Sorularımızın cevabı bulunmazsa bizi inançsızlığa, bulduğumuzda ise sağlam inanca taşıyacaktır.
İşte o sebeple bu soruların varlığı inancı zedelemez tam aksine inancın temelini oluşturmaktadır.
11-DİN UYDURMA BİR OLGU MUDUR?
İnsanlar var olduğundan beri öbür dünya inancıda var olagelmiştir. Sadece bir yerde değil bütün her yerde en ilkel kabileler bile ölümden sonra yaşamın olacağına inanırlar. Peki sizce bu, ispatlanamayan bir evrim teorisiyle meydana gelmiş ilk insanların uydurduğu ve tüm dünyaya ulaştırmayı başardığı bir hayal gücü mü? Yoksa Allah’ın ilk insan Hz. Adem’e ve gönderdiği 124 bin peygamber ile tüm insanlığa duyurduğu bir gerçek mi?
Nisa-164 – Durumlarını sana daha önce anlattığımız nice elçiler gönderdik. Anlatmadığımız nice elçiler de gönderdik. …
Ala-14-15 –Kendisini kötülüklerden arındıran, Rabbinin adını anıp namaz kılan, felaha erer. 16 – Fakat bilakis siz dünya hayatını ve zevklerini tercih ediyorsunuz. 17 – Halbuki âhiret mutluluğu daha üstün, daha hayırlı, hem de ebedîdir. 18-19 – Bu, elbette önceki sahifelerde, İbrâhim ile Mûsâ’ya verilen sahifelerde de bildirilmiştir.
Farkındaysanız dinlerin çoğu birbirine benzerdir. Çünkü Allah’ın gönderdiği tüm peygamberler aynı ya da benzer şeyleri söylemiştir. Aslında şu an ki tüm dinler başlangıçta hak din idi, yani aynı Müslümanlık gibiydi. Ama zamanla insanların çıkarlarından dolayı bu dinlerin hepsi tahrip oldu, bozuldu, değişti ve yörüngesinden saptı. Namaz ibadeti tapınmaya dönüştü. En basitinden Hz. İsa rab ilan edildi onun idam çarmıhı bir put gibi kutsandı ve Hıristiyanların boynundan haç düşmez oldu. Böylece hak din olan Hıristiyanlık bozulmuş oldu. Hala insanlar onun ve azizlerin heykeli önünde diz çöküyor. Ortaçağda rahiplerin cennetten arsa sattıkları hepimizin malumu. Diğer puta tapan kavimlerinde eskiden namaz olan ibadetleri bir şekilde putlara tapınma şeklini aldı. İslam geldiğinde Araplar putlara tapma nedenlerini; o putların kendileriyle Allah arasında aracı olmasına bağlıyordu. Yani aslında Allah inancı var ve İslam’ın yıkmış olduğu batıl din; gene Allah’ın gönderdiği ama zamanla bozulmuş olan dindi. Hz. Musa yanlarından ayrılıp tur dağına gittiğinde Allah a inanmış olan Yahudilerden biri topladığı altınlardan buzağı heykeli yapmış ve bir çok Yahudi namaz kılmayı bırakıp o buzağıya tapınmaya başlamışlardır. Hatta Hz. Harun onları engellemeye çalıştığı için o putperestler onu öldürmeye bile kalkıştılar. Hz. Musa geri dönene kadar birçoğu puta taptı.
Yunus-19 – İnsanlar aslında tek ümmet idi. Başlangıçta hepsi tevhid inancına sahip iken sonra aralarında ihtilaf çıktı.Şayet Allah’tan nihaî hükmü kıyamete bırakma şeklinde önceden yapılmış bir vaad olmasaydı, ihtilaf ettikleri konudaki hüküm çoktan verilmiş, azap tepelerine inmiş olurdu.
Görüldüğü gibi bütün dinlerde Allah’a direk ibadet olan namaz, yolundan yönteminden saptırılıp bu ibadet putlara tapınma haline gelmiştir. Bu olaylarda, insanın yaratıcısını görme, somut bir şeye inanma isteği etkili olmuştur. Bu istek belki ilk zamanlarda putların yaratıcıyı temsil etmesi ya da yaratıcıya ulaşmada aracı olması amacıyla yapılmıştır. Ama ne olursa olsun ibadet edilmesi gereken batıl olan putlar değil insanı yarattığı ve ona nimetler verdiği çok aşikar olan ve görünmemesi bir imtihan vesilesi olan yüce yaratıcıdır. Bu dinlerde gene Allah’a kesilen kurbanlar, yerini putlara kesilen kurbanlara bırakmıştır. Bu ve bunun gibi pek çok ibadet dikkat ederseniz bütün dinlerde benzerlik gösterir. Oruç, fakirlere yardım, zekat, kutsal yerleri ziyaret etme birçok dinde vardır. Her yeni din ve her yeni peygamber gönderildiğinde bir önceki din batıl olmuş durumdaydı. Gelen her yeni peygamber bir önceki dini tasdik etmiş ama o dinin bozulduğunu söylemiştir.
Bu benzerlikler bize bütün dinlerin tek bir kaynaktan geldiğini ve insanları hizada tutmak için icat edilmiş bir hayal gücü ürünü kurallar bütünü olmadığını, insanın gerçek insanlığa ulaşmasını, ülkenin de güçlü ülke olmasını sağlayan kurallar bütünü olduğunu gösterir.
Bütün dinlerde “gelecek bir kurtarıcı” inancı
Dinlerin ortak kökenli olduğuna dair bir çok örnekten; bütün dinlerde “gelecek bir kurtarıcı” olması örneğini verebiliriz;
Yeryüzünün tarihen birbiriyle irtibatı olmayan en ücra köşesindeki cemaatlerin kültürlerinde yapılan araştırmalar, aralarında müşterek inançların varlığını ortaya çıkarmıştır. Mesela Amerika yerlileri ile, Afrika veya Avustralya yerlileri arasında o kadar benzer kültür değerleri, inançlar, efsaneler tesbit edilmiştir ki, başta Alman etnolog Wilhelm Schmidt olmak üzere birçoklarını: “Bidayette insanlık tek bir cemiyetti. Bu cemiyet oldukça ileri bir kültür seviyesine ulaştıktan sonra, bir kısım sebeplerle yeryüzüne dağıldılar. Bu müşterek unsurlar, o eski kültürün hatıralarıdır” manasında, Kur’an-ı Kerim’in tezine uygun ilmî bir nazariye ileri sürmeye itmiştir.” dinler tarihi araştırıcıları eski Mısır medeniyetinden, Çin, Hint, İran, Amerika ve Afrika yerlilerine varıncaya kadar hemen hemen bütün kültürlerde adaleti ikame edecek bir halaskârın geleceği inancına rastlamışlardır. Peygambere mazhar olan her cemaat, peygamberinden, kendisinden sonra gelecek bir kurtarıcı haberini almıştır. Mehdi inancı Deccal inancıyla beraber zikredilir. Deccal zulüm, adaletsizlik, dinsizlik gibi kötü şartların, içtimâî fesadın sembolüdür, cemiyette pek çok maddî manevî tahriplere, ızdıraplara sebep olacaktır. Mehdi ise onun tahribini tamir edecek, zulmü kaldıracak, adaleti getirecek, dinsizlik, sefahet yerine gerçek İslam’ı ihya edecektir.
Bu meseleye temas eden kitaplarda her asırda Mehdi bilinen insanların isimlerine rastlanır. Bu inanç sayesinde, kötüler frenlenmiş, zalim ve despotlar -halk tarafından Deccal kabul edilerek, halkın bir Mehdi’nin etrafında toplanmasına meydan verme korkusuyla- büyük ölçüde hizaya gelmiş olmalıdırlar. Batılı sömürgecilerin yazdıklarından, onların uykusunu kaçıran bir hususun, Batı hakimiyetine düşen “yerli kavimler” deki bu Mehdiyi muntazar inancı olduğu anlaşılmaktadır. Sosyologların kitaplarında, Afrika’daki milliyetçi ve anti emperyalist hareketlerin, daima Mehdi ilan edilen yerli liderler etrafında teşkilatlanıp geliştiğinden yakınılmaktadır.
Din kitleleri hizada tutabilmek için mi icat edilmiştir?
En başında din bir afyondur sözünü söyleyen kişinin psikolojisini ele almak lazım. Bu kişinin yüzyıllarca kilisenin baskısı altındaki topraklarda büyümüş, din adamlarının halkı yönetip kandırmasına şahit olmuş biri olduğunu düşünürsek bu sözü söylemiş olmasında ona hak veririz. Ansiklopedik bilgiler:
Rönesans döneminde İbrani ve Latin dilleri öğrenilerek dini metinler üzerinde incelemeler yapılmıştır. Kutsal olduğu ileri sürülen metinlerin çoğunun sonradan meydana getirilmiş uydurmalar olduğu anlaşılınca kiliseye olan şüpheler artmış ve eleştiriler yoğunlaşmıştır.
Fransa’da reform hareketlerinin öncülüğünü yapan Kalven; Hıristiyanlığın temelinin İncil olduğunu, azizlerin heykel ve resimlerine tapılamayacağını, yapılan ayinlerin birçoğunun gereksiz olduğunu savunmuştur.
Avrupa’da dini kullanarak kitleleri yönlendirmeye çalışıp bu sayede hem güç hem de mal mülk sahibi olanların din adamları olduğunu görürüz. Din adamları dini kullanarak halkı kandırmışlar ve halka istediklerini yaptırmışlardır. Bu durumu devam ettirmek için halkın bir şeyler öğrenmesine şiddetle karşı çıkmış ve halkın gözünün hep kapalı olmasını sağlamışlardır. Bir şey bilmeyen topluma karşı muameleleri tek bilen kendileri oldukları için dediğim dedik çaldığım düdük şeklinde olmuş ve bu sayede sahtekar din adamları istedikleri her şeyi elde etmişlerdir. Ve bu olayın 1.dereceden örneğini Avrupa tarihinde görmekteyiz. Böyle bir ortamda yetişen kimsenin “din kitleleri hizada tutmak için üretilmiş afyondur” sözünü söylemiş olması gayet doğaldır.
Tövbe-34 – Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar. Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!
1-)Zorla inanç olmaz!
Bir insanı zorlayarak ona istediğinizi yaptırabilirsiniz ama bir insanın zorla felsefi görüşünü değiştiremez zorla düşünmesini sağlayamazsınız. Din düşünme ve inanmadan ibarettir ve özgürlük olmayan baskı ve zorlamanın olduğu bir yerde düşünme ve gerçekten inanmada olmaz. Bu yüzden Bir ülkede insanları itaat ettirmek ve hizada tutmak için inanıp inanmamada özgür olacakları herhangi bir dini kullanamazsınız. İnanan bazı insanların dini duygularını kullanarak birtakım maddi menfaatler elde edebilirsiniz. Ama bunu yaparken de sahtekar olduğunuz anlaşılırsa tepetaklak olursunuz.
Bunu gene Avrupa tarihinde görmekteyiz. Gerçekleri gören Avrupa halkı kiliseyi devirmiş ve dini yönetimden kurtulmuştur. O yüzden insanları din ile yola getirmek mantıklı bir çözüm değildir. Bunun yerine insanları ve ülkeyi hizada tutmak için hukuk kuralları koymak otoriter olmak ve bu kurallara uymayanları cezalandırmak en mantıklı yöntemdir.
Yani bir ülkede dirlik düzenliği sağlayabilmek için insanları bir din ile kandırıp türlü katakulliler ve yalanlar ile bu işi gerçekleştirmek zorlu ve meşakkatli bir iştir. Bir devletin devlet olabilmesi için zaten halkın belli bir hizada bulunması ve o hizayı koruyacak kuralların bulunması zaruridir. Kısa ve sağlam yol olan, ülkede o ülkenin değerlerine göre (din kültür ahlak vs.) hukuk kurallarını yürürlüğe sokmakla insanlar kandırılmadan hizada tutulmuş, ülke realist bir şekilde yönetilmiş olur. Neticede hukuk kurallarını tatbik edebilmek için din uydurulmaz, uydurulması gayet mantıksızdır.
2-) “Nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz”; Avrupa halkı kendi düşüncesizliği yüzünden öyle yönetildi!
“Nasılsanız öyle idare edilirsiniz.” (hadis-i şerif)
Avrupa toplumu zorla Hıristiyan yapılmamıştı ama Hıristiyanlığı din adamlarından öğreniyor kendileri dinleri hakkında bir şey bilmiyorlardı ve cahildiler. Bu nedenle sahtekar din adamları bu durumu kullanıp dini konularda halkı kandırdılar ve istedikleri servet ve gücü elde ettiler. Yani halk kendi eliyle, gücü din adamlarına vermişti, din adamlarına adeta “bizi böyle yönetin” demişti.
Böyle olunca cennetten arsa bile satın aldılar. Avrupalı ailelerin, din adamları güçlü olduğu için çocuklarının papaz rahip olmasını istediğini biliyoruz. Hatta Darwin’in babası bile onun din adamı olmasını istiyordu.
Avrupa kendi isteğiyle yönlendiriliyordu ve dini kaynakları kendi ellerine alıp doğruları öğreninceye kadar rahipler ne dediyse onu yaptılar. Avrupalıların ve onlar gibi dini baskıyla yönetilen tüm toplumların bu durumu yaşamış olmalarının esas nedeni, yıllarca düşünmeden yaşamış her söylenene doğrudur demiş olmalarıdır. Kendileri düşünmemiş, araştırmamış, durumdan şikayet etmemiş; o nedenle asırlarca o durumda kalmış, o şekilde yönetilmişlerdir. Ve zaten tarihte vuku bulan dini yönetimler halk o dine mensup olduğu o duruma ses çıkarmadığı için kurulmuştur. Halk nasıl ise yönetimde öyle olmuştur. Halk durumdan rahatsız olup isyan edince de mecburen yönetim değişmiştir.
Yönetimler ne kadar totaliter olursa olsun halkın isteğine göre şekillenmiş, halk dindar ise yönetimde dindar olmuştur. Örneğin Müslümanlığı tam benimsemiş bir halk ise şeriat ya da dinsizlik ve devletçiliği önemsiyorsa komünizm ile halk yönetilmiştir. Dünya da dini yönetimlerde kurulmuş; İran gibi, dinsiz yönetimlerde; Rusya ve Çin gibi… Hukuk kuralları halk nasılsa ona göre şekillenmiştir. Aksi durumda halkın istemediği bir yönetim mevcutsa isyanlar ve devrimler kaçınılmazdır ve tarihte sayısız örneği vardır. Neticede halk nasıl istiyorsa yönetimde öyle olmak zorundadır. Yani Avrupalılar düşüncesizlikleri sebebiyle gene kendi istekleriyle öyle yönetilmişlerdir.
Gene rahipler, düşünmeyen insanları, söylediklerini yapmaz ve inanmazlarsa dinden çıkmaları gibi bir tehditle hizada tutmuşlardır. Din hakkında hiçbir bilgisi olmayan düşünmeden her söylenene inanan avrupa toplumları bu yalana da inanmış böyle olunca da rahipler çıkarlarına ters hareket edeni dinden çıktı deyip aforoz etmiş, yakmışlardır.
Dine bağlı olabiliriz ama bu bağlılığı hem sağlamlaştırmak hem de birilerinin bizi kullanmasına müsaade etmemek için dini bilgi sahibi olmamız gerekir. Aksi takdirde bilgisizlik düşüncesizliği doğurur böyle olunca inancımız sağlam olmaz ve din hakkında her söylenene inanmak zorunda kalırız. Kullanılırız, yönlendiriliriz.
Rad-11 – …Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez…
Enfal-53 –Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez. Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese neye lâyıksa onu verir).
Dinden çıkmakla korkutmak afyon mudur ?
Evet! Hem taklidi hem de tahkiki imana sahip insanlar dinden çıkmaktan korkar. Taklidi imana sahip kimseler, toplum baskısından veya bağnazlıklarından(din hakkında bilgisi olmadığı halde tutucu dindar olduklarından) dinden çıkmaktan korkarlar, bunlar bir süre sonra bağnazlıktan vazgeçip din hakkında bilgisizliklerinden ve zamanında düşünmeden inanmış olmalarından dolayı imanları sağlam olmadığı için, zaten baştan beri tam manasıyla inanmadıkları dinden çıkabilirler. Ama tahkiki(gerçek) imana sahip bir insan; dininin temellerini bilgi düşünce ve mantık üzerine kurmuştur bu nedenle inancı sağlamdır. İnancı sağlam olduğu için inançsızlığa düşmekten Allah’tan korkar. Ama eğer inancı zayıf olsaydı Allah’tan korkmazdı ve bu korku olmadığı içinde inançsızlığı seçebilirdi ve bunu kimseye de söylemez toplumsal bir yaptırımla da karşılaşmazdı.
Kısacası ilim sahibi olarak gerçek imana sahip olan insan, dinden çıkmaktan gerçekten korkar ama bu korku onu ilim sahibi olduğu için doğru davranışları yapmaya yöneltir, cahilce toplumsal düzeni bozucu yıkıcı işlerde bulunmaz. Böyle insanlar organize şekilde hayırlı olanı yaparlar. Fakat daha öncede anlattığımız gibi cahil olan insanlar kolayca kandırılarak, din adına kötü yollara felaketlere sürüklenirler.
Ama biraz önce de dediğimiz gibi insanları bu şekilde uyutmak ve kullanmak onların gözü açılıncaya kadardır.
Din siyaset midir?
Din siyaset midir? Evet! Din siyasettir de ama din sadece siyaset değildir. (Gerçi siyaset ve şeriat dinin yüzde 1 i bile değildir. Ama insanların çoğu dinin yüzde 99 u siyaset zannedip dini kullanan siyasetçilerin peşinden gider. Dinin %99 u kalp ve ruh yoludur. Bunu bu sitedeki yazılarda da anlayacaksınız) Dinin içinde siyasette vardır, politik konulara yön verecek emirler vardır ama din salt siyaset değildir. Din çok geniş kapsamlıdır. Hayata ve dünyaya dair ne varsa dinin içinde vardır. Vardır çünkü din bir yoldur ve her şeyin yolu yöntemi onda mevcuttur mevcut olmalıdır. İnsanlar kendi istekleriyle dini yönetim oluştururlar ve ülkelerinin nizamını bu şekilde sağlayabilirler. Zaten İslami/dini yönetimler; insanların diğer yönetim şekillerini tahlil edip kıyaslamalarıyla, kendileri için en faydalı olanın/olacağın dini yönetim olduğuna karar vermesiyle benimsenir.
Neticede bir kurala tabi olunacaksa, insanların koyduğu kurallar mı yoksa Allah’ın kelamı olduğu kesin olan kurallar mı daha faydalıdır, daha doğrudur diye düşünmek lazım. Sonsuz ilim sahibi O (c.c.) olduğu için elbette O her şeyi en iyi bilendir ve onun dediği doğru olandır. Bilinçli ya da bilinçsiz Onun kurallarını uygulayan ve Onun kurallarıyla yönetilen devletler daha güçlü daha uzun ömürlü olmuşlardır. Örn; Osmanlıya kadarki İslam devletleri, Osmanlı, (bir dönem Hıristiyan dininin kalası) Roma, (bilinçsizce kısmen Allah’ın kurallarına uygun hareket ettiğinden gelişen) Avrupa, ABD, İsrail…
Dinler insanları, savaşlara, felaketlere, istemedikleri icraatlere sürüklemek için mi vardır?
İnsanlar din ile yönlendirilir, dinle diyanetle savaşlara sürüklenebilirler. Evet doğru! Ama bir seferberliği dindar bir ülkede ilan edebileceğiniz gibi dinsiz bir ülkede de ilan edebilir, insanları savaşa sürükleyebilirsiniz. Savaş dinler olsa da olmasa da gerçekleşecek bir olgudur. Hatta dinler olmasa daha çok savaş çıkardı. En bariz örneği; 1900 yılının öncesinde ki dinlerin hükmettiği dönemlerde gerçekleşen savaşların oranına bakın birde dini yönetimlerin yıkılıp yerine insanların kurduğu sistemlerle yönetilen ülkelerin bulunduğu şu günümüzdeki savaşların oranlarına bakın. Önceden sadece Müslüman Hıristiyan savaşları varken şimdi herkes herkesle savaşıyor. Ot, çöp bahane gösterilerek savaşlar çıkartılıyor (gerçek nedeni yeni dünya yani şeytanın düzeni). 1.2. dünya savaşları, kaynak elde etmek için yapılan savaşlar, sömürülen zulmedilen ülkeler, onlarca savaş, yıkılan orduların yanında vahşice katledilen milyonlarca sivil insan… 1900’lü yıllara kadar ölen insanların sayısı 20. yüzyılda ölen insanların sayısı yanında devede pire kalır.
Rum-41 –Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.
Hatta en bariz örneklerinden biri; cahiliye döneminde yani İslam dan önce Araplar kabilelere ayrılmıştı ve neredeyse her kabilenin birbiriyle kan davası vardı ve çeşitli küçük nefsani bahanelerle birbirleriyle savaşıyorlardı. İslam ın verdiği iman nuru ile bu kabileler kardeş oldular, daha sonra diğer milletlerde oldu birleştiler ve büyük medeniyetler, imparatorluklar kuruldu.
Sonuç itibariyle zaten savaş dinler olsa da olmasa da olacaktır, hatta dinler olmasa daha çok savaş olacaktır. Çünkü insanlar nefisleri yüzünden daha fazla bölünecek her nefis diğer nefisin elindekine göz koyacak dinlerin yerini birbirine yok etmeye yarayan; anti dini, şeytan kurgusu ideolojiler alacaktır. Allah düşüncesiyle hareket etmeyen insanların beyinleri boş olmayacak illaki başka bir ideolojiye tutunarak, hareket edecektir.
1970 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Rus yazar Alexander I.Solzhenitsyn, 1983’de Londra’da yaptığı bir konuşmada, Rus halkının başına neden bu kadar şeytani olaylar geldiğini şöyle açıklamıştı: Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya’nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: “İnsanlar Allah’ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu. “O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 milyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah’ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu. (6,Edward E.Ericson,Jr.,”Solzhenitsyn–VoicefromtheGulag”,Eternity, October 1985, ss. 23, 24.)
Tüm bunlarla birlikte İslam’ın savaş adabından daha güzel bir usülle savaşan bir topluluk var mıdır gösterebilir misiniz? (bakınız: İslam’da savaş) Çanakkale de düşmanına misafir muamelesi yapan, kendine zulmedene ikramda bulunan, karşısındaki 2 kat büyüklüğünde her türlü imkanı bulunan düşmanla türlü imkansızlıklar içinde savaşan ve bu savaşı kazanan Müslümanlar değil midir? İslam tarihi savaş adabının kahramanlığın ve cesaretin en güzel örnekleriyle doludur. O savaşları kazanan Türkler değil Müslümanlardı. Çünkü dinin bütünleştirici cesaret verici etkisi vardır ve İslam ordularında sadece Türkler bulunmuyordu. İyiliği yaymak kötülüğü engellemek için savaşan bu ordular İslam sayesinde var olmuştur. 100’lerce yıl dünyada nizamı, daha az kan dökülmesini bu ordular sağlamıştır. 1600’lerden sonra Yahudi sızmalarıyla Müslüman saray kadrosundan liderlerden ve İslam’a bağlılıktan uzaklaşmaya başlayan İslam ülkesi güçten düşmüş, kurtuluş savaşı dönemine gelindiğinde ise kendilerini kurtaracak kadar imana sahip olan, savaşa cevşen okuyarak giden bir avuç Müslüman kalmıştır. “Kaç hakiki Müslüman gördüysem hep makberdedir, Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.” Diyen Mehmet Akif’in bu satırları konuyu özetlemektedir.
Not: Yeni dünya düzeninin film yapımcıları Osmanlı dönemini anlatan filmler çekmez çünkü yok etmek istedikleri İslam’ın, Osmanlı’nın son dönem münafıkları dışında bir hatası, zulmü yoktur, çekecekleri film İslam’ın reklamı olur, nitekim Çağrı-Ömer Muhtar gibi İslam ümmetini şahlandıran filmleri çeken “bir sonraki projemde İstanbul’un fethini çekeceğim diyen Mustafa Akkad El-kaidenin bombasıyla öldürülmüştür. Bu konuları DOY-2 de inceleyeceğiz.
O zaman kim dinin insanları savaşlara ve felaketlere sürüklediğini iddia edebilir? Aksine din sayesinde zorunda olmadan savaşılmaz, siviller öldürülmez, topluluklar ırk vs. ayrımı gözetmeksizin din çatısı altında birleşir kardeş olurlar, savaşmazlar severler. Böylece ufak ufak sürekli birbiriyle savaşan toplumların yerini birbirini seven büyük topluluklar alır, güçler dengesi oluşur daha az savaş çıkar. Örneğin: Osmanlı ırkçılık (faşizm) çıkana kadar 50 milleti bir arada tuttu, ırkçılık baş gösterince tüm ırklar birbirine girdi, kan gövdeyi götürdü, Osmanlı toprakları 50 ülkeye bölündü.
Din afyon mudur?
Evet din afyondur, daha doğrusu afyon gibi mutluluk ve huzur verir. Ruhumuzu rahatlatan bizi her daim mutlu kılan bu afyon bizi pasifliğe değil, mutlu etmekle beraber moralimizi yüksekte tutmaya ve elimizden geldiğince kötülükle mücadele etmeye yöneltir.
Bu afyon ahmaklıkla cahillikle elde edilemez, bilgisi olmayan insanın inancı da doğal olarak afyonu da zayıftır. Tıp dilinde duygusal zekası azdır. O yüzden bu afyon bizi kötülük yapmaya sürüklemez yani zararsızdır. Güya din yüzünden çıktı denilen ayaklanma ve kötülüklerin arkasına bakıldığında aslında hep başka sebepler bulunur.
Yani dinimizin verdiği bu afyon, materyalistlerin afyonu gibi anlık zevk verip bedeni ve ruhu perişan eden bir afyon değildir. Kuran da da çokça anlatıldığı gibi bu afyon hem dünyamızı hem ahiretimizi en güzel (dengeli) şekilde yaşamamızı sağlar.
Zaten psikolog ve psikiyatristlerce de dinsiz olsak bile afyon kullanmış gibi her şeye pozitif bakmalı, her şeyin iyi olan yanını görmeli hep mutlu olmaya çalışmalıyız. O zaman (dinin %1 i bile olmayan) siyasete alet edilmemiş İslam dininin ruhumuza-kalbimize… verdiği bu gerçeklikten gelen mutluluk elbette ve elbette en faydalı afyondur.
Camide imam tarafında materyalizm dışı(materyalistlere göre akıl mantık dışı), bilinmeyen alemle (ahiretle) alakalı olaylar anlatıldığında kendinden geçen cemaati gördüğünüzde; “din harbiden afyonmuş” diyebilirsiniz. Ama bu bir inanç mevzusudur. Varlığın, görünen maddi alemle sınırlı olmadığını bilen insanlar; meleklere, şeytanlara, mucizelere inanırlar. Düşünceleri bu dünyayla sınırlı insanların ise ufukları dar, düşünce menzilleri kısadır. Onların gözünde hayat doğumla ölüm arasında amaçsız, şu kısa dünya yaşamından ibarettir. İnançlı insanlar öleceğiz sonra yeniden diriltilip haşr edileceğiz derler, ama inançsızların aklı buna yetmez böyle şeylerin olacağını düşünemezler. Bu dünyanın, bu koskoca kusursuz yaratılışa, işleyişe sahip aynı zamanda sanat eseri olan bu dünyada bir süre konaklayıp giden insanın bir amacının olduğunu kavrayamazlar. Bunu kavrayan, ruhlarının manevi donanımını yapmış insanlar; madde dışı dini olaylar anlatıldığında etkilenir, imanları artar.
Din insanların acılarını azaltmak için mi vardır? İnsanlar kendilerini rahatlatmak için mi öldükten sonra yaşamın ve gerçek adaletin varlığına inanırlar?
1- Onlara göre din morfin gibidir, inanan insanlar din sayesinde acılarını azaltır ve bastırır. Çünkü inanan insanlar şöyle der: “Bu dünyada acı çekiyorum fakat öbür dünyada kurtulacak rahata kavuşacağım. Bu dünyada birileri bana kötülük yaparsa dayanırım çünkü öbür dünyada Rabbim benim intikamımı alacak. Ölümden korkmuyorum çünkü ölüm yok olma değil bir başlangıçtır. Başıma kötü bir olay gelse şikayet etmem çünkü bu kaderdendir…” tüm bunlar onların gözünde masal şeylerdir. Yani din; insanların acılarını azaltma aracıdır onların gözünde. Evet doğrudur, din insanların acılarını azaltır, hatta hiçe indirir. Varlığı kesin olan Yaratıcı insanın her derdinin dermanını vermiş, maddi her hastalığın tedavisini doğada bulabileceğimiz gibi manevi psikolojik her türlü derdin ilacını da Allah (c.c.) din vasıtasıyla bizlere bir nimet olarak sunmuştur. İnançsız insan ise “din insanların acılarını azaltmak için icat edilmiştir.” gibi ahmakça bir gerekçeyle acılarını belki zevklerle sarhoş olup düşünmeyerek bastırmış belki de bir dayanak bulamamış ve intihar ederek bu acılarına son verme yöntemini bulmuştur. Yani din nimetini reddederek manevi, psikolojik ihtiyacını giderememiş bu yüzdende çözümü kendi kendilerini öldürmekte bulmuşlardır.
2- Evet doğrudur, din insanların acılarını azaltır ama bu bir avantajıdır, dinin iyi bir yönüdür sadece. Din insanların acılarını azaltmak için icat edilmiştir teorisi mantığa aykırıdır. Çünkü din ile gelen avantajlar güzellikler eğer o dine gönülden bağlıysan gelir. Bir insan; bir inanca, getireceği dünyalık avantajlar güzellikler için inanmaz, o inanç sistemi kendisine mantıklı geldiği, tüm bu varoluşun bir amacının olması gerektiğini düşündüğü için inanır. Sen eğer acılarım ölüm korkum azalsın diye bir dine inanmaya kalkarsan zaten inanamazsın çünkü kendini kandırdığını bilirsin, gerçekten inanamazsın ve bu yüzden de sende dinin getirdiği acılarının azalması gibi bir durum gözlenemez. Yani “din, acıları hafifletmek için icat edilmiştir” düşüncesi mantıken hatalıdır. Zaten acı çekmemek için illaki dindar olmaya da gerek yoktur. Çünkü herkes inandığı sisteme göre mutlu olmanın yolunu bulmuştur. Misal inanmayan bir adam içerek sarhoş olarak ya da düşünmekten kaçarak belki bazı kişisel gelişim yazarlarının tavsiyelerine uyarak çektiği acıları absorbe edebilir.
3- Dine girmek polis üniforması giymek gibidir. Kendini güvende gibi, devlet arkanda hissedersin ama zor meşakkatli bir işe girmişsindir. Kendini mutlu ve güvende hissetsen de, çektiğin sıkıntılar zorluklar diğer insanlardan fazladır. Yani dindar olmak kolay bir şey değildir. Azalan ruhi acılarına mukabil yapman gereken sorumlulukların, kontrol altına alman gereken bir nefsin imtihanlarla dolu bir hayatın vardır. Aklındaki sorulara cevap bulup ruhunu bunalımlardan kurtarmışsındır ama çok zor şartlar içeren bir anlaşmaya imza atmışsındır.
Bu durumda da acılarını dindirmek için dindar olmak akıl mantık dışıdır, çünkü kazandığın bu psikolojik rahatlığa mukabil daha büyük bir borcun, dini vecibelerin yükümlülüğü altına girmişsindir. Nefsini kontrol altına alarak acılarını bu dünyada gidermeyi, cenneti bu dünyada yaşamayı reddetmişsindir. Zaten Müslüman’a göre dünya; zorlu bir imtihan mekanıdır.
O zaman acaba din mi bir afyon yoksa dizsizlik mi? Yaratılmışlığın gerçeğini görmeden zevklere dalıp gitmek, aklındaki soruların cevabını düşünmeden sarhoşça yaşamak mı afyon, yoksa gerçeğin bilincinde olup hayatını ona göre dizayn edip yaşamak mı?
İslam Arap kültürü müdür?
Bu iddia tepeden tırnağa cehaletin, tarih ilminin yanından geçmemişliğin ürünüdür. Efendimizin (s.a.v.) geldiği dönemdeki Arapların durumu, kültürü ve yaşayışı bellidir. O zamanki Arap kültürünün ahlak bakımından bugünkü modern sanılan Amerika’nın ahlak kültüründen neredeyse farkı yoktu hatta onlardan daha kötüydü. Efendimiz gelmeseydi Arap kültürü bugünde hala; kız çocuklarını diri diri gömen, kapılarına grup sekse davet etmek için kırmızı bayraklar asan, insan yerine konmayan kölelerin bulunduğu, su yerine içkinin tüketildiği, insanların birbirlerine saygısızlığı bırak acımasız olduğu, 100’lerce yıl kan davalarının cinayetlerin işlendiği, her canlıya canice davranıldığı, çalışmaktan okumaktan ve her türlü güzel meziyetten uzak bir durumda olacaktı. Zaten Araplarla Efendimizin (s.a.v.) savaşları, bu kültürün değişmesinden dolayı çıkmıştır. Sonuçta Allah’ın davası kazanmış, insanlar gerçeği görmüş, altın nesil oluşmuştur. Netice olarak şimdi kültür Müslümanlığı yapan Araplar dışında, İslam’ı benimsemiş insanların bu yaşayışları Arap kültürümüdür yoksa Allah’ın hukukunu tatbik midir, Allah’ın insanlara bahşettiği kültür müdür, siz söyleyin.
Netice itibariyle İslam kesinlikle Arap kültürü değildir. Aksine İslam insanı insanlıktan çıkarmaya endeksli o eski cahiliye adetlerini, Arap kültürünü param parça etmiş, 30 yılda kökünü sökmüş, her zerresini değiştirmiştir. Allah’ın büyüklüğüne bakın ki hükümetler bir sigarayı bile toplumdan kaldıramazken İslam 30 yılda Arap toplumunun her davranışını 180 derece tersine çevirmiştir. Bugünkü insanların İslam’a ilkel deyip daha ilkel olan o eski cahiliye hükümlerini istemesi şaşılacak şeydir.
Maide-50- Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?
İslam ilkel bir din midir, din ilkellik midir?
Dinlerin kökeniyle alakalı bölümde bahsettiğimiz gibi tüm dinler esasında tek bir kaynaktan gelmiş ve biri bozuldukça diğeri gönderilmiştir. Onun için en ilkel din ile en son gelen din arasında acayip benzerlikler görürüz.
Din ilk insandan son insana kadar tüm tarihte yaşamış insanlar için gerekli ve benimsenmiş bir olgudur, Allah insanları bir felsefi sisteme (dine) tabi olup yaşayacak şekilde yaratmıştır. İnsan yaratıldığı dönemden beri değişmemiştir ihtiyaçları da yaptıkları da değişmemiştir ve doğal olarak Allah tarafından gönderilen din, yani yol ve yöntemler bütünü de değişmemiştir.
Gelen her hak dinin kuralı aynıysa, bu dini kurallar her çağda insanın ihtiyaçlarına karşılık verecek kurallarsa, o zaman geçmişteki ve şimdiki tüm insanların yaptığı benzer şeyler ilkelliktir. Yani yürümek, konuşmak, yemek yemek(milyon yıldır aynı yiyecek türlerini tüketiyoruz),ev inşa etmek, bir iş için plan hazırlamak vs. aklınıza gelebilecek tüm örnekler ilkelliktir. Bu çerçeveden batığınızda değişen tek şeyin teknoloji olduğunu görürüz. Ama şu günümüzdeki teknolojiyi de o ilkel denilen insanların çalışmalarına borçluyuz.
Sonuç olarak; eski teknolojiye ilkellik diyebilirsiniz, çünkü teknoloji değişir ve eskiyebilir. Ama insanın manevi ihtiyaçlarına ilkellik diyemezsiniz. Çünkü insanın manevi ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları karşılayacak olgular değişmez ve eskiyemez.
Kurban olayını “Allah a kurban adıyor” diye düşünen dinsizler, namaz kılan birine de “Allah için egzersiz yapıyor” derler. Yani işin mantığını bilmeden, görünen yüzü hakkında yorum yaparlar. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibidirler. Yanlış bakış açısıyla, tam da sığ düşünceli maneviyatsız insanların düşünce yapısıyla işlenmiş yorumlar bunlar.
Aynı senaryo yüzyıllardır oynuyor. Tıpkı Efendimiz (s.a.v.) dönemindeki gibi günümüzde de aynı tağuta tapan insanlar tağutu kendi çıkarları için koruyorlar, onun üzerinden kötülük işliyor, onun arkasına saklanıyorlar. Örneğin Allah’ı inkar eden, insanları dinden çıkararak zevklerle sarhoş edip uyutmayı amaçlayan bir ideolojiyi savunan, o ideolojiye tapan insanlar her asırda olmuştur. Her devirde kafirler kendi sistemlerine karşı çıkan inançlı insanların dünyalık menfaatler peşinde olduklarını zannetmişler, onları anlayamamışlardır, kendi saltanatlarını yıkacaklarından onlara düşman kesilmişlerdir;
Taha-63 – Sonunda: “Herhalde, dediler, bunlar, sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak isteyen ve en ideal yaşam düzeninizi ortadan kaldırmak isteyen iki büyücü!”
Yunus-78 – “Sen”, dediler, “bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden döndüresin de ülkede önderlik ikinize kalsın diye mi geldin? Biz, mümkün değil, size inanmayız.”
Örneğin çocukları masumları katletmek ilkelliktir diyorlar. Halbuki katliam yapmak kan dökmekte kötü insanların ihtiyaçlarıdır ve her asırda olduğu gibi bu asırda da katliamlar devam etmektedir. Her asırda insanlar çıkarları ellerinden gitmesin diye Allah’ ı inkar ediyor, Allah’ı savunanlara işkence ediyorlar. Bakınız; Yeni dünya düzeninin İslami terör propagandaları, irtica tehlikesi var deyip darbe yapan ülkeler, Filistin, Bosna, Doğu Türkistan, Burma, Ortadoğu’da ki onlarca ülke…
Hiçbir şey değişmedi, gene duygular, insan tiplemeleri, iyi kötü karakterler, davranışlar, olaylar aynı. Gene hicret var; belli cemaatlere mensup insanlar Allah için yurtdışına çıkıyor oralarda emri-bil maruf yapıyor. Münafıklar var; ağlama duvarı önünde fotoğraf çektiren başörtüsünün en büyük düşmanı olan, namaz kılanı kamu kurumlarından attıran, sonrada “elhamdülillah Müslümanım” diyen insanlar var. Zulmedenler var, iyi insanlar var, mümin-kafir çatışması var, benzer söylemler düşünceler yorumlar ve dine diyanete atılan aynı iftiralar var. Bunlar insanlığın başlangıcından beri var olan ve olmaya devam edecek evrensel değişmeyen şeyler ve din ile Allah; insanlara bu değişmeyen düzen içerisinde nasıl davranacaklarını din vasıtasıyla bildiriyor. Aksini iddia eden varsa bugün hala nasıl dini emirlerin yaşanabildiğini anlatsın. Madem ilkel madem günümüze uygun veya gerekli değil, o zaman nasıl inançlı insanlar kendilerini zorlayan bu dini kurallara uyabiliyor, kuru bir inanç, bağnazlık sebebiyle mi?
İnançsızlığı, hiçbir dine tabi olmamayı medeniyet sayan insanoğlu, geçmişteki tüm herkesin (putperest de olsa) bir dine mensup olduğunu zannetmektedir. Bu yüzden, dinlere eski insanların inandığını, modern dünyada o ilkel kurallara uymanın ilkellik olacağını düşünerek tüm dini kurallardan dini olaylardan uzak yaşamaya hatta düşünmemeye çalışır. Nitekim durum onun zannettiği gibi değildir. Bir yaratıcının varlığına inanmayan hiçbir dine mensup olmayan, varoluş gayesini düşünmeye lakayt kalarak sadece ufak tefek dünyalık meşgalelerini düşünen insanlar her devirde vardır. Bunu kurandaki inançsız insan profillerinin, bugünkü inançsız insanların profilleriyle birebir uyuşmasından anlıyoruz.
Bakara-118 – Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize mûcize gösterilmeli değil miydi?” Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benziyor! Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik.
Din, insanların eski zamanlarda açıklayamadıkları doğa olaylarına dayanak oluşturmak için mi ortaya çıkmıştır? Günümüzde tüm bu olaylar bilim sayesinde açıklandığı için dine gerek kalmamıştır tezi doğru mudur?
Denmek istiyor ki: eski insanlar doğa olaylarının bilimsel yönünü bilmiyordu o yüzden doğa olaylarına mucize ve Tanrıların icraatleri gözüyle bakıyorlardı. Bilimi gereksiz gördüğüm anlaşılmasın ama bugün doğa olayları bilimsel olarak açıklandı da ne değişti? (+) yüklü bulutlarla (–) yüklü bulutlar sürtüşünce yıldırım çıktı bugün bunu biliyoruz. Atomları, elektron, protonları biliyoruz, peki bizim bu bilgimiz bu sistemin nasıl, neden var olduğunu ve nasıl böyle dizayn edildiğini açıklıyor mu? Evet! Bilim sayesinde doğa olaylarının meydana geliş şekilleri hakkında birtakım bilgilere sahip olduk ama arkada daha fazla cevaplanmamış soru bırakmadık mı? Nasıl, neden, ne tarafından… Sorularının cevabını bulabildik mi? Bilimsel yöntemlerle bulunamayan, bilimsel cevabı olamayacak bu soruların cevabı ‘Allah’ değil midir?
1-Televizyonun bir çalışma prensibi vardır, ama o televizyonun prensiplerini hareketlerini teknolojisini var eden kimdir ve o televizyonu neden icat etmiştir? O televizyonun içini açıp çalışma prensibini anlayan bir adam hiç diyebilir mi: “Ben bu televizyon hakkındaki her şeyi öğrendim, bu sistem kendi kendine var olmuştur, bir üreticisi yoktur…” Yoksa şöyle mi der: “Ben bu televizyon hakkında pek bir şey bilmiyordum ama içini açıp nasıl çalıştığını öğrenince çok zeki bir mühendis tarafından yapıldığını anladım…” Sizce hangisini der? Şu doğa olaylarını anlamakta bize pek maharetli bir mühendisin varlığını, bir yaratıcının imzasını göstermez mi?
2-Bugün doğa olaylarının nedensellik ilkesini biliyor olmamız yıldırım çakmasının mucize olmadığı anlamına mı geliyor? Aksine doğa olayları hakkında ne kadar fazla bilgi edinirsek o olayların kompleksliğini, düzenini, işleyişindeki yapısındaki kusursuzluğunu bunun yanında bir o kadar bize güzel görünmesini, nefsimize hoş gelmesini, tüm olayların istisnasız bir nedeninin olmasını, hepsinin bize fayda sağlamasını ne kadar iyi anlarsak, bu olayların o kadar büyük mucize olduğunu görürüz. O yüzden; doğa olaylarının, bu olaylardaki komplekslik, nizam, düzen, işleyişte kusursuzluk ve güzelliğin bilim ile açıklanması, o sistemi kuranın büyüklüğünü biz Müslümanlara gösterdi ve bizim imanımız arttı.
3-Fizik kanunları bize ihtiyacımız olan aletleri temin için verilmiştir. Fizik kanunlarının değişmezliği, kanun olmaları nedeniyle teknolojimizi birikimli şekilde geliştirdik. Bu bize Allah’ın verdiği bir rahmettir, nimettir. Fizik kuralları, doğa olayları değişken bir yapıya sahip olsaydı, bilgiler nesilden nesile aktarılamasaydı, nasıl bugün bu teknolojiyi rahatlığı elde edebilecektik? Neticede Allah bize doğa adında bir sistem bir cihaz hediye etmiştir. Biz insanlarda o cihazın işleyişini anlayarak hayatımızı kolaylaştıracak teknolojiyi üretmiş ve Allah’ın böyle mükemmel bir sistem hazırladığını görerek imanımızı arttıracak tefekkürler elde etmişiz. Sonuçta bir cihazın ne kadar akıllıca üretildiğini icat edildiğini anlamak bizi o cihazın bir mucidi olmadığı kanaatine götürmez; tam tersi o mucidin ne kadar kabiliyetli olduğunu gösterir, o yüzden kainattaki her şeyi bilimsel olarak açıklamamız bizi yaratıcının kudretinin ne kadar büyük olduğunu anlamaya götürür.
Casiye-4 – Siz insanların yaratılışınızda ve Allah’ın dünyanın her tarafında yaydığı canlılarda, kesin bilgiye ulaşıp gerçekleri tasdik edecek kimseler için deliller vardır. 5 – Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında, Allah’ın gökten bir rızık, yani yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde, akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok delil vardır.
Ankebut- 43- Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.
Aliimran-18– Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır. Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.