarar vermediği müddetçe hiç kimseyi alakadar etmez. kişisel günahlar bizim alanımız değildir. fakat bu kötülük, ülke ve toplum tarafından teşvik ediliyorsa o zaman olağanüstü büyük bir problem var demektir. işte sümerler bu konuda da sistematik bir kötülük işliyorlardı. ülke ve toplum eliyle kötülüğe yönlendirme ve zorlama vardı.      

tanrılarının emriyle içki içmeyi neredeyse bir ibadet statüsüne çıkarmışlardı.  

 

gene şeytan tanrılar sümerlerin ahiret inancını da değiştirmişti. ahiret vardı ama yok hükmündeydi. Bütün ruhlar aynı ahiret hayatına gider, ve bir kişinin yaşamı boyunca yaptığı eylemlerin, o kişiye öbür dünyada nasıl davranılacağı üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Sümerlerin ölümden sonraki yaşamı , yerin derinliklerinde bulunan, insanların “dünyadaki yaşamlarının karanlık bir versiyonunu” sürdürdüklerine inanılan karanlık, kasvetli bir mağaraydı. Bu kasvetli bölge Kur olarak biliniyordu , ve tanrıça Ereşkigal tarafından yönetildiğine inanılıyordu. Bu bilgilerden anlaşıldığına göre tanrılar Sümerlerin cehenneme gideceğini söylemiş. 

 

Ankebut Suresi, 38. ayet: Ad’ı ve Semud’u da (yıkıma uğrattık). Gerçek şu ki, kendi oturdukları yerlerden size (durumları) belli olmaktadır. Kendi yaptıklarını şeytan süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi.

 

 Tüm bunların yanında bu tarz ülkelerin iç işlerinde adalet sistemleri gelişmiş olması sizi aldatmasın. yani sümer gibi satanist ülkelerde insanlar sosyal hayatta birbirlerine karşı dolandırıcılık, hırsızlık cinayet gibi kötülükleri işlemiyor olabilir. çünkü sosyal işleyişin bozulmaması ve ülkenin güçlenmesi için bu tarz suçların yasaklanması şarttır. ülkeyi yöneten ve dünyayı bu ülkeler vasıtasıyla ele geçirmek isteyen şeytanlar, sahip oldukları ülkenin güçsüz olmasını istemez. bu yüzden bu suçları yasalarla engelliyor olabilirler. bunun benzer örneğini günümüzde şeytanlara tapanların yönetimdeki amerikada görebilirsiniz. amerika içinde adalet son derece iyi çalıştırılmaya çalışılırken, amerika dışındaki insanlara ve ülkelere karşı amerikan devletinin yaptığı adaletsizlikler had safhadadır. Bunun yanında Amerika’da uzaylıların kaçırdığı ve bu yüzden kaybolan insan sayısı da çok fazladır. Yani insan kurbanlarını da günümüz modern dünyasında saklı veya farklı şekillerde temin etmektedirler.      

 

BÜYÜ ÖNEMLİYDİ

Sümerlerin aslında kuranda anlatılan semud kavmi ile benzerliğinin bir delili de ikisininde işlerini büyü ile yürütmesiydi.

çok tanrılı dinlerin din adamlarının büyücü olduğunu, çok tanrılı dinlerde tanrı olan boyut varlıkları ile büyü vasıtasıyla iletişim kurulduğunu, büyü vasıtasıyla kötü uzaylılardan yani cinlerden yardımlar ve emirler alındığını önceki bölümlerimiz de anlatmıştık. yardım alanda bir yerden sonra buyruk almaya başlıyordu. ve bu buyruklarda insan için hem dünyada hem de ahiretinde zararlı sonuçlara yol açıyordu. yani şeytanlardan alınan yardımlar başta insan için iyi gibi görünse de sonrasında insanın kuyusunu kazıyordu. İslam ve diğer semavi dinlerde büyünün şeytan ve putlarla bağlantılı bir olgu olduğunu sürekli vurgulamakta ve büyüye tamamen karşı çıkarak büyüyü büyük günah olarak saymaktadır. Tek yaratıcılı dinlerde büyünün şeytanlardan yardım almak için yapıldığı, büyücülerin şeytanların elçileri olduğu açıkça anlatılmıştı. Bu açıdan çok tanrılı dine mensup olan Semud kavmi hakkında kuran da açıkça söylenmese de  büyücü oldukları sonucu rahatlıkla çıkarılabilir.

tarihçiler sümerlerin teknoloji alanında gelişmiş olmalarına rağmen büyü konusuna da çok ilgili olmalarına şaşırmaktadır. tarihçilere göre büyücülük gericilik iken teknoloji ise ilericilikti. fakat tarihçilerimiz üst kademedekilerin teknoloji ve büyüyü beraber yürüttüklerini zaten hiç görmek istemediler. ne de olsa onlarda üst kademedekilerden para alıyordu. Sümerler, teknolojik olarak gelişmiş ve tıp alanında ileri olmakla birlikte büyü ve şifalı bitkilere dayalı bir tıp sistemine de sahipti. 

Sümer tabletlerinde dünyanın en eski büyüleri bulunmaktadır. Antik Sümer büyüleri ile ilgili ayrıntılı kitaplar yazılmıştır. Yani bütün çok tanrılı dine mensup toplumlarda olduğu gibi Sümerlerde de büyü önemli bir yer tutuyordu.   

işte bu ayette semud kavminin tanrılarının insanları çarpabilecek büyüsel güçlere sahip oldukları anlatılmıştır. başka bir ayette semud halkı hazreti salihe büyülendiğini söylemektedir. buradan da anlaşılıyor ki semud kavminde yaygın bir büyü inancı vardı.

 

*-*-*-*

 

TEKNOLOJİ ALDILAR

Sümerlerin aslında kuranda anlatılan semud kavmi ile benzerliğinin bir delili de ataları nuh ve ad kavmi gibi bilinmeyen antik teknolojiye sahip olmalarıdır. Kuran dan bildiğimiz kadarıyla semud kavminin, tarihten bildiğimiz kadarıyla ise Sümer ülkesinin teknolojisi ileri ve farklı bir seviyededir.  Bu bilgi ve Semud kavminin bilgileri ile övünmesi kuran da anlatılmıştır. 

 

Hepimizin aşina olduğu üzere Sümerler ilk tekerleği icad ettiler, okullar açtılar. 

İlk Tuğladan yapılar inşa ettiler.   

Dünyanın İlk Çalışan Takvimlerinden Biri Sümerlere Aittir.

aynı zamanda doğal maddelerden kimyasal parçaları çıkarma işlemlerine de aşinaydılar. 

Gelişmiş bir anatomi bilgisine sahip oldukları kabul edilir ve arkeolojik alanlarda cerrahi aletler bulunmuştur.

Bir çok ilke imza atan Sümerler Tarihte ilklerin ülkesi ve medeniyetin doğduğu ülke olarak bilinir. Bu kısmen doğrudur çünkü mu dan sonraki ilk Süper güç akad ve Sümerlerdir.

En önemli gelişme ise tarım alanında idi çünkü MÖ 3500’e gelindiğinde tarım artık o kadar yoğun emek gerektirmiyordu ve bu sayede insanlar dikkatlerini başka mesleklere yöneltebiliyordu. Seramik, çiftlik aletleri, tekne yapımı ve diğer zanaatlar gibi ürünlerin üretiminde kentleşme ve uzmanlaşma, MÖ 3000 yılına kadar büyük dini merkezlerin etrafında şehirlerin inşa edilmesine yol açtı. 

 

Bu yenilik patlaması neden ve nereden geldi?

 

tüm bu bilgileri Sümerlere kim verdi ve bu teknolojik yapıları Sümerlere kim yaptırdı. 

Bilim adamlarına göre Sümerlerin bir anda tarih sahnesine nereden geldiği ve bu teknolojiye nasıl sahip oldukları bir muamma. Fakat bizim elde ettiğimiz sonuca göre bu bebeklik çağı olmayan gelişmişlik çok bariz büyü ile tanrılardan alınmış yardımlar sayesindedir. Tanrı zannedilen Uzaylıların yani cinlerin büyü karşılığında yaptığı en büyük yardım da insanlara bilgi yani teknoloji vermektir. Sümerlerinde büyü ile ne kadar içli dışlı olduğunu az önce gördük. Yani Bu nereden geldiği belli olmayan teknolojinin tek kaynağı büyüdür. Çünkü zaten sümerlerde bilgilerin tanrılardan geldiğini kendileri söylemişlerdir.

 Sümerlere Şehirde yaşamalarını bile tanrıları söylemişti. 

 Tabletlere göre, insanlara Sümer’de şehirlerde yaşamaya başlamalarını bile ilk kez tanrılar söylemişti.  hatta en önemli şehirlerinden eridu yu bizzat tanrıları inşa etmişti.

Sümerlerin önemli bir şehri vardı eridu. Eridu şehrinin statüsü Sümerlerden sonraki çağlarda bile efsaneviydi. Babilliler aslında Eridu’nun bizzat tanrılar tarafından yaratılmış olan, Dünya üzerindeki en eski şehir olduğuna inanıyorlardı. Bir Sümer tabletinde “Akrabalık gökten indikten sonra, Eridu krallığın (koltuğu) oldu” diyor.

Eridu’da bulunan bir kil tablet ve Sümer’in başka yerlerinde bulunan diğerleri de bir tufan hikayesi anlatır. İncil tarihçileri buna “Eridu Genesis” hikayesi diyorlar.

 

Tufan öncesi seviyedeki ev kalıntılarında bulunanlara göre sümerler; çanak çömleğin yanı sıra çok sayıda taş dövücü ve öğütücü, çakmak taşı çapa, ince cilalanmış siyah beyaz mermer vazo parçası, kil orak, orijinalleri kesinlikle metalden yapılmış olan kilden yapılmış alet modelleri steatit boncuklar, kabuk boncuklar ve amazonit boncuklar üretti. Bunlar, Tufan öncesi çağda bize şaşırtıcı gelmesi gereken bir kara ticaretine işaret etmektedir. (https://www.penn.museum/sites/journal/9272/)

 

Tüm bunların yanında sümerler hakkında bildiklerimiz henüz daha devede kulak bile olabilir. çünkü bilim adamları Sümer sanatı, çömlek ve heykellerinin yanı sıra toplamda 500.000 civarında olduğu tahmin edilen şaşırtıcı sayıda kil tablet buldular. Fakat bu kil tabletlerin büyük çoğunluğu henüz tamamen çevrilmemiş ve üzerinde çalışılmamıştır.

 

Bu örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak aynı günümüzde masonların kurduğu ve yönettiği bazı devletlerin büyü ile uzaylılardan bilgi alarak aniden teknolojide ilerlemesi gibi o dönemde de mu, akad, Sümer ve Mısır gibi teknolojide bebeklik çağı olmayan ve hiç çalışmadan teknolojik ilerleme yaşamış ülkelerin, bu teknolojiyi kolay olan büyü yoluyla almış oldukları aşikardır. 

 

TANRILARIN DİLİ SÜMERCE

 

Aslında bu teknolojik ilerlemenin ana kaynağı yazı ve dildir ve sümerlerin yazısı ve dili de, yani bilgilerinin ana kaynağı da tanrılardan gelmiştir. 

Çünkü ilk olarak Sümerler kendi kayıtlarında yazının ve dilin tanrılardan geldiğini yazmışlardır.

 

Antik Mezopotamya inanışlarına göre yazı tanrıların bir armağanı olarak kabul edilir ve yazı hem güç hem de bilgi anlamına gelir.

“İnanna ve Enki” başlıklı bir Sümer destansı şiiri, yazma sanatının,  Kralların Şehri  Eridu’dan Uruk’a aktarılan uygarlığın birçok temel öğesi arasında yer aldığını söyler. Yazı, Bilgelik Tanrısı Enki tarafından dünya insanlarına ithaf edilmiştir  .

Kâtiplerde Sümer tanrıçası Nisaba’nın himayesi altındaydı. Daha sonraki zamanlarda onun yerini, sembolü bir kil kalemi olan tanrı Nabu aldı.

“Fragment of Enmerkar and the Lord of Aratta…” adlı tablette tüm insanların tanrıların dilini yani sümerceyi konuşması için bir büyü yazıyor. Yazı şu şekilde: Ona ilahiyi söyleyin… Nudimmud’un büyüsünü: “…tüm evren, iyi korunan insanlar -hepsi Enlil’e hep birlikte tek bir dilde hitap etsinler! 

demek Sümerler için bilimin ve yazının tanrılardan geldiği bilgisi tabletlerine kaydedilecek kadar önemliydi ve bu gerçekleri gelecek nesillere kalıcı olarak bırakmak istediler. Ve zaten tanrıları bu bilgilerin aktarılmasını ve tabletlerin yazılmasını istediği için yazdılar.

hatırlarsanız büyü ile ilgili dünyanın kara kutusu belgeseli 5. bölümde bilimsel bulguları ve somut delilleri göstermiş, büyünün kuantum fiziği ile bağlantılı bir gerçek olduğunu bilim adamlarının tartıştığını anlatmıştık. büyünün varlığını kabul etmeyen bilim yobazı tarihçiler sümercenin ve sümer medeniyetinin kökeni hakkında kafayı yeselerde, gördüğünüz üzere sümerler kendi ağızlarından tanrıların büyü vasıtasıyla kendilerine bilgi verdiğini çok yerde itiraf etmişlerdir. 

 

sümer dili ve yazısının tanrılardan geldiğinin diğer delilleri sümercenin insani bir kökeninin olmamasıdır. bu yüzden Bilim adamları hala daha Sümercenin nasıl ortaya çıktığını, nereden geldiğini çözemiyor. Aynı ülke içinde birbiriyle alakasız iki dilin nasıl varolduğunu ve nasıl konuşulduğunu anlayamıyorlar. 

 

Sümerlerin kökenine ilişkin gizem, bilim adamlarını bugün bile rahatsız etmeye devam ediyor. Bilim adamları Buna “Sümer Sorunu” diyorlar. Sami dilinin sadece Yahudi anlamına gelmediğini, aynı zamanda Arapça anlamına da geldiğini unutmayın). Sümerler kelimenin tam anlamıyla Samilerle çevriliydi, dolayısıyla Sümerlerin de Sami olduğunu varsaymak doğaldır.Ancak bu varsayımda ciddi bir sorun var. Sümerler Sami dili yani akadca, aramice, arapça veya ibranice konuşmuyordu. bunun yanında Yirminci yüzyıl bilim adamları tarafından Sümerlerin farklı bir halk olduğuna dair ikna edici bir argüman onların edebi kompozisyonlarıydı. Ancak bu metinler annelerin çocuklarıyla artık Sümerce konuşmadığı bir dönemde yazılmıştı.yani halk başka bir dil konuşuyordu yöneticiler başka bir dil konuşuyordu. Bilim adamları, Sümerlerin en büyük şehirlerin isimleri arasında pek çok Sami kelime tespit ettiler. Ur, Uruk, Eridu ve Kiş bunlardan yalnızca birkaçıdır.   yani bu bilgilere göre sümerler büyük ihtimalle hem sami idi hem de diğer samilerden farklı bir dil ve kültür ile yaşıyorlardı. bu nasıl olmuştu? 

 

Büyülü sözler gibi dini metinler ya Sümer dilinde (örneğin, Nougayrol in Sembolae Hrozny II PI. III karşı sayfa 226; MAD I 333) ya da Akad dilinde (örneğin, MDP XIV 90) yazılmıştır. Ekonomik metinler ve mektuplar gibi resmi olmayan ve dini olmayan yazıtların dili Kuzey’de, yani Akkad’da yalnızca Akadcaydı. Güneyde, yani Sümer’de Sümer dili düzenli olarak kullanılıyordu ama orada bile Akkadca harflere ve ekonomik belgelere sıklıkla rastlanıyor. Sümer dışında, i. örneğin Akkad’da, Diyala Bölgesi’nde, Elam’da, Asur’da ve Mari’de yalnızca Akad dili tasdik edilmiştir;

 

Burada akadca ile sümercenin farkını iyice anlamak gerekiyor akadca bugün bile hala akraba dilleri konuşulan bir dildir. antik aramice yani günümüz Arapçası ve Yahudilerin dili olan İbranice akadcadan türemişlerdir. yani günümüzdeki tüm bu sami dillerinin kökeni akadcadır. Mezopotamya Arapçası, özellikle de Qeltu , önemli bir Doğu Aramice alt katmanına sahiptir [13] ve bu sayede eski Mezopotamya dili olan Akad dilinden de önemli etkiler taşır . Akkadca, Arapça ve İbranice ile akraba olan bir Sami dilidir; Sümerce ise izole edilmiş bir dildir , yani bilinen herhangi bir dille ilgisi yoktur. sümerce ise bambaşka bir dildir ve bir önceki bölümde akad sümerlerle birlikte kaybolup yok olduğunu bahsettiğimiz dil sümercedir.

Tarihçileri şaşırtan en önemli şeylerden biri de Akadca ile Sümercenin benzerliğinin aslında çok az olmasıydı. Sadece yöneticiler, elitler, rahipler Sümerce konuşuyordu, halk ise akadca konuşuyordu. Yani Sümer ülkesinde yaşayan halkta aslında Sümerce değil akadca konuşuyorlardı, Sümerce yönetici azınlığın dili idi. 

İşin garip yanı o dönemdeki insanlar akadcayı yazmak için de Sümer çivi yazısı kullanıyordu. tüm bu bilgilerden şu sonuç çıkıyor. tanrılar teknolojinin temeli olan yazıyı insanlara sümerce vermişlerdi, insanlar yazmayı da sümerce ile öğrenmişlerdi. bu yüzden daha sonra İnsanlar kendi dilleri olan akadcayı da Sümer çivi yazısı ile yazmışlardı. yöneticiler ve rahipler tanrılarla büyü yoluyla iletişim halinde olduğu için sümerce konuşmak zorunda idiler. tanrılarda sümercenin yaygınlaşmasını ve yönetim dili olmasını istediğinden tabletler sümerce yazılıyor, bilgiler sümerce paylaşılıyordu. 

 

sümer dili ve yazısının tanrılardan geldiğine dair önemli ve şaşırtıcı bir delilde babil şehridir. bir sümer şehri olan babil büyünün ilk yapıldığı ve tanrılarla ilk temas kurulan yerdir. bu sadece sümerlere göre değil tüm çok tanrılı inançlara göre öyledir.

çok garip bir şekilde antik dönemdeki tüm çok tanrılı mezapotamya ülkeleri babil merkezliydi ve babilin çevresinde kurulmuştu. ve işin daha da garip yanı bu kurulan ülkeler arasında kültürel bir bağlantı olmamasıdır. yani babil şehrinin önemi bir miras gibi önceki ülkeden sonra yaşamış ülkeye aktarılmamıştır. tarihçiler babilde kurulan farklı farklı ülkeler arasında kültürel kopukluk tespit etti. yani bir ülke yok olmuş üzerinden epey zaman geçmiş sonra diğeri gelmişti. tarihçiler bu kültürel kopukluğu buldukları çanak çömlek vs eserler ile anlayıp tespit etmişlerdir. fakat yeni gelip kurulan her çok tanrılı devlet ne hikmetse babilde kurulmuştur. işin daha da garip yanı kurulan her yeni devletin yöneticilerinin dilinin sümerce olmasıdır.    

Arkeolojik kanıt.1 Obeid ve Eridu tarafından temsil edilen Babil’in en erken evreleri ile genellikle “proto-okuryazarlık” dönemi terimi altında sınıflandırılan daha sonraki protohistorik evreler arasında kesin bir kültürel kopukluk vardır. Farklılıklar çanak çömleklerde (sonraki dönemin bezemesiz mallarına karşı Obeid’in boyalı çanak çömlekleri), mühürlerde (sonraki dönemlerdeki silindir mühürlere karşı erken dönem damga mühürleri) ve mimarinin bazı özelliklerinde kendini göstermektedir. Kültürel kopuş etnik bir kopuş anlamına gelebilir; erken evre Sümer olmayabilirken ikinci evre kesinlikle Sümer olabilir. Ayrıca Obeid kültürünün, Babil sınırlarının çok ötesinde, Mezopotamya’ya kadar uzanması, Obeid kültürünün Sümer olmayan bir nüfusa ait olduğu yönünde makul bir sonuca yol açıyor, çünkü Sümer tarihi dönemlerde her zaman Babil ile sınırlıydı….Sonuç olarak ne Obeid kültürü ne de coğrafi isimler Sümer olamaz. Bunların Akad veya genel olarak Sami olamayacakları da oldukça açıktır. Sümerler gibi Samilerin de İki Nehir ülkesine yeni gelenler olduğu ve arka planı bilinmeyen başka bir nüfusun üzerine yerleştikleri açıktır.

 

babil ilk olarak sümerlerle birlikte kurulmuş varolmuş bir şehirdir. babil Adı, Akkad dilinde ” Tanrı’nın Kapısı ” (ya da “Tanrıların Kapısı”) anlamına gelen ve Yunanca’da Babil olarak verilen bav -il veya bav-ilim kelimesinden türetilmiştir .

Akkadca “tanrının kapısı” anlamına gelen Bâbil adı (bâb “kapı”, ili “tanrının”), İbrânîce’de Bâbel/Bâvel, Persçe’de Babiruş ve Grekçe’de Babylon şekillerinde kullanılmıştır. Şehrin adına ilk defa milâttan önce 3. binyılın sonlarına ait Akkad vesikalarında rastlanır; ancak kuruluşunun çok daha eski olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü şehrin ilk adı Sumerce Ka-dingir-ra’dır (ka “kapı”, dingir “tanrı”, -ra “-nın”) ve Bâbil’in bu isimden Akkadca’ya yapılmış bir tercüme olduğu anlaşılmaktadır. burada sümercenin türkçe ile benzerliğini de biraz farketmiş olabilirsiniz. o bambaşka bir konu. sümerlerin daha doğrusu Salih peygamber ile helak olmaktan kurtulmuş semud kavminin bugün türklerin atası da olabileceğini ileride irdeleyebiliriz. ama gaza gelmeyin boyut varlıklarından teknoloji alarak gelişmek iyi bir şey değildir. bunu bugün avrupalı masonlarda yaptı ve faydalarının kalıcı olmadığı, tavizler verildiği görülüyor. 

Görüldüğü üzere Babil tanrıların Sümerler ile buluştuğu yerdi. tanrıların geldiği, tanrıların şehir olarak seçtiği bölgeydi. daha önce büyünün tanrılarla iletişim yöntemi olduğunu çok defa açıkladığımıza göre Babil büyünün başladığı ve ilk yapıldığı yer olmalıdır. Kur’an’da da babil’in büyünün indirildiği yer olduğu ve babil’deki şeytanların insanlara büyüyü öğrettikleri yazmaktadır.

Bakara-102-Tuttular, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular. Halbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihiri ve Babil’de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma! ” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.

kuranda babilin isminin böyle geçmesi çok önemli tarihsel bir gerçeği vurgulamaktadır. çünkü ileriki bölümlerde de anlatacağımız üzere sümerlerin helakından sonra kurulan asur babil gibi çok tanrılı ülkelerde hep babil merkezli kurulmuştur ve sümerce konuşmaya devam etmişlerdir.

Babil tevratta da akad ve sümer ülkeleri ile birlikte anılır. 

 

Yaratılış 10:8-12 MSG> Cush’ta Nemrut da vardı. O, dünyadaki ilk büyük savaşçıydı. O, ALLAH katında büyük bir avcıydı. “Nemrut gibi ALLAH katında büyük bir avcıdır” diye bir söz vardı. (nemrutun) Krallığı Babil’le başladı; sonra Şinar ülkesinde Uruk, Akkad ve Kalne. Oradan Aşur’a gitti ve Ninova ile büyük şehir Calah arasında Ninova, Rehoboth Ir, Calah ve Resen’i inşa etti.

tevrattaki bu ayette Babil in akad sümer ile açık bağlantısı gösterilmiştir.

Babil’de bilginin ve teknolojinin özellikle inşaat teknolojisinin ilk olarak başlayıp geliştiğine dair bilgiler vardır.  bilindiği üzere sümerler piramit yapmaya başlayan ilk medeniyetlerdendir. Sümerler zigurat olarak bilinen yüksek piramit tapınaklar inşa etmişti.  

