“Düşünce ve bilgi eğer gerçeklere ulaştırmıyor (yani bir inanca bağlamıyorsa) düşünce ve bilginin bir manası yoktur.” (Sancaktar Tekkılıç)
ALLAH’IN VARLIĞININ VE İSLAM’IN DOĞRU YOL OLDUĞUNUN İSPATI -1
1-Allah’ın Varlığının Mantıksal Gerekliliği
Bu bölümdeki yazılar genellikle mantıksal çıkarım içeriklidir, mantıkta bir bilim dalı olduğu için bilimle ters düşmemektedir. Bilim-bilgi; doğruları kabullenip uygulamak için vardır.
Mana delili;
Hayatımızdaki en önemli soru Allah’ın varlığı ve yokluğuyla ilgilidir. Çünkü;
Eğer; doğum ve ölümün, yaşamın ve kainatın bir varlık sebebi olmak zorundaysa, çünkü sorgulamaya, düşünmeye sebep-sonuçlara, nedenlere ihtiyaç duymamız zorunluysa,
Geleceğimizi düşünmek, ebedi mutluluğu arzulamak zorundaysak,
Yaşamanın genel bir amacı olmak zorundaysa, yani; günlük işlerimizi ve basit ihtiyaçlarımızı yapmamızı (hareket etmemizi) sağlayacak mantığı veren, doğumu ve ölümü kapsayacak genel bir amaca sahip olmak zorundaysak,
Yaşamımızda her şey bizi etkiliyor, her şey bizde duygu ve düşünce oluşturuyor, bu duygu ve düşüncelerin mantıklı tutarlı doğru olması, bir bütün olması hepimiz için zorunluysa,
Hayata, dünyaya, inanç sistemleri yön veriyorsa, istesekte istemesekte zorunlu olarak bir inanca bağlı oluyorsak, bağlanıp mutlu olacağımız; bu nedenle en doğru ve tutarlı (mantıklı) olması gereken bir inanç sistemine sahip olmak istememiz zorunluysa,
İnsanın geçmişindeki doğru ve yanlışların önemli olması zorunluysa, yaptıklarımızın yaşadıklarımızın önemli olması zorunluysa …;
Bizim için en önemli olgu Allah’ın varlığı ya da yokluğudur. Çünkü Bu olguların varlığını Allah’ın varlığı veya yokluğundan başka hiçbir şey ilgilendirmez.
Ve bu zorunlulukların varlığı Allah’ın varlığını ispat eder. Çünkü Allah yoksa bu zorunlulukların manası olmaz, hiç olmamaları gerekirdi. Neden bu zorunluluklar var sorusu cevapsız kalırdı. Çünkü;
İnanç bağlılık din ile var olabilir, doğum ve ölümü kapsayacak genel amaç ancak Allah varsa var olabilir, yaptıklarımız yaşadıklarımız ahiret ile önemli olabilir, yaşamın nedeni hikmetle var olabilir, hayatın manası tasavvufla var olabilir…
İnsan duygulanmaya-düşünmeye (hikmete) muhtaç;
Her şeye karşı neden sorusunu sorup cevabını istiyor arıyor ve buluyoruz, ama en önemli soru şu; neden neden sorusunu soruyoruz? Kafamızdaki sebep sonuç kanunu, doğru çıkarımlara sahip olma ve kabul edecek şekilde programlanmış olmamız, etrafımızdaki verileri çözümleme, öğrenme isteğimiz ve bu bilgilerden yaşamımızın etkilenmesi prensibi neden vardır?
Hayatımıza sadece soyut olgular yön verir. İnsanın her türlü maddeyle etkileşiminde bile soyut olgular (duygu düşünce) oluşur ve insan onlar sayesinde hareket eder. İnsan, sahip olduğu duygu ve düşünceden ibarettir. Ve ihtiyacımız olan duygu düşüncelerin oluşması için hayata karşı “neden” sorusunu sormamız gerekir.
İnsanın yaşayabilmesi için duygu ve düşüncelere sahip olması yani hayata karşı neden sorusunu sorup cevabını alması gerekir. Neden sorusuna cevap alamayan insan var olamaz. Neden sorusuna mantıksız cevaplar alan insanda kişiliğini doğru oluşturamaz ve hatta insanlıktan çıkar. Materyalist cevaplar neden sorusuna mantıklı, insanda bir algı oluşturabilecek, duygusal ve düşüncesel bir cevap veremeyecektir. Bilimsel açıklamalar neden sorusunun cevabı değildir. Örneğin bir uçak kazasında sağ kalanların neden sağ kaldığı ölenlerin neden öldüğü sağ kalanların bazılarının daha sonra neden kurtlar tarafından öldürüldüğünün materyalist felsefede bir cevabı yoktur, size en fazla “doğal secilim, güçlüler yaşar güçsüzler ölür” diyeceklerdir. Ya da ölümün neden var olduğunu, neden güneşin her gün doğduğunu, neden bazı çocukların özürlü doğduğunun ya da bazı adalarda dünyadan habersiz yasayan ilkel kavimlerin 100’lerce yıldır neden var olduğuna dair materyalist cevaplar, insanda duygu ve düşünce oluşturmayacak yani insanın aradığı ihtiyacı olan cevapları veremeyecek bir sonuca ulaştıramayacaktır. Bu sorulara cevap bulamayan insan çareyi düşünmeden zevklerle sarhoş olup nefsine göre hayvanca yaşamakta bulacaktır, onun için tek kurtuluş yolu budur.
Örneğin neden akraba evliliklerinden doğan çocuklar sakat doğmaktadır? Çünkü bu durum ile Allah, aile içi fuhşiyatı engelleme sistemi kurmuştur. Akraba evliliği ile doğan çocukların sakat olma nedenlerini gen testleriyle bilimsel olarak açıklarsınız ama aklımızın aradığı cevap genlerin bu duruma sebep olduğu değildir, insanın başına neden bu durumların geldiğidir, yani manevi bir soru manevi bir cevap, bir hikmet gerektirir. Maneviyata muhtaç yaratılan insanoğlunu sadece materyalist cevaplarla tatmin edemezsiniz.
Maddi olarak her şeyi uyumlu yaratan Allah manevi olarak ta yarattığı (tabiri caizse) yapbozda hiçbir parçayı eksik bırakmamıştır, var olan her maddenin materyalist bir sebebi olduğu gibi; insan madde etkileşiminin, her olayın, yaşanılan her şeyin manevi bir (duygusal-düşünsel) sebebi, hikmeti vardır. Hikmet yaşamın manevi boyuttaki açıklamasıdır. Hikmet yaşamın manasıdır.
Hikmet; “Eşyada gizli ilâhî sırlar ve gayeler.” demektir. Hikmet kelimesi halk arasında“sır, gaye, fayda” manalarında kullanılır. Her şeyin manevi yani gerçek boyuttaki duygusal ve düşüncesel cevabına hikmet denir. Kainattaki her şeyin insanı tatmin edecek cevabı(hikmeti) vardır. İnsan cevaplara yani hikmete muhtaçtır. İnsanı tatmin edecek bu manevi cevaplar (yani hikmetler) aynı zamanda Allah’a ulaştırır, Allah’ı tanımamızı görmemizi sağlar. Zaten daha önce açıkladığımız gibi hikmet var ve olmak zorunda ise Allah vardır. Hikmetler ne kadar fazlaysa o kadar akıllı ve bizi seven bir yöneticinin başımızda bulunduğunu gösterir.
Sonuç olarak insanın hayata dair her şeye neden sorusunu sorması ve cevabını alması şartsa ve bu soruların cevabının mantıklı, duygu ve düşüncelere hitap edecek bir cevap olması şartsa, her şeyin doğru bir cevabı, yani hikmeti, yani her şeyin Allah’a ulaştıracak bir nedeninin olması gereklidir. İşte bu durum Allah’ın varlığına delildir.
Nahl suresi-125-İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.
Sorgulamak için programlandık;
Vücuduma, uzuvlarıma bakıyorum. Bunların varlık nedeni ne? Gayet basit mantıklı şekilde sorulması gereken ve cevabını bulmam gereken bir soru ve beynim bu soruyu sorgulamam için programlanmış.
Bilimsel olarak doğa olaylarını(her şeyi) açıklarsınız. Fakat bu olayları organize eden yoktan var eden akıl sahibi kimdir? Bir fabrikada çalışan, ince ayar yapan aletlerin mühendisi kimdir. Şu aletin çalışma prensibi şöyledir diye açıklarsın ama o aleti ve o çalışma prensibini kim var etmiştir, neden var etmiştir?
İnsan bunu sorgulamaya muhtaç. Ve cevabını bulmaya da muhtaç. Sorgulanması ve cevaplanması gereken bu olgular maddi değil manevidir, laboratuarda deneylerle bulunmaz, gözle görünmeyen zihinsel deneylerle, mantıkla cevaba ulaşabiliriz, ulaşmalıyız ve ulaşıyoruzda.
Neden Allah’a görmeden inanıyoruz (1. Soruda daha ayrıntılı açıkladık)…. Nasıl ortada bir suç olgusu varsa suçlu olduğunu bilir ve delillerle suçluyu arar bulursun. Suç olgusu da soyuttur görülmez ama varlığını hisseder buluruz yani vardır, Allah (c.c.)’ın varlığını da delillerle hissederiz, gözle görünmez ama vardır. İnsanlara delillerden sonuca ulaşma özelliğini veren Allah delillerle kendisini bulmamızı istemiştir. Çünkü güpegündüz bize görünseydi mecburen inanırdık. Ama Allah gönülden isteğimizle Ona inanmamız için imtihan perdesi koymuş ve kendi öz varlığını göstermemiş ama delillerle kendini güpegündüz belli etmiştir. Var olan her şey tüm sistem Allah’ın varlığına delildir. Nasıl görünmeyen suç olgusunun varlığını delillerle hissediyor, suçu akıl ve mantık gibi görünmeyen yöntemlerle bulma, açığa çıkarma ihtiyacı hissediyorsak ve suç olgusunun varlığı bizim için önemliyse aynen onun gibi Allah’ın varlığını delillerle hissediyor ve varoluşun perde arkasını, nedenlerini bulup açığa çıkarma ihtiyacı duyuyoruz ve varlığın nedeni (hikmeti, perde arkası) bizim için önemli bir konu.
Hayatımız; manevi, görünmeyen ama var olan, bizi etkileyen soyut olgularla dolu ise ve biz görünmeyen olguları sorgulamaya ve cevaplamaya muhtaç isek ve görünmeyen yöntemlerle (mantık gibi) muhtaç olduğumuz sonuçlara ulaşabiliyorsak, Allah’ı görmememiz Onun (haşa) yok olduğu anlamına gelmez. Aksine Allah’ın gözle görünmemesi hikmetli yani daha mantıklı ise Onun varlığına bir delil daha teşkil eder.
Zaten var olan her şey görünür değildir hatta varlığın 1000’de 3’ü görünürdür sadece… Görmek için göze gerek yok gören akıldır, akıl görmeyince göz görse de anlamaz bir işe yaramaz.
“Işık ışıktır Görene, ışıktan Köre Ne ?” (Hz. Mevlana)
Allah’ı bulmak varlık alemi için 5N, 1K sorusunu sormak kadar kolaydır, bu soruları kendine soran çok basit ve mantıklı şekilde cevabı, doğruyu bulur. Kainatı sorgulama sonunda herkesin varacağı doğrular aynıdır, herkes Allah’ın varlığını anlayacak Allah’a ulaşacaktır, çünkü herkesin mantığının işleyişi aynıdır, herkes için güzel, çirkin, iyi, kötü aynıdır. Bu Allah’ın bir hikmetidir. Bütün insanlar aynı mantık sistemine sahip oldukları için aynı doğrularda mutabık olabilirler aynı şeyleri kabul edebilirler. Ama farklı görüşte bulunan çok insanın olmasının nedeni; doğruları bilmemek, araştırmamak, önyargılı olmak yani nefislerine tapmak ona göre davranmaktandır.
Anlamak için gönderildik;
En küçük bir olayda bile, örneğin; bir arkadaşımızın muhabbet ederken bize anlattığı bir olay önce bizi meraklandırıyor ondan sonra olayı anlamaya çalışıyoruz. 5N-1K’sını öğrenmeye çalışıyoruz 5N-1K’daki sorulardan birinin eksik olması canımızı sıkıyor. Kafamızdaki kurgu yapboz, resim, duygular, düşünceler…(ne derseniz deyin) tamamlanmıyor. İstiyoruz tüm soruların cevabını ve anlamak istiyoruz, bağlantıları kurarak büyük resmi öğrenmeye programlanmıştır beynimiz. Yani insan anlamak için sorulara cevap bulabilmek için gönderilmiştir bu dünyaya. Bu şekilde olayları anlar ancak ondan sonra duygu ve düşünceleri oluşur, ruhu tatmin olur, kısacası yaşamış olur.
Aksini yapan, cevapların peşine koşmayan düşüncelerden kaçarak kendisini bedeni zevklere yönlendirip zihnini sarhoş eden bir duygu ve düşünce yaşamamıştır ve hayatı yaşıyor olduğu söylenemez.
Yani anlamak için yaratıldık… işte insan, bu dünyanın kainatın, canlıların varlık nedenini anlamak isteyecektir, ihtiyacı budur, varlık nedenini anlamazsa boşlukta yaşayacak tatmin olmayacak çünkü anlama ihtiyacını gideremeyecektir ve zaten Allah (c.c.) bu nedenle (anlaması için) insanı yaratmış, dünyaya göndermiştir, soruların cevabını bulsun kendisine (Allah’a c.c.) ulaşılsın diye insanı yaratmış ve bu özellikte yaratmıştır. Tüm soruların cevabı Allah’a çıkacaktır. Tüm soruların cevaplarının oluşturduğu küçük parçalar birleşe birleşe en büyük resmi; Allah’ı ortaya çıkarmaktadır. Hz. Ali’nin dediği gibi: “İlim tek bir kelimeydi, cahillerin anlaması için çoğaltıldı. O tek kelime: “Lailaheillallah (Allah birdir, her şey Allah a bağlıdır, Onunla vardır)” tır.” Anlamanın amacı nedir? İnsan her şeyi anlamayı neden ister? Bu soruların cevabı budur.
Algılarda herkes için aynıdır. Örneğin güzel herkes için güzeldir, herkese hitap eden güzellik elbette mevcuttur. Herkes arabaları sever, herkes dışkıdan tiksinir, sadece zevklerde ufak nüans ayrılıkları olabilir, birisi şu araba modelini severken diğeri başka bir markayı daha çok sevebilir. Çok güzel çok iyi bir araba çok pahalıdır çünkü herkese güzel gelecek herkes almak isteyecektir. Yani güzel herkes için güzeldir ve sevilir. Güzelliğin şiddeti arttıkça daha fazla insana güzel gelmeye başlar. Az güzel olanı, görmemiş ve cahil olan beğenir.
Bu neden böyledir? Cevap: Allah güzelliği en şiddetli olandır. İnsana güzellik tutkusunu veren ve güzeli yaratan ve güzeli herkes için aynı yapan Allah, insan için en güzel şeyi kendisi olarak tanımlayacaktır, yani her insan Allah’ı gördüğünde tanıdığında en güzelin Allah olduğuna kanaat getirecektir.
Maddeye anlam katan insanın varlığıdır;
Ziyaretçi olmasa sanat ve sanatçı olmaz. Ziyaretçi olmasa sanatın ve sanatçının varlığı ve değeri bilinmez, manası olmaz. İnsan olmasa; elma, armut, karpuz, şeftalinin ne önemi ne manası olurdu? Kim eker kim yerdi? Faydasını içindeki vitaminleri güzelliğini kim bilebilirdi? Yani esas soru şu; madde gerçekten mi var yoksa biz gördüğümüz için mi var? Biz algılamasaydık, görmeseydik maddede olmazdı. İnsan olmasa kainat neye yarardı bir önemi olur muydu? Kainat insan olmadan değersizdir, onu anlayacak idrak edecek bir varlık yoktur çünkü. Hatta akıl, yani biz olmasaydık insan vücudunun varlığının bile bir anlamı kalmazdı. Allah akıl mantık sahibi bir canlı yaratarak bu canlının, nimetlerini ve büyüklüğünü görmesini istemiştir. Kainat Allah (c.c.)’ın müzesidir bizde o müzeyi gezen, hayranlık duyan ziyaretçileriz.
“Hiç kalmadı soran ‘Ne var insanda?’ Ben duvarda ezik bir böcek miyim? Yoksa pırıl pırıl tek damla kanda, Kainatı süzen bir mercek miyim?” (Necip Fazıl Kısakürek- Çile)
Yaşam tarzımızın amacı nedir?
Her insan doğru yanlış diye sınıflandırma yapar, fayda zarar analizlerinde ve tercihte bulunur seçim yapar, bunun ardından hayatta yol tutar. İnsanın bunları yapmasındaki amacı nedir, neden bunları yapacak özelliğe sahiptir? Günlük yeme, içme, hayatta kalma ihtiyaçlarını karşılamak için mi? İnsanın dünyada yaşama tutunmasını sağlayacak büyük bir amacın olma mecburiyeti varsa cevap şudur; Allah, insan davranışlarındaki bu programlamayı insanın (tüm güzelliklerin kaynağı olan) Allah’ı bulması, seçmesi, sevmesi, bağlanması, amaç olarak addetmesi ve bu sayede doğru yolun yolcusu olması için vermiştir, var etmiştir. Bu program bu amaca ulaşmak için vardır. Her programda olduğu gibi insan iradesiyle bu programı yanlış amaçla kullanırsa sonuç mantıksız ve zararlı olur. Yani eğer bunları (yukarıda saydığımız faaliyetleri) nefis amacıyla yaparsa yaptıkları dünyada kalır, kısa süreli zevkler yaşar, hayatı mantıksız olur çünkü ölmek yok olmak için, hiç için yaşar. İnsanın tüm bu yaptıklarının hayatına ve dünyaya geliş amacına uygun olması için, doğum ve ölümü kapsayan genel bir amaç için yapılmış olması gerekmektedir.
Aklı kullanmak tartışmak dersinde neden aklını kullanır neden tartışırsın? Doğruyu bulmak için değil mi, din her konuda doğru olanı emretmiş; tartış düşün, özgür iradenle islam aklına yatsın, kabul et itaat et. Din yoluna, doğru yola gir sebat et demiş. Din; doğru yola aklını kullanarak düşünerek gir demişse ve aklı kullanmak düşünmek doğruya ulaşmak için varsa o zaman akıl; düşünmek ve en doğruyu, yani dini bulup girmek, girdikten sonrada uygulamak için verilmiş.
Çoğu insan düşünür, bir konuyu tartışır doğru yolu bulmaya çalışır ama derki: “Dinler tartışma kabul etmez, kendi doğrularını dayatır, o nedenle dine girmek istemiyorum.” Bilmez ki doğrular herkes için aynıdır ve sabittir, dünyanın değişmez kuralları vardır, bunlar için sabit formüller vardır. Tartışmanın sonucunda varacağın yer dinin sabit, tartışma kabul etmeyecek kadar mantıklı hükümleridir. Tartışmanın sonucunda herkes için doğru olan hükümlere ulaşmıyorsan felsefe yapar boş boş dolanıp durursun. Herkes için doğru olan bu hükümlerde bu kitapta ispatlayacağımız üzere İslam’ın hükümleridir.
Hayatımızda inanç diye bir olgu varsa, bir inanca sahip olmak zorundaysak ve en doğru inanca sahip olmak istiyorsak ve zaten sahip olacağımız inanç profilleri dünyada mevcut seçilmeyi bekliyorsa, insan fıtratı sabit olduğundan yeni inanç diye bir şey olamayacaksa, yeni diye bulunan inançlar hep eskileri kombinasyonuysa ve hem zaten inançların doğruluğunu yanlışlığını üzerinde test edecek, deney malzemesi olarak kullanılacak, feda edilecek insan yoksa, inanç için tek bir atış şansınız varsa, o da doğruluğu tecrübelerle ve bilimle ispatlanmış inanç olacaksa… İslâm inanç olarak benimsenmesi gereken yoldur.
İnsanın hayatındaki-geçmişindeki doğru ve yanlışlara önem vermesi Allah’ı ispat eder;
İnsanoğlu hayatındaki doğru ve yanlışlara önem verir. Yaşamımızda yaptıklarımızı doğru yapmak hepimiz için önemlidir. Hatta o kadar önemlidir ki yaptıklarımızın doğruluğunu yanlışlığını saatlerce başkalarıyla tartışır, yıllarca bilimsel olarak araştırır, mahkemelerde savunmalar yaparız. Bu gerçek bize insanın dünyaya doğru işler yapmak için gönderildiği tezini doğruluyor. İnsanın bir amacının olduğunu ve bu amacında doğru ve iyi olanı yapmak olduğunu ispatlıyor. İnsan hayvanlar kadar özgürce, hayvanlar gibi düşünmeden, geçmişinin hatalarını, pişmanlıklarını, gururunu, güzelliklerini, doğru veya yanlışlarla dolu bir özgeçmiş bırakıp bırakmadığını düşünmeden yaşayamaz. Bu sonuçlar bütünü bize insanın geçmişinin yaptıklarının boşu boşuna önemli olmadığını gösterir. Çünkü ahiret yoksa insanın yaptıklarının ve geçmişinin de bir manası olmaz. Geçmişin bir manasının olması ahiret ile mümkündür.
Şu dünyada sürekli bir şeyler yersin, yediklerinde hareket enerjisi ve beyin gücüne harcanır. Hareketlerine de zaten beynin karar verir. O zaman şu fani dünyada tek elde ettiğin; beyninin çalışması ve beynine sağladığın düşüncelerin. Demek bu dünyada elde etmen istenilen tek şey; düşüncelerin. Yani insanın bu dünyada sahip olacağı, yaşadığı her an ve ölürken son anda elinde bulunan, kişiliğini oluşturan ve her zaman etkileyen tek şey budur. İşte bu dünyada sende kalacak tek şeyin en mantıklı kullanım ve yaşam bulma alanı İslam’dadır. Çünkü senin tek sahip olduğun düşüncelerine ve yaptıklarına en mantıklı değeri İslam vermektedir. Aksi taktirde öldükten sonra yok olup gidecekse; senin için en önemli şeyler olan, kesinlikle bir nedeni olması gereken, düşüncelerin ve yaptıklarının bir varlık nedeni ve bir manası olmaz, neden yaptığını yaşadığını bilmezsin, nefsinin içgüdülerinin estirdiği şekilde yaşarsın. Maddi menfaatinden başka bir şey düşünmezsin kafa yormazsın hiçbir şeye, çünkü başkalarını düşünmenin mantığı yoktur senin için, iyilik yapmak başkaları için yaşamak istemezsin, çünkü gereksizdir, bunları yapmanın seni tatmin edecek bir nedeni bir manası yoktur.
Hadis-i şerif: “ Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli(yaptıkları) kendisiyle baki kalır.” (Buhari, Rikâk 42)
Amaç Delili;
Şu koca kainatın tüm bu muhteşem yaratılışın bir amacı olmalı:
Ahkaf- 3 – Biz gökleri, yeri ve bunların arasındaki varlıkları ancak gerçek bir maksatla, adalet ve hikmetle, bir de belli bir süre için yarattık. Ama kâfirler uyarıldıkları kıyamet gününden yüz çevirirler.
