22-İSLAM BİLİM MÜNASEBETİ
“Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, Atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyehat ediyorduk” (Nobel ödüllü Fransız Fizikçi Pierre Cuirie) (A.g.e Cilt 4 sayfa 532,Beşir Ayvozoğlu,”Kitaba,Kütüphane ve Kitap Kurtlarına Dair” Türk Edebiyatı dergisi sayı 252)
Bilime karşı olan İslam kültürü değil Avrupa’dır;
Tahrif olmuş Hıristiyan öğretilerinde bilgi kötüdür çünkü bilgiyle güçlenip tanrıya kafa tutabilirsin. Bu inanıştan dolayı Avrupa tarihi bilim adamlarını idam etmiştir, bilim Avrupa da geç tezahür etmiştir. Bilime karşı çıkan bilindik tek toplum Avrupa Hıristiyanlığı olmuştur ve sanki dünyadaki tüm dinler Hıristiyanlık gibi bilime karşıymış gibi tarih kitaplarını yazan Siyonistlerce genelleme yapılmıştır. Avrupa’da görülen bir istisna tüm dünyada varmış gibi genellenmiş, her dine her dindara (kasıtlı şekilde) bilim karşıtı, gerici damgası yapıştırılmıştır. İslam’da bu durumdan nasibini ne yazık ki almıştır. Avrupa da bilim adamı imajı; dinden tamamen sıyrılmış, bilimin rehberliğinde hayatına yön veren insan anlaşılmaktadır. Bir felsefi görüş haline gelen bilimcilik akımı Avrupa’dan yayılmıştır.
Avrupa’da yönetimi ele geçiren Yahudiler, Hıristiyanlığa karşı olarak bilimi öyle bir yüceltti ki; pozitivizm, akılcılık vs. akımları çıkarttı. Tüm Avrupa’ya medya vasıtasıyla yaydı, toplumun beynini yıkadı, ardından diğer tüm dinlerin Hıristiyanlık gibi bilim karşıtı olduğu imajını oluşturdu, dinin zıttı olarak bilimi gösterdi. Bu şekilde bilime yönlendirdikleri toplumu dinden uzaklaştıracaklardı.
Osmanlının son dönemlerinde görülen bilim karşıtı bazı şeyhülislamlarda ülkenin gelişimine engel olmak için çalışan Mason-Sabetayist Türk-İslam düşmanlarıdır. Bilindiği gibi bu şer odakları Osmanlı’nın çöküşüne sebep oldukları için Osmanlı’nın son dönemlerinde çok etkin olmuşlardır ve bir rivayete göre İslam ülkesi olan Osmanlı’yı yıkıp dünyanın ilk Yahudi devletini kurmuşlarıdır. (bu konuyu 2.kitapta inceleyeceğiz.)
Bu imajın oluşmasında Hıristiyanlarında suçu yok değildi. Hıristiyanlığın ilk zuhurundan itibaren kıyametin kopacağı ve Allah’ın melkutunun yere ineceği hep beklenile gelmiştir, bu ruh haletiyle birçok Hıristiyan azizi “yeryüzünün ne olduğu hususunda tartışmak bizim ne işimize yarayacak?” diyerek bu konuda açık tavırlarını ortaya koymuşlar.