 

Meşhur Babil kulesi de üstün bir teknoloji ürünüdür. 

Sümerler den Çok daha sonra kurulan Babil devletindeki bilginlerde yüksek kuleler inşa etmede uzmandılar. Bunlara da Babil kulesi denmişti. 

 

bu arada masonluğunda inşaatçılık manasına geldiğini ve kuranda inşaatçı cinlerin hazreti süleymana çeşitli yapılar inşa ettiklerinin yazdığını hatırlatalım.

 

Sonuç olarak sümerlerin başkenti Babil şehrinin büyü tanrılar ve teknoloji ile bu kadar bağlantılı olması sümercenin de tanrılar tarafından gönderildiğinin bir delilidir.

 

İncil’e göre, Yaratılış 11:1-9’da babil kulesi, büyük tufandan bir süre sonra Şinar diyarında – Babil’de – inşa edilmiştir .

 

-İslâmî kaynaklarda yazı konusunda başlıca iki görüş vardır. Bu görüşlerden ilkine göre yazı tevkīfî olarak/ilahî bir lütufla Yemen bölgesinde teşekkül etmiştir.35 28 harften oluşan bu alfabe Hûd kavminin helâkinden sonra büyük ihtimalle onların devamı niteliğindeki Semûd kavmi tarafından kuzey bölgelere ve Sina yarımadasına taşınmıştır ki müsned yazısının bir türüne de semûdî denilmektedir. Nitekim yazı Hicaz’a da bu kaynaktan ulaşmıştır.36 

-Salih’in kavminin yok edilmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, Semud adıyla anılan -ya da en azından dışarıdan gelenler tarafından böyle anılan- başka bir grup el-Hicr (Hicr kavmi kim?) bölgesine geldi. Tarihçi Robert Hoyland, bunların, orijinal Semud ile hiçbir bağlantıları olmamasına rağmen,  Semud adını benimseyen insanlar olduğuna inanıyor. 

Peygamber’in (AS) bir hadisi bu konuyu aydınlatıcıdır: “Peygamberlerden 4 tanesi Arapça konuşarak Arap halkına tebliğ yaptılar. Bunlar Hûd (AS), Sâlih (AS), Şuayb (AS) ve senin peygamberin, ey Ebu Zerr” der.[19]  Kaynak: Tarih, Arkeoloji ve Kur’an Bilimleri Işığında Hz. Hud (AS) – Erdem AKÇA  [19] Sahih-i İbn-i Hibban, Cilt 1.

 

DÜNYAYA YAYILDILAR: 

 

Bunun yanında Sümerce nin dünyanın her yerinde karşımıza çıkması belki anlatacaklarımızdan en ilginç olanıdır. 

 

(resim aynı gazete web sitesinden alınmıştır: http://users.cwnet.com/milenia/Sumer-origins.htm  ). 

 

Örneğin Bu antik tablet Orta Avrupa’daki Transilvanya’da bulunmuştur. Tartaria Tableti denilen bu tabletin Karbon 14 yaşı MÖ 4500’e tarihleniyor. Bilim adamları Bu tableti tüm eski resim yazılarıyla karşılaştırdılar ve bunun Sümer yazısı olduğu sonucuna vardılar.

 

*antik uzaylılar 4.sezon maya komplosu> maya da sümer yazılı çanak.

 

Gene Amerika kıtasında üzerinde Sümerce yazılı bu antik çanak bulunmuştur.

Puma punku da bulunmuş bu antik yazının da Sümerce ile benzerliğini görüyorsunuz.

 

sümercenin dünyanın çok değişik yerlerinde karşımıza çıkması da hem Sümerce nin kaynağının insanlık dışı olduğunu hem de Sümer devletinin dünyanın geniş coğrafyasına yayılmış olabileceğini gösterir. 

 

 

Zaten tarihçiler Sümerlerin en baştan beri yayılmacı bir politika izlediğini belirtirler.

 

Yani akatlardan hem önce hem de sonra var olan Sümerler de topraklarını genişletmek istiyorlardı. 

 

Tarihçilerin Uruk yayılmasını açıklamak için ileri sürdükleri teoriler arasında Sümerlerin ticari amaçları ön plana çıkmaktadır. Tarihçilerin Diğer açıklamaları, Uruk yayılmasının nedeni olarak Sümerlerin kültürel öykünmelerini işaret etmektedir. yani Sümerler kültürlerini herkesten üstün gördükleri için dünyaya yaymaya çalışmışlardır. 

 

Bir önceki bölümde akadların tarih kitaplarında sadece Mezopotamya ve çevresinden ibaret oldukları gösterilmesine rağmen akadların dünyanın çok geniş bir coğrafyasına yayıldıklarına göstermiştik. çünkü akadlara ait deliller ve benzer megalitik yapılar dünyanın farklı yerlerinde aynı zaman diliminde vardı. 

Aynı şekilde Sümerlerin de yayılmacı bir politika izledikleri bilinmesine rağmen Sümerlerde tarih kitaplarında sadece mezopotamya’dan ibaret gösterilmektedir. fakat sümerlerin çok daha geniş coğrafyaya yayıldıklarına dair bir takım delilleri az önce gösterdik. Bu antik haritalarda boş görünen yerlerde insanlar binlerce yıldır yaşıyordu ve bu insanlar büyük ihtimalle Sümerlerdi. Sadece madain Salih te bulunan Sümer Güneş kadranı bile bu haritaların eksik olduğunu gösterir. 

 

Kimileri sümerlerden önce Mezopotamya çevresinde başka kültürlerin de var olduğunu söylese de bu kültür farklılıkları belirsizdir ve kültür dediğimiz şeyin temeli dil ve din ise belirgin olan yaygın dil ve din sadece sümerlerindir ve zaten sümerlerin kültürel etkileri de birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. En eski yerleşim yerlerinin bulunduğu madain Salih de Sümer Güneş kadranının bulunması, en eski mabet olan göbekli tepedeki yılan reptilian tanrının sümerlerde de var olması, gene sümercenin Rusya ve Amerika’da bile bulunmuş olması bölgede var olan tek devletin Sümerler olduğunu gösteriyor.

 

Aynı şekilde semud kavmi de dünyaya yayılmaya çalışıyor ve yeryüzünde bozgunculuk yapıyordu. 

 

Şuara 151-“Sakın, o her işi aşırılık olanların isteklerine uymayın.” “İşi gücü dünyada bozgunculuk çıkarmak olan ve fakat düzeltme adına hiçbir şey yapmayan o kimselerin…”

 

 Araf- 74-… Allah’ın nimetlerini hatırlayınız da yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kesinlikle kaçınınız. 

 

 sonuç olarak bu bilgilerde sümercenin, tanrıların yani önceki bölümlerimizde ispatladığımız uzaylı zannedilen cinlerin dili olduğunu ispatlıyor. bu kadar çok yerde ve boyut varlıkları ile bağlantılı bir çok önemli yerde sümercenin karşımıza çıkmasının sebebi budur. hatta günümüzde bile uzaylılar ve cinlerle temas halinde olanlar sümerce ile karşılaşmaktadır. Kaçırılma vakalarının anlatıldığı 4.tür filminde sümerce bir sahne geçiyor. Rahmetli salih memişoğlu da semud kabilesinin en güçlü cin kabilesi olduğunu anlatıyordu.  

 

İşte bu ve ileride bulunacak diğer gerçekler sümerlerin tarih kitaplarında bahsedildiğinden daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını ispatlamaktadır.

 

İNŞAATÇIYDILAR

 

sümerlerin tanrılardan sümerce ile aldığı bu bilgi ve teknolojinin kalıntıları bugün antik inşaat yapılarında çok bariz görülmektedir. sümerlerden kalma belki diğer bir çok farklı antik teknoloji ürünü vardı ama bunlar binlerce yıl içinde paslandı, çürüdü ve yok oldu. ya da bilmediğimiz eller tarafından el konulup saklandı. fakat kil tabletler ve yaptıkları inşaatlar zamandan en az etkilenen şeyler olduğu için günümüze kadar geldiler ve elimize geçtiler.  

tarihçilerinde belirttiği üzere şu bir gerçek ki; Akad Sümerler hem sulama hemde inşaat konusunda çok ileriydiler: 

 

Sümerler, MÖ 4. bin yılda neredeyse tamamı tuğladan yapılmış, kemerler, kubbeler ve tonozlardan oluşan sofistike mimari eserler yaratıyorlardı .

Babil tapınakları, payandalarla desteklenen , yağmurun kanalizasyonlarla taşındığı, ham tuğladan yapılmış devasa yapılardır. Sümerlere ait Ur’ şehrindeki böyle bir kanalizasyon kurşundan yapılmıştı. Tuğla kullanımı sütunların, fresklerin ve fayansların erken gelişimine yol açtı. Duvarlar parlak renklere sahipti ve bazen fayansların yanı sıra çinko veya altınla kaplanıyordu. 

 

sümerlerin döneminde yaşayan Kral Shulgi, Sümer ve Akad kentlerinde çeşitli inşaat projeleri gerçekleştirmesiyle tanınıyordu. Ünlü Ur Zigguratı da dahil olmak üzere birçok ziggurat inşa etti. 

 

benzer şekilde semud kavminin beraber yaşadığı ad kavminin irem kenti hakkında kuran da da “Misli halk olunmamıştır. demektedir. ” Burada “inşa edilmemiştir” değil, “halk olunmamıştır” denmektedir. Hilkat çamurdan yapılanlara denir. Yani kuranda Çamurdan böylesi inşa edilmemiştir demektedir. Antik Tarihî kalıntılardan taş kemerler bilinmektedir, ama çamurdan yani tuğla kemerler akad-sümerler haricinde bilinmemektedir. Bunun yanında hilkatten kelimesinden yaptıkları sulama tekniği sayesinde oluşmuş bahçelerde anlaşılmaktadır. Yani hem tarihten hem de kuran dan anlaşıldığına göre Tamamen orijinal ve çok değişik bir sulama sistemi ile büyük bir verim elde edilmiştir. Bugün belki onlardan çok daha güzel sulama yapabiliyoruz ama onların verimlerine ulaşmamız mümkün olmayabilir.

 

-kuranda semud hakkında geçen kelime “Cebedenler”; “Cabe” “cevab” kelimesi ile akrabadır. Bu kelimenin manası; Soruya verilen cevap ya da boş bırakılan yerlerin doldurulmasıdır. Boşluk anlamında olan “Cevf” kelimesi ile akrabadır. Toprakları yarıp kanallar yapma anlamına gelmektedir. “Sahra” çöl demektir. Kumlarla kaplanmış alandır. Kum suyu tutmadığı için bitki de bitmemektedir. Sulama yaptığınızda ise canlılar oluşmakta, zamanla gelen güneş ışığının altında çok verimli topraklar oluşmaktadır. “Sahra” kelimesi burada harfi tarifle gelmiştir. Belli yerleri, belli çölü vadi hâline dönüştürdüler demektir. Burada sahra “fî” ile gelmemiş, mef’ul olarak gelmiştir. Sahranın içinde vadiler değil, sahrayı vadileştirdiler anlamına gelmektedir.

-semud hakkında kavmin yaşadığı bölgede yazları suyun azaldığı, bu sebeple burada yaşayanlara “semed” (suyu az olmak) kökünden gelen Semûd isminin verildiğini söyleyenler de vardır (Lisânü’l-ʿArab, “s̱md” md.; Zemahşerî, II, 116)

 

Bunun yanında meşhur sümer ziguratı bugün bile ayakta duran ve pişmiş tuğladan yapılmış ilk büyük piramitlerdendir. sümer ziguratı sümerlerin ne kadar büyük inşaatçılar olduklarını ve ne denli büyük bir teknolojiye sahip olduklarını gözler önüne sermektedir. sümerlerin inşaat teknolojisi sadece tuğla inşaatları ile sınırlı değildi. bunun yanında şimdi ispatlayacağımız üzere sümerler kayaları oyarak ev yapacak teknolojiye de sahipti.

 

işte kuran da da semud kavminin sümerler ile aynı özelliklere sahip olduğu anlatılmıştır.

Fakat ek olarak Kuran da semudun önemli bir şehirleşme ve inşaat teknolojisine sahip olduğu anlatılmakla birlikte bu teknolojinin kayaları oyup ev yapacak kadar ileri bir düzeyde olduğu da söylenmiştir. kurana göre semud kavmi tuğladan inşaatların yanı sıra kayaları oyarakta inşaatlar yapmaktaydı.  

 

Fecr Suresi, 9. ayet: Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud’a?

şuara-149Böyle düşündüğünüz için mi (siz semud kavmi) dağlarda ince bir sanat eseri lüks villalar yontuyorsunuz?

 

*-*-*

akadlar ile ilgili bölümü izleyenlerin hatırlayacağı üzere hemen hemen tüm dünyada kayalara oyulmuş bir çok antik yapı olmakla birlikte bu yapıların en gösterişli ve büyük olanları semud kavminin ve sümerlerin yaşadığı yerde bulunmaktadır.

günümüz suudi arabistanındaki madain salih yapıları ve günümüz ürdün ülkesindeki petra yapıları kayalara oyularak yapılmış en görkemli evlere ev sahipliği yapar. 

 

tarihçiler bu yapıları günümüze yakın bir tarihte yaşamış olan nebatilerin yaptığını zannetmektedir.   

fakat bu bölümü çok uzatmamak için bu yapıları nebatilerin değil de sümerlerin inşa ettiğini bir sonraki bölümde ispatlayacağız.

özetle bir sonraki bölümde; bu yapıların tufan dönemi teknolojisi olduğunu, çünkü diğer tüm 10 bin yıl önce yapılmış antik megalitik eserlerle aynı özelliklere sahip kayıp teknoloji ile yapıldığını, nebatilerin göçebe olduğu için bu denli yerleşik yapıları inşa edemeyeceklerini ve bu teknolojiye sahip olmadıklarını, eserlerin üzerindeki nebatça yazıların sonradan yazıldığını, nebatilerden önce petra ve madain salih şehirlerinin var olduğunu, nebatiler mezar olarak kullanmasına rağmen bu yapıların ilk başta mezarlık amacıyla inşa edilmediğini, en önemlisi de petra da sümerlere ait eserlerin bulunduğunu gördüğünüzde bu yapıları nebatilerin değil sümerlerin inşa ettiğini anlayacaksınız.

gene hem sümerlerin hem de semud kavminin esrarengiz şekilde ve aynı felaketlere maruz kalarak tamamen yok olduğuna dair deliller bu konudaki benzerliklerin final kısmı olacak. bizi izlemeye devam edin.   

 

Sancaktar Tekkılıç
FHÖ Prodüksiyon
Youtube/ Gerçeğe Çağrı

Scroll to Top