İnsan amaca sahip olma ve amaca ihtiyaç duyma özelliği vardır. Amaç diye bir olgunun kafamızda varlığı ve yaptığımız her işi küçükte olsa bir amaç dahilinde yapmamız dünyanın, yaşamın, ölümün, hayat boyu yaptıklarımızın bir amacının olduğunun kanıtıdır. Yani doğum ve ölümü kapsayacak büyük ve genel bir amaca sahip olması insan için şarttır, ihtiyaçtır. Neden geldin dünyaya? ABD’liysen Rusya’yı yok etmek ve tüm dünya petrollerine konmak için mi yaşıyorsun, ya da Rus isen ABD’yi legale edip Akdeniz’deki enerji ve güç merkezlerine ulaşabilmek için mi yaşıyorsun, ya da bir uzay bilimci astrologsan uzaylıların varlığını kanıtlamak mı amacın? Bunlar insanlar ve tüm insanlık için belki gerekli ama kısa vadeli, yok olacak dünya için yapılmış planlar. Asıl gaye, insanın; “neden yaratıldım, neden yaşıyorum, neden bu kainata bu acayiplikler dünyasına gönderildim ve neden en sonunda ölüyorum” sorularının cevabıdır.
Doğarak bu dünyaya nereden geldik? Ölerek bu dünyadan nereye gidiyoruz? Niye varız? Niye bu yolda yürüyoruz, yaşayıp duruyoruz? Bu dünyada işimiz nedir? Tüm bu soruları düşündüğümüzde din olgusunun, insanların yalnızca zor zamanlarında veya mutsuz oldukları anlarda veya ölüm korkusunu bastırmak için sığındıkları bir barınak, uydurdukları bir olgu olmadığını anlarız. Dinin hayata amaç kazandıran bir olgu olduğunu anlarız. Hiç yokken bir anda bu dünyaya geldik. Bir anda kendimizi mucizelerle dolu bir sistem cümbüşü içinde bulduk ve kısa bir süre sonrada ölüp bu sistemden çıkacağız. Doğumun ölümün yaşanılan şu hayatın çekilen zorlukların başımıza gelen olayların bir amacı, her şeyin bir amacı varsa; varolan bu her şeyi kapsayan genel bir amaçta olmak zorundadır.
Aliimran-191 –Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!”
Allah insanı amaç sahibi olması gereken özellikte yaratmıştır. Her insanın, ufakta olsa amacı vardır, aksi takdirde amaçsız insanı dünyaya bağlayacak bir şey olmaz. Bu durum insanı intihara sürükler.
İnsan yaşamsal fonksiyonlarını gerçekleştirmek için yaşayamaz. Yani yaşamak için yaşamaz, nefes almak için yaşayamaz, yaşaması hayata tutunabilmek için bir amacı manevi bir tutkusu olması lazım. İşte o inanç uğruna yemek yer evet acıkmıştır açlığını gidermek hatta zevk almak için yemeğe yönelebilir ama bunu da asıl büyük amacına ulaşmak için yapar, yani güya evrimin bahşettiği yaşamsal fonksiyonlar aslında insanın genel amacı için vardır. Yaşamsal fonksiyonlar o manevi amacın alt amaçlarıdır.
İnsanoğlu dünyaya şu amaçlarla tutunur: 1- Şan, şöhret, para vs. gibi maddi hedefleri vardır, hedeflerine ulaşmak için koşar durur. Egosu ve bir kısım maddi zevkleriyle oyalanır.(yani nefsi amaçlar) 2-Doğru yolu gerçeği bulmuştur. Artık elindeki gerçeklerle her şeye doğru açıdan bakıp anlayabilir. Karşılaştığı her soruna doğru hayat felsefesine sahip olduğu için çözüm bulur. Doğru yolun yolcusu olmak ona manevi bütün zevkleri verir. Sınırsız bilgi dünyasında sürekli öğrendikçe bu dünyanın sırları açılır…. Yani ancak imani amaçlar amaç olgusuna bir anlam kazandırır aksi düşünülemez.
Çünkü insanı hayata bağlayan maddi (nefsi) amaçlar insan için zamanla sığ kalacak, hayatta ufak yer kaplayacak, hayatın tamamına hitap edemeyecek, bu küçük amaçlar insanı tatmin edemeyecektir. Bu nedenle insan maddi her amacına ulaştığında hevesini aldıktan sonra hayattan sıkılacaktır. Sonuç olarak insanın doğum-ölüm ve kainatı kapsayan genel bir amacının olması gerekir.
Genel bir amaca sahip olmayan, insanlara dünya boş ve sıkıcı gelir;
Çok sık söylenir: “yalan dünya her şey bomboş hiçbir şeyin anlamı yok” vs… doğum ölüm ve yaşamı kapsayan büyük ve genel bir amacı olmayan, neden bu dünyada olduğunu bilmeyen insanlara bu dünya elbet boş gelir. Boşluktaki insanları sık sık görürsünüz, onlarda hep can sıkıntısı, sürekli yaptığı işlerden bir amacı olmadığı için hoşnutsuzluk boş vermişlik vardır, bu durum bir yere tutunamamış olmanın durumudur. Bu insanlar dünyada öylesine yaşarlar, fani hedefleri vardır. Dünyadan zevk aldıklarında, hiç doymayan nefislerini bir süreliğine doyurduklarında mutlu olurlar, zina ile haram para ile eğlenceyle sarhoşlukla bir süre bedeni haz yaşar ve mutlu olurlar. Sadece bedeni maddi zevklerle can sıkıntılarını giderebildiklerinden ve düşünmeden sarhoşça hayatta zevk almaktan başka amaçları olmadığından çılgın çılgın zevkler peşinde koşarlar. (grup seksler, çıplaklar kampı, şunun bunun partileri, kan dökücü zulmedici veya tehlikeli sporlar, insanı utandıran kendilerini rezil rüsva eden türlü eğlence organizasyonları…) yani zevklerde eğlencede aşırılığa giderler. Dünya yüzlerine gülmediğinde ise ufak kayıplar için büyük üzüntülere kapılıp; “yalan dünya her şey bomboş” derler. Çünkü hep bedenlerini doyurmuşlar, hakiki benlikleri olan ruhlarına maneviyatlarına hiç yatırım yapmamışlardır. Tüm bu mana delillerinden anlaşılacağı üzere; maneviyatı, ruhu yani psikolojisi ve dünyaya bakış açısı sağlam olmayan böyle insanlar felaketler karşısında da çabucak yıkılır, dünyada da gerçek mutluluğu ve tatmini yaşayamaz, belki ruhları azap içerisindedir.
Yasin suresi 45- Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.
Bakara-201-202- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, “Ey rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, öteki dünyada da iyilik ver; bizi cehennem azabından koru” derler. İşte kazandıklarından bir payı olanlar bunlardır. Allah, hesabı çok çabuk görür!
İnsanın genel amacı dünyalık, yok olacak işler değildir;
İnsanın; yemek, cinsellik, evlilik yuva ve meslek sahibi olma gibi bedeni ihtiyaçları amaç değildir ve olamaz, onlar adı üstünde hayatımızı idame ettirecek ihtiyaçlardır. Hayatın genel bir amacı olacaksa bu ancak (var olan tek gerçek ve tek güzel olan) Allah’ın sevgisi ve rızası olabilir. Zaten amacı Allah rızası olan insan bu dünyada genel amaç için yaşadığından dünyalık yaptığı her işini de genel amacı için yapmış olur ve dünyalık işleri de Allah’a ulaştıran araçlar olduğu için ibadettir. Televizyonu rıza için izlese de (izlerken tefekkür etse) ibadet etmiş olur, keyif için (helal şekilde) izlese de. Neticede inançlı insanın dünyalık işleri de dünyayla birlikte yok olmaz ahirette kazanca dönüşür. İnsanın esas amacı; nedir ne olmalıdır? Dedim ki kendime ne olmak istiyorum bu dünyada ve ne yapmış olmak istiyorum?
“Bazen insanların neden başka şeyler hakkında konuştuklarını anlayamıyorum. Çünkü hayatımızdaki en ilginç konu buraya nereden ve nasıl geldik? Bizi var eden ne?” (Phillip Johnson)
1)Her şeyin bir amacı vardır, o zaman kainatın büyük bir amacı olmalıdır; Kadın ve erkek birbirlerini görünce üreme sistemleri etkin hale gelir. Zevk alırlarken birinin vücudunda sperm denilen uzaya gönderilen bir füzeden daha karmaşık bir gen taşıyıcı, diğerinin vücudunda o geni almak için bekleyen bir uzay üssünden daha karmaşık olan yumurtalık üretilir. Birleştiklerinde evrendeki her şeyden daha komplike bir varlık olan insan meydana gelir. Düşünen, amaçları, iradesi olan duyguları psikolojisi olan seven sevilen bir canlı meydana gelir. Bu canlıya annesi babası bakar büyütür bu mucizeye şahit olurlar. Sürekli yeni nesiller gelir eski nesiller gider bu durum böyle devam eder gider. Doğan bir insan sanki doğmadan öncede hep var, öldükten sonrada hala bir yerlerde varmış gibi diğer insanlarda his uyandırır. Tüm bunların sebebi hikmeti ne ola ki? 60 yıllık para kazanma telaşı içinde geçen bir dünya hayatı mı tüm bunların amacı? Ben sadece çalışıp ekonomiye katkı sağlayan hükümetin emirlerine uyan kapitalist sistemin bir parçası değilim, Allah’ın vaadini amaçlayan doğum ve ölüm arasında genel bir amacı olan insanım. Evden çıkmamızın bile gezmek için çıkıyor olsak dahi bir amacı var. Madem bu dünyanın bir yaratıcısı var o halde neden tüm bu sistem tüm bu kainat amaçsız olsun. Bu kadar büyük bir sistemin büyük bir amacı olmalı.
Nahl-3 – O, gökleri ve yeri hikmetle, ciddi bir maksatla yarattı. O, müşriklerin koştukları ortaklardan yücedir!
Rum-8 – Onlar azıcık olsun kendi başlarına kalıp düşünmediler mi ki: Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan bütün varlıkları gerçek bir gaye ile, belirli bir vâdeye kadar yaratmıştır. Ama insanların birçoğu, Rab’lerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr ediyorlar.
İnsan eğer şu dünyada; dünya hırsından, kazancından, şehvetinden, parasından, maaşından, işinden, karısından, kızından, eğlencesinden, tatilinden başka bir şey düşünmemiş, neden var oldum bu sistem niye diye 1 dk. olsun durup kendine sormamışsa ilgilenmemişse büyük bir ahmaklık etmiş, kendisine verilen büyük bir hazineyi çöpe atmıştır.
2)Büyük amaç büyük bağlılık doğurur, küçük dünyalık amaçlar insanı tatmin etmez;
Henry Ford, bunca zenginliğine rağmen Oğlunun geleceğini garanti altına alamadı, Oğul Ford babasına şu mektubu yazdıktan sonra intihar etti: “Baba, hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde Benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum…”
Amaçsızlık… Allah insanı amaç doğrultusunda hareket etmesi özelliğiyle yaratmıştır. Büyük amacı olanların büyük bağlılıkları olur. İnananların büyük amacı vardır ‘Allah rızası’…. onu ne kadar çok kazanırlarsa onlar için o kadar kardır. Bu amaç; insana sahip olması gereken insani özellikleri (hüviyetleri) kazandıran, hayatına en makul anlamı kazandıran ve insanın sonsuzluğu arzusu gibi bitmeyen en büyük amaçtır. İnançsızlar ise dünyalık amaçlarla kendilerini bir şeylere bağlamaya çalışırlar, fani olan bedenlerinin amaçlarıyla yaşarlar, o nedenle doymayan nefislerini hiçbir zaman doyuramaz amaçlarına ulaştıklarında ise hevesi kaçmış çocuk gibi yeni şeyler peşine düşerler. Mal mülk ve bir kısım nefsi amaçlar peşinde koşan inançsız insanlar bu amaçlarının hepsine ulaştığında kendilerini büyük bir boşlukta hisseder. Bu boşluk bu dünyada doldurulması gereken manevi boşluktur.
Sonuç itibariyle; insanın şu dünyadaki esas varoluş amacı 60 yıl keyif çatmak, anlık mutluluk veren bedeni zevkler yaşamak ya da para kazanmak, mutlu bir aileye sahip olmak mıdır? Bu size mantıklı geliyor mu? Lakin İnsan; bu dünyaya nereden geldiğini bu kısa dünyada amacının ne olduğunu, bu dünyadan ölüp nereye gideceğini düşünmez, mala mülke sahip olmayı amaç koyar kendine, çünkü nefsine tapmaktadır….
Bu dünyadan gideceğini bile bile bir insanın hedefinin yalnız bu dünya olması, yalnız bu dünyaya mahsus olması boşa kürek sallamaktan başka bir şey değildir. Sen mi dünya için varsın dünya mı senin için var? Dünya bir amaç değil araçtır. Dünya insan için vardır. Senin amacın dünya değil, dünyanın amacı sen/seni eğitmek, ruhunu olgunlaştırmak olmalıdır. İnsan bu dünyada mola vermiş bir yolcu ise bu dünya bir amaç değil insanın kendini geliştirmesi için araçtır. Çünkü bak tüm mahlukat insana hizmet ediyor insana araç oluyor.
Aliimran-14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır. 15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedî kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır….
İşte o büyük amacı ve yolunu; peygamberi ve kitabı vasıtasıyla Yaratıcı bize bildirmiştir.
3)Büyük amaç; ruhumuzu olgunlaştırmış vaziyette dünyadan ayrılmak: Büyük amaç insanın ruhunu olgunlaştırması mı? Evet! Amaç bu dünyanın bitiminde adam gibi adam olmuş olmak ve arkasında iyilikler yapıp iyiliklere sebep olmuş ve kötülüklerden kaçınıp kötülükleri engellemiş bir yaşam kronolojisi bırakmak.
Saffat-58-61 – Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”
Dünyada yapılanlar ölüp yok olmayı düşündüğünüzde boş beleş gelmektedir. Ama Allah’ın gözetiminde bu dünyada imtihanda olduğunu bilmek, yapılan her şeyin karşılığının olacağını bilmek, yapılan her şeyin en büyük öğretmen olan Allah’ın kurallarına göre iyi niyetle yapıldığında ibadet ve kazanç olacağını düşünmek, o sınırlardan çıkınca tövbe etmek, yanlışından dönmek, ders almak, hayattan kendine bir şeyler katmak hayatı oldukça anlamlı kılar. Aksi halde hayat anlamsızdır.
4) Peki en mantıklı amaç olan; insanın ruhunu olgunlaştırmasının sebebi ne? Neden insan iyilikleri sevip kötülüklere söver? Çalmak daha kolay ve zevkliyken neden çalışıp kazanır? Zina daha eğlenceliyken neden ömür boyu bir eşe bağlanır? Adam öldürmek çok daha kolayken neden insanları ölümden kurtarır? Yasalardan korktuğu için mi? İnsanlar arkasından iyi adamdı desinler diye mi? Vicdanım rahatsız olur gece uyuyamam diye mi? Aslında hiçbiri değil, bunlar sadece işin bazı avantajları. İnsanın ruhunu olgunlaştırmasının asıl nedeni; Aşk’tır, Allah sevgisinin verdiği gerçek hazdır. (Bu sevgiyi Allah’ı tanıma bölümünde anlayacak ve hissedeceksiniz)
Gerçek aşk; ruhumuzun muhtaç olduğu, istediği, sevdiği her şeyin kaynağına (Allah’a) kavuşma, tek ve mutlak sevgiyi hissetme arzusudur. Her şeyi senin için var eden yaratıcı için her şeyi terk edebilmektir. Gerçek aşk baki olan ruhu doyururken; Gözü maddi manada hiçbir zaman doymayan insan oğlunun maddeye yönelik mecazi aşkı, o aşık olduğu maddeye sahip olunca biter, hevesi kaçar. insan manevi boşluklarını maddeyle (mecazi aşkla) hiçbir zaman dolduramaz.
Fecr-27-30 –Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön Rabbine! Sen de katıl has kullarımın içine, gir cennetime!
Normalde insanların yaptıkları her şey küçük şeyler. Toprak tabakası üzerindeki milyarlarca karınca gibiyiz hep bir şeyler yapıyoruz hatta üretiyor, buluyoruz, kendi kendimize eğleniyor, kendimizce işlerle vakit geçiriyoruz. Genele vurduğumuzda koskoca uzayda tüm bu yapılanlar ufak tefek önemsiz şeyler ama bir davranış Allah rızası için ve insani vasıfları öne çıkaran bir davranışsa orada büyük manevi bir helezon oluşur ve işte bu dünyanın amacı baki olan ruhumuzu tatmin eden bu güzelliğin oluşmasıdır. Dünya ve insan bu yüzden yaratılmıştır. Allah rızası için; insanlığa faydalı bir buluşla uğraşmak, bir insanı kurtarmak, karşılıksız iyilik, adaleti tecelli ettirmek, haksızlığa karşı hakkı savunmak, gerekirse canını vermek, fedakarlık sergilemek vs. hem bizim için hem de Allah için dünyadaki diğer her şeyden daha önemlidir. O nedenle dünyanın Allah sevgisi dışında bir değeri yoktur;
Hadisi şerif: “Şayet dünyanın Allah katında sinek kanadı kadar ehemmiyeti olsaydı kafire ondan bir yudum su içirmezdi” (Tirmizi, Zühd 13; İbnmace , Zühd 3.)
Müslüman’da dünyaya değer vermez Allah a değer verir. Her şey rıza için yapar ücreti burada beklemez. Cenabı hakkın rızası istikametinde; cennete ve “ben sizden razıyım” ufkuna yürümenin güzergahı olması itibariyle dünyanın ehemmiyeti çok büyüktür.
“Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ı bakiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindendir. Yoksa hayatı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayatı faniyeye hasrı nazar etmek ani bir şimşeği sermedi bir güneşe tercih etmek gibi divaneliktir.” (Said Nursi, Tarihçei Hayat s.202)
Biz Müslümanlar nefsimiz doğrultusunda; ağız tadımızı, cinsel isteklerimizi ön planda tutacak şekilde, sadece kendimizi düşünerek hareket etmeyiz. O yüzden bize bakan bir insan, klasik insan sürülerinden çok gerçek insanlığı görür.
Aynı zevkleri yaşayıp duran insan ise; “3 kuruşluk dünyanın dibini vurduk” diyebilir. Bu insan geri kalan hayatını daha hala aynı zevkleri canı sıkıldıkça yapmakla geçirmeye devam ediyorsa ve ömrünün sonuna kadar bu dünyada bir amacının olduğunu düşünmezse nasıl bir basiretsizlik idraksizlik ve hayvanlık yapmış olur varın siz düşünün.
Çevrenizde, filmlerde hep görürsünüz; neden var olduğunu, neden doğup, yaşayıp öldüğünü düşünmeden, dünya menfaatleri, dünya oyuncakları peşinde ömür tüketen, dünya meşgaleleriyle hayatını bitiren insanlar… Birbirleriyle didişmekten birbirleriyle uğraşmaktan kuyularını kazmaktan başka bir işi olmayan insanlar, nefsi isteklerinin peşinde ufak tefek zevki amaç uğruna hayatını tüm vakitlerini tüketen küçük insanlar, iyi iş, güzel eş, sıcak aş, rahat bir yuva peşinde koşup boş fani bir amaç uğruna insanlıklarına hiçbir yatırım yapmadan ömür sermayelerini tüketen boş insanlar… Müminlerin bu dünya için genel amaçları var peki inançsızların…???
Sonuç itibariyle; İslam’ın insanlığa verdiği vasıflar ve güzellikler olmasa alem hiçe iner, hiçbir önemi ve amacı olmaz. İnsanın ve kainatın amacı büyükse o amaç ancak Allah’ın rızası olabilir ise bu durum Allah’ın varlığına İslam’ın doğruluğuna ve insanın amacının bu yönde şekillenmesi gerektiğine delildir.
Ankebut-64-Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi!
(Allah amacıyla yapılan her iyi iş ibadettir, dünya amacıyla yapılan her iş geçici bir oyun ve eğlenceden ibarettir.)
Kainatı ve insanı mantıklı ve uyumlu şekilde açıklayan İslam’dan başka sistem yoktur;
Materyalistlere göre dünya kusursuz bizim için işleyip duran bir makinedir, ama bir mantığı bir manası yoktur. Bizce ancak işin içine Allah girince dünya bir mana sahibi olur.
Allah inancı olmayan, ahiretsiz bir dünya; doğumun, ölümün, varlığın ve yaşamın bir manasının mantıklı bir amacının olmadığı bir dünya; oyun eğlence yeridir, bir manası yoktur. Akla değil nefse hitap eder. Yaşlı başlı adamları nefisten ibaret çocuklar gibi hareket ettirir. İnançsız biri isen; çocuk gibi istiyorsun dünyayı ama bir oyuncaktan sıkılıp diğerine saldırıyorsun. Asıl saadet liseden sonra üniversiteden sonra, mezun olunca, iş sahibi olunca, ev araba alınca, evlenince diyorsun oyuncaktan oyuncağa koşuyorsun. Oyuncaklarda saadet arıyorsun. Oyuncaklarla hayata tutunmayı umuyorsun, hayatın manası yaşamanın amacı olmadığı için akılsız nefsinin istediği oyuncaklarla avunuyorsun, tüm oyuncaklara sahip olup 3 günlük maddi hevesini aldıktan sonrada Henry Ford un oğlu gibi “yaşama tutunacak bir amacım kalmadı” deyip intihar ediyorsun. Bu dünyada yaşıyorsun ama neden yaşadığını bilmiyorsun, yaşamanın bir mantığı yok senin için. İşte! İslam, iman hayata mana kazandırır. İnsan inanç ışığı yokken rüzgarda savrulan maddedir, hevesat oyuncağı peşinde koşan hayvandır. Ruhumuzun esas beslenme kaynağı Allah’tır, Allah’ın yeryüzündeki yarattığı güzellikler Onun yansımasıdır. İnsan asıl ışık kaynağına değil de ışık yansıtıcı oyuncaklara aşık olur onlara bağlanırsa, o ışığı yansıtan aynaların sahte ışık kaynağı olduğunu anlayınca hiçbir şeysiz kalır, insan aynalarla doyuma ulaşamaz güneşe muhtaçtır. O nedenle hayatını mantıklı kılacak yaşam İslam’dadır.
Çoğu insan maddiyatın sadece yaşamsal fonksiyonlarını idare ettirmeye yarayacağının farkında. Zihinsel bir modele sahip olması gerektiğinin çünkü her şeyin mantıklı olması gerektiğinin her şeyin bir nedeni (hikmeti) olması gerektiğinin farkında, yani bir inanca, her şeyi mantıklı kılacak manevi bir iklime ihtiyacı olduğunun farkında. İşte o en uygun iklim İslam’dır, lakin insanlar nefisperestliklerinden ve cahilliklerinden dolayı İslam’a yanaşmıyor.
Sonuç olarak; insanlık araştıra araştıra, tecrübe ede ede, öğrene öğrene en sonunda; toplumsal ahlak kuralları ve yaşam felsefesi olarak İslam’ın düsturlarını bu aşamadan sonra da anayasa adı altında İslam’ın hukuk kurallarını benimsemek zorunda kalacak. En doğrunun İslam olduğunu görecektir.