“Hepimizin bilgisi olduğu malumdur ama bilgi kibirlendirir”(1.korintoslulara, 8/1)
“Hıristiyanlar alim olunca Hıristiyanlıktan alakaları kesilir, Müslümanlarda cahil olunca İslamiyet’le alakaları kesilir.” (Charles Mismer)
Bilime karşı gelmenin İslam’da yeri ve bir nedeni yok çünkü;
1-Din; değişmeyen insan ruhuyla ilgilenir, bilimsel & teknolojik değişiklik dine ve insan ruhuna etki etmez;
Din insanın ruhuyla ilgilenir ve insanın ruhunun genel yapısını, değişen yaşam, çevre, teknoloji vs. değiştiremez. İnsan ruhu, psikolojisi onlardan bağımsızdır, her zaman aynıdır. O yüzden değişen gelişen bilim insan ruhunu dolayısıyla İslam’ı etkileyemez. O nedenle İslam bilime niçin karşı olsun ki? Bilimsel bir gelişme insanı değiştirmiyor, sadece günlük yaşantımızda kolaylık ve güzellik sağlıyor. Hem bilime karşı gelmenin İslam da yeri yok, hem de böyle bir şey gayet mantıksız. Hiçbir İslami kaynakta bilim karşıtı olunması ya da eski ilkel tekniklerin devam ettirilmesi hususunda herhangi bir emir yok. Var olan emirler, insanın değişmeyen ruhunu olgunlaştıracak, insanın ebediyen değişmeyecek olan özellikleriyle alakalı, dünyada ve ahrette başarıya ulaşmasını sağlayacak emirlerdir. Örneğin doğru sözlü olmak, az yemek az uyumak oruç tutmak, ibadet etmek, bir erkeğin en fazla 4 kadınla evlenebilmesi, sakal bırakmak sarık takmak(ki sarık Müslümanların değişmeyen modasıdır) vb. kuralların gericilikle, bilim karşıtlığıyla alakası yoktur, bunlar teknolojiyi kullanmaya engel değildir. İnsan var olduğu müddetçe sonsuza kadar, her zaman insanın ruhunun ihtiyacı olan ve insanın başarıya ulaşması için uyması gereken kurallardır. Yani İslam nefes almak, su içmek gibidir. Nefes almak su içmek hangi devirde gericiliktir.
“Biri diğerini tamamladığı için din ve bilim arasında gerçek bir karşıtlık olması mümkün değildir.” (Max Planck)
2-Din ve bilim farklı olgulardır. Din bilim değildir ama dinin içinde bilimde vardır;
Ateistlere göre din bilimle bağdaşmaz çünkü din yanlışlanabilir değildir, dinde deneye yer yoktur, mümin ne denilirse inanır araştırmaz.
El-cevap: Öncelikle Müslüman olan bir insan önce akıl mantıkla bulunacak Allah’ın varlığına inanır, buna İslam olmak denir, zamanla İslam’ın kaidelerinin doğruluğunu keşfedip idrak ettikçe imanı artar. Yani ilk inandığında tamamına inanır vaziyette dine mensup olmaz zamanla öğrendikçe tamamının doğruluğuna inanır. Bunu daha önce açıkladık. İkincisi; Müslüman’ın inandığı şeyler bilimsel veriler değildir ki yanlışlanabilir, deney ve gözleme dayanır olsun. Kuranda eğer “su 100 derecede kaynar” diye bir ayet olsaydı haklı olabilirlerdi. Kuran’daki emirlerin sosyolojik açıdan doğruluğu güzelliği ise herkesin vicdanen malumu. Örneğin yalan söylememek, zina yapmamak, aklı başında her insan için doğru, güzel ve uygun davranışlardır. Kuran’daki bazı ;
Rahman-19 – O iki denizi salıverdi, birbirine kavuşurlar. 20–Fakat aralarında bir engel bulunduğundan, birbirinin sınırını aşmazlar.
Gibi bilimsel içerik taşıyan (yanlışlanabilir, deneysel) ayetler ise somut olarak varlıkları görülüp, bilimsel içerikleri anlaşılana kadar mecazi şekilde yorumlanmıştır. Yani Müslüman’ın inandığı; bilimsel deneyle ispatlanabilecek olgular değil, Allah, peygamberler, gönderdiği kitap ve meleklerdir, bunlar deneyle değil mantık bilimiyle inanılabilecek olgulardır. Hatta Kuran’daki bilimsel ayetler insanları araştırmaya itmiş, acaba ne demek isteniyor diye.
Stewen Weinber adlı ABD’li fizikçi Tanrının varlığını bilimle açıklamaya çalışmış. Deneyinin sonunda “Tanrı yoktur” demiş. Bu bana:
Mümin36-37 – Firavun: “Haman! benim için bir kule inşa et,” dedi,“Umarım ki böylece yükselebillir, göklere yol bulur da Mûsâ’nın Tanrısına ulaşırım. İşte böylece, Firavun’un kötü gidişatı kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı.
Ayetini hatırlattı. Kuran’ın ezelden ebede kadar genel geçerliliğini gösteren bir olay. Farkındaysanız 1000’lerce yıl önceki kafir ile şu günümüzdeki kafirlerin profili aynı ve ilerde de aynı olacak.
“Tanrı’nın varlığına dair bir kanıt için bilim yalnız başına deliller sunamaz. Doğanın kanunları, teleolojik yapısıyla yaşam ve evrenin varoluşu hem kendi varlığını hem de dünyanın varlığını açıklayan bir Aklın ışığında açıklanabilir. İlahi varlığın keşfedilmesi deneyler ve denklemlerle değil, bunların ortaya koydukları yapıların anlaşılmasıyla gerçekleşir.” (Antony Flew)
Allah’ın varlığını ispat etmek için çevrendeki her şey yeter; aynaya baktığında onun varlığının delilini görürsün kendine, ağaca, binlerce çeşit canlıya, güneşe, yıldızlara baktığında Allah’ı görürsün. Allah’ın öz varlığını ispat etmek içinse hiçbir şey yapamazsın, çünkü 1-Allah kimsenin inkar edemeyeceği şekilde görülüp bilinseydi herkes korkudan Allah’a inanır imtihanın hükmü kalmazdı (bknz: Neden Allah’ı görmeden inanmak zorundayız) 2- Allah’ın, kendi yarattığı kainatın içinde olacağını düşünmende ayrı bir ahmaklık olur.
Gene bu adam; Müslümanlar daha yobazdır, çünkü bilimle inançları azalacağına daha da artıyor demiştir. Doğrudur çünkü bilimle biz Allah’ın yarattığı mucizelerin farkına varıyoruz. Kainatın mühendisinin mimarının büyüklüğünü, maharetini anlıyoruz.
Evrimciler diyor ki: yaratılışçılar bilimin boşluklarını Tanrı’nın gücüyle kapatmaya doldurmaya çalışırlar, mucize derler. El-cevap: Bilimin boşluklarını Allah’ın gücü diyerek kapatmıyoruz, bilimin varlık sebebi Allah’tır diyoruz. Bilimin boşlukları bilimsel sebeplerle dolar, ama bu sebepler sistemini yaratan Allah’tır. Mesela güneş sisteminde her saniye reaksiyonlarla tonlarca hidrojen helyuma dönüşür. Hidrojenin helyuma dönüşmesini bilimsel sebeplerle açıklarız ama bu sebepleri, hidrojeni helyumu güneşi yaratan Allah’tır ve bunların var olması sebeplerin gerçekleşerek insanların rahatının ve ihtiyaçlarının sağlanması mucizedir. Yani bu televizyon çalışıyor içinde şu parçalar var şu sistem mevcut şöyle şöyle oluyor çalışıyor tamam, ama neden var bu TV, neden çalışıyor, çalışmasının hikmeti ne amacı ne bu sistemi var eden çekip çeviren güç ne? İşte sığ beyinli ateistler ve evrimciler bilimsel sebepleri olayları varlıkları bildikleri gördükleri halde bunları yaratan mühendisi Allah’ı görmezler.
3-Bilim ve fen yol değil araçtır;
“Ben ilim ve fenni rehber edinmiyorum çünkü ilim ve fen bana nasıl bir hayat yaşamam gerektiğini, (yaptıklarımdan) neyin doğru olup olmadığını göstermiyor.” (Mümtazer Türköne)
Fen matematik bilimleri maddeyle ilişkimiz dışında yaptıklarımızın doğruluğunu göstermezken, sosyoloji psikoloji gibi bilimler belki yaşayışımız hareketlerimiz davranışlarımız hakkında doğru yanlış yorumunda bulunabilir. Ama en nihayetinde İslam’ın emirleri bir yol niteliğindedir. İlim ve fen o yolun doğruluğunu test edebilir ama tam manasıyla bir yol çizemez. Çünkü dini hükümler yani tuttuğumuz yol birden fazla doğrunun iç içe girmiş ve maneviyatla Allah’a yaklaşıp münasebet kurmakla harmanlanmış halidir. Örneğin namaz kılmak dinin bir yoludur, birden fazla doğrunun bir araya gelmesiyle namaz gibi bir hüküm koyulmuştur. Namazın sosyolojik psikolojik faydalarını, Allah’ın neden namazı farz kıldığını, manevi faydalarını yani doğruluğunu daha önceki konularımızda ispatladık ama hiçbir doğru (sosyolojik, psikolojik, fenni… hiç bir bilgi) bize namaz kılmamız gibi bir neticeyi ortaya çıkaramaz. Hiç bir teknik bilimi bize maneviyat sunamaz. Bilim bize bir amaç bir bağlılık sağlayamaz. Neticede ilim ve fen bize bir yol çizmez yolumuzun taşıdırlar ama esas yol dindir; yani tüm doğrularla mantıklı ve Allah ile münasebettar bir yaşam tarzı (hayat yolu) sunan bilgi taşlarıyla yolumuzu çizen olgu dindir. Bilgi; taşlar, İslam’ın felsefesi; harç, İslam; yani Allah’ın koyduğu hükümlerin tamamı yoldur. Allah bilgi taşlarını İslam felsefesi harcıyla tutuşturmuş İslam yolunu oluşturmuştur.
İslam’da ‘İLİM ÖĞRENMEK FARZDIR’
İlim: Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak’la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. İlim, hakikati bilmekten ibarettir. Âlim: İlim sahibi; bilgin. Hikmet: Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık
İslam’da bahsi geçen ilim sadece dini bilgi değildir, dini bilgileri diğer bilgilerle yani hayatın gerçeklikleri ile beraber anlamamak yorumlamamak bir işe yaramaz. Çünkü;
Dini hükümlerin sebebini ve ayetlerin manasını bilen anlayan bir insanın imanı artar ve sağlamlaşır. Çünkü İslam’ı aklına mantığına ve ruhuna tam manasıyla yerleştirmiştir, İslam’ın doğru yol olduğunu kavramıştır ve inandığı bu doğru yola sıkı sıkı yapışır. Hayatın her alanına hükmeden Dini hükümlerin nedenini ve ayetlerin manasını anlamakta pozitif bilimle olur. Pozitif bilimle neden bir işi yaptığımızı yapmamız gerektiğini yani hikmet-i sebebini anlarız. Örneğin dinimiz misvak kullanmayı emretmiştir pozitif bilimle misvağın faydalarını nasıl temizlediğini bu temizliğin gereğini vs. anlarız bu sayede aklımız ve ruhumuz doyar, “demek bundanmış Allah’ım ne büyüksün hükümlerin ne kadar doğru” deriz. Ya da “o her canlıyı çift yarattı” ayetinin manasını anlamak için her canlının erkek ve dişi yaratıldığını bilmemiz gerekir.
Sad-29 –Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun âyetlerini iyice düşünsünler ve aklı yerinde olanlar ders ve ibret alsınlar.
Bunun yanında gene imanımızın artması ve sağlamlaşması için; dünya hakkında, olayların nedeni, İslam’ın genel felsefesi, Allah’ın yaratmadaki büyüklüğü ve sanatı hakkında bilgimizin olması pozitif bilimle olur. Örneğin hayvanların varlığının hikmetini bilmemiz için hayvanlar alemini baştan sona araştırmamız, insan davranışlarını psikolojisiyle hayvanların yaşayışını bilmemiz lazım. Bu bilgileri öğrendikten sonra “demek hayvanlar ekosisteme şöyle katkıda bulunuyormuş hepsinin bir rolü varmış, şu hayvan şöyle muhteşem bir yaratılışa sahipmiş, insana şu faydayı sağlamak için varlarmış, hayvanlar sadece nefisleriyle hareket ediyormuş insanlar akılsızca ruhsuzca sadece nefisleriyle hareket ettikleri zaman hayvandan aşağı oluyorlarmış…” diyebiliriz.
İsra-36 – Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.
O nedenle İslam tarihinde alimler; hem dini hem de diğer bilimleri birlikte harmanlayıp hikmetleriyle, dinin emirlerini diğer insanlara aktararak; yol gösterici, akılları aydınlatıcı olmuşlar.
İşte imanımızı bu şekilde arttırdığından dolayı İslam da her türlü ilimi öğrenmek ibadetler gibi farzdır. O yüzden, nasıl Müslüman isek namaz kılıyoruz, aynı onun gibi Müslüman isek ilim öğrenmeliyiz. İşte size Kuran’ın vahyolunan ilk ayetleri;
Alak-1 – Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku, 2 – İnsanı yapışkan bir hücreden yaratan. 3 – Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 4 – Kalemle yazmayı öğretendir. 5 – İnsana bilmediklerini öğretendir.
Zümer- 9- Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Kalem-1 – Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için…
Aliimran-18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır. Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.
Yusuf-76- Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur.
Bakara-269 – O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasib edilmişse, doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler
Nahl -43– Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!
Ankebut- 43- Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.
Fatır -28- Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir. Allah’tan korkmak büyük mertebedir. Peygamber Efendimiz; “Allah’tan en çok ben korkarım” (Buhari) buyurdu.
Bakara-31 – Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: “İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!” dedi.
İsimlerin öğretilmesi, onlarla ilgili bilgininde öğretilmesi manasına geldiği tefsirlerde belirtilmiştir
Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; “İlim elde etmek her Müslüman kadına ve erkeğe farzdır ” [Beyheki]
“Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeye çalışınız!” [Şir’a]
“Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma; (bunların dışında kalırsan) helâk olursun.”
“Salih âlimlerden olun, eğer salih âlimlerden olamazsanız, böyle âlimlerin sohbetinde bulunun, sizi hidayete kavuşturacak, dalaletten uzaklaştıracak ilmi dinleyin!” [İ. Maverdi]
Ateistler şöyle der: “Siz Müslüman’lara göre, eğer bu dünya faniyse ve gerçek hayat, sonsuz süreli olarak öbür dünyadaysa, ve bu dünyadaki hayat sadece öbür tarafa hazırlık için geçirilmesi gereken bir imtihansa, siz sözlerle bilimi ne kadar özendirirseniz özendirin. İmtihan dünyasında yapılması gereken şey, her tutarlı düşünen müminin göreceği gibi, bolca ibadet yapıp öbür dünyaya hazırlanmaktır. Yoksa, bütün ömrünü milyonlarca böcek ve kelebek türünü sınıflandırarak veya dağ taş dolaşıp yeryüzündeki kaya tabakalarının oluşumunu inceleyerek geçirmek değil.” işte ateistlerin bu iftirasına, bu mantıksız yorumuna Kuran en güzel cevabı veriyor.
Ankebut-20–De ki: “Dünyayı gezin dolaşın da, Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını anlamaya çalışın!…
Yunus-101– De ki: “Göklerde ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza!” Fakat bunca işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?
Yunus-6 – Gece ve gündüzün sürelerinin değişerek peş peşe gelmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda, elbette Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak kimseler için nice deliller vardır.
Enam-99 – Gökten su indiren O’dur. Sonra Biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız. O bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zaman bakın! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler vardır.
Demek ki neymiş Müslüman bir insan Allah’ın büyüklüğünü anlamak için dağ taş dolaşıp kelebek böcek sınıflandırmalı, yeryüzündeki kaya tabakalarının oluşumunu incelemeliymiş, bu Allah’ın emriymiş farzmış. İşte İslam’ın yanlış bilinen bir yönü daha; günümüzde insanlar İslam’ı sadece namaz kılmak oruç tutmak olarak görüyorlar. Halbuki İslam; hayatı Allah’ın istediği ölçüde yaşamak tefekkür etmek, insanlarla iyi geçinmek, iyi işlerle uğraşmaktır. İslam’da ruhbanlık; bir mağaraya çekilip sadece ibadet etmek yoktur. İlim öğrenmek Müslüman’a farzdır, çünkü ilimsiz iman sağlam iman olmaz. Nasıl ki namaz kılmak, oruç tutmak farzdır aynı onun gibi bilimle uğraşmak bu sayede insanlara faydalı bir şeyler üretmek aynı zamanda öğrendiklerimizle tefekkür etmek farzdır. Ben diyorum ki asıl dinsiz insan bu dünya ve insanlar için faydalı işler yapamaz, bilimle uğraşmaz. Çünkü yok olacak bedenini eğlenceyle zevkle ölmeden önce tatmin etmeye çalışır. İnançsız insanların %1’i kendi menfaati için bilimle teknikle uğraşırken geri kalan % 99’u okulu asar, üniversiteye ortam için gider, dışarıda kız peşinde koşar, meyhanelerden çıkmaz, dünyada yiyip içtiğini pisliğe çeviren bir pislik makinesinden farkı yoktur hiçbir işe yaramaz.
İnançlı bir insan ise hem okuyup öğrenecek sabıra, iradeye sahiptir. Hem de haramlardan uzak durarak kendini en eğlenceli helal ve en büyük ibadetlerden olan; bilime yöneltir. Zaten namaz, oruç gibi ibadetler hayatımızda çok az zaman kaplar, örneğin 5 vakit namaz en fazla günde 1 saati alır. Yılda 1 ay oruç tutarken de oturup çalışabiliriz. İbadetler dışında hayatımızın geri kalan %90’lık kısmını ibadet hükmünde diğer farzlarla geçiririz. Bunlar; ilim öğrenmek, insanlara faydalı işlerde bulunmak, çalıştığımız mesleği hakkıyla yerine getirmek gibi Allah’ın diğer emirleridir.
Cuma-10–Namaz tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çok zikrediniz.
Hadis-i şerifler: “İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve cihaddan da efdaldir.(önemlidir)” [Deylemi]
“İlmin üstünlüğü ibadetin üstünlüğünden bana daha sevimlidir. Dinin hayırlısı ise haramlardan kaçınmaktır.”
“İbadetlerin en faziletlisi ilim öğrenmektir.”
“Bir hikmet kelimesini (Hadis-i Şerifi) öğrenip bir başkasına öğretmek bir sene ibadetten hayırlıdır. İlim müzakeresi yapılan bir mecliste bir saat bulunmak bir köle azat etmekten daha hayırlıdır.”
Neden ilim öğrenmek farzdır?
İslam bilimi destekler çünkü;
Kuran bilimle imanı bir arada tutuyor. İlk ayetinde oku diyor, peki neden? Çok basit! Çünkü; gerçek iman bilimle elde edilir. Bilen insan gördüğü her bilimsel olayın ne kadar büyük bir mucize olduğunu idrak eder (anlar) ve bu idrak onun imanını arttırır güçlendirir. Bu yüzden bilim inancı besler inançta bilimi destekler. Diyebiliriz ki; bilim altınsa iman kuyumcular çarşısıdır ve biri olmadan diğeri yetersiz kalır. Bir yaprak hakkında düşünen insan Allah’ı bulur. Tıp ilmine sahip olupta Allah’ı bulamayan yoktur. Yani Müslüman bir kimsenin farz olan ilimi öğrenerek imanını sağlamlaştırması gereklidir. Çünkü ilimle yaratılışın büyüklüğünü gören olanca kompleksliğine rağmen yaratılıştaki muazzam dengeyi düzeni büyüklüğü kavrayan, öğrendikçe Kuran’daki sosyolojik psikolojik ayetlerin doğruluğuna şahit olan, gene Kuran’daki ve Peygamberimizin(s.a.v.) sünnetlerindeki bilimsel içerikli hükümlerin ve verilerin doğruluğuna şahit olan bir insanın imanı gitgide artar ve bu insan içinden gele gele “Allahuekber” diyerek namaz kılar.
Eğer Kuran Allah kelamıysa içindeki her şey hakikat olacaktır ve kainatı Yaratanın yarattığı kainatı en doğru, gerçeklerle en tutarlı şekilde kitabında bildirmesi lazımdır. O zaman korkulmadan ayetler araştırılmalı imanlar büyümelidir.
Kuran gerçeklerin sıkıştırılmış halde bulunan çekirdeği… Kuran’ın tam manasıyla gerçek, Allah katından gönderilmiş, tamamının doğru bir kitap olduğunu anlamamız için çok bilgili ve tecrübeli biri olmamız gerekiyor. Onun için bütün kitaplar Kuran’ın anlaşılması için varsa benim diğer fenni, felsefi, ilmi tüm kitapları okuyabildiğim kadar okumam gerek ve ben tüm bu kitapları Allah rızası için okumuş olacağım.
Hadis-i şerifler: “Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten daha iyidir.” [Şir’a]
“İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.” [Ebuşşeyh]
“Nerede ilim varsa, orada Müslümanlık vardır.” [S.Ebediyye]
“Alimin uykusu cahilin -nafile- ibadetinden hayırlıdır.”
“Mahşer günü alimin mürekkebi, şehidin kanından daha kıymetlidir.”
“Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.”
“Bir zaman gelecek fitnelerin dehşetinden kişi akşam mü’min olarak yatacak sabah kâfir olarak kalkacak, kâfir olarak sabahlayacak, akşama mü’min olarak dönecektir. Bu durumdan ancak Allah’ın kendisini ilim ile ihya ettiği kimse kurtulabilecektir.”
“Her şeyin bir yolu var. Cennetin yolu ilimdir.” “İlim aramak için bir tarafa yönelen kimseye Allah, cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim için Allah (c.c.)’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19)
Peygamberin mirası olan ilim dini ilimdir. Dini ilimleri anlamak içinde diğer dünyevi her türlü ilmi bilmek lazımdır. Çünkü dini öğretiler tüm her şeyi kapsar.
Bilim; insanın maddi ve manevi ihtiyacıdır. Maddi bilim teknik bilimdir. Yani fizik kimya tıp matematik gibi hayatımızı kolaylaştıracak olan malzemeleri, eşyaları sayesinde ürettiğimiz bilimdir. Manevi bilim ise, tarih, arkeoloji, psikoloji, dini, genel kültür, aktüel olaylar gibi meraktan ve diğer manevi ihtiyaçlardan öğrendiğimiz bilimdir. Bu konuda İslam’ın maddi ve manevi bilimi neden ve nasıl desteklediğini göreceğiz. İslam insanlara faydası olan bilimi her türlü destekler. Çünkü ;
1-Bilim gelişmektir, İslam gelişim dinidir; toplumlar, devletler, bilim sayesinde gelişmişlerdir. O nedenle toplumun gelişmesini ülkelerin büyümesini sağlayan bilimi ve teknolojiyi İslam’ın desteklememesi akıl karı değildir. Bunun yanında teknik bilim ile hayat kolaylaşır güzelleşir ki İslam kolaylık ve güzellik dinidir. Şöyle ki insanoğlu bilimle teknik açıdan gelişirken İslam ve onun toplumu, insanı yücelten kuralları ile medeniyete yelken açar, yani bilimsiz medeniyet, medeniyetsiz bilim olmaz. Edep, ahlak, haya, amaç, iman vs. olmadan teknolojik ilerleme toplumlara bir şey kazandırmaz. Tek kanatlı kuş uçamaz, aynı onun gibi bilimle din bir arada olmalıdır. Aksi taktirde teknoloji içinde yaşayan bu teknolojiyi kullanan hayvanlar oluşacaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bilim ve teknik açıdan her türlü yeniliğe açıktı ve kullanırdı. Hemen birkaç örnek verelim;
Mescid-i Nebevî önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Hicretin dokuzuncu yılında Temîm heyeti ile birlikte Medine’ye gelen ve yanında birkaç kandil ile fitil ve yağ getiren Temîm ed-Dârî adında bir sahabe, bir cuma gecesi hizmetçisine Mescid’de kandilleri direklere astırarak yaktırır. Hz. Peygamber Mescid’e gelince bunları kimin yaktığını sorar. Temîm ed-Dârî’nin yaptığını öğrenince ona şunları söyler: “Sen İslâm’ı nurlandırdın. İslâm’ın mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın”. Bu olay Hz. Peygamber’i o derece etkiler ki, Temîm ed-Dârî’ye kandilleri asan hizmetçinin adını sorar. Fetih olduğunu öğrenince onun adını Sirâc (kandil) olarak değiştirir.
Hz. Peygamber’in yeniliklere açık olduğunun bir göstergesi de savaş alanında bir yabancı milletin tekniğini kabul etmesidir. Hendek Savaşı’nda şehri savunmak için İranlıların savunma tekniğini kabul ettiği ve Selmân-ı Fârisî’nin teklifi üzerine şehrin çevresine hendek kazıldığı kaynaklarda kaydedilmektedir. Yine Taif kuşatmasında İran’da mancınık kullanıldığını bildiren Selmân-ı Fârisî’nin teklifi üzerine mancınık kullanmaya karar vermiş ve ona mancınık yaptırmıştır
Kuranda bilimsel içerikli 1000’den fazla ayet vardır. Bu ayetler zooloji, embriyoloji, matematik, coğrafya, astroloji gibi bir çok bilim dalını ilgilendiren ayetlerdir. Bu ayetlere kısaca Allah’ın varlığı ve İslam’ın doğru yol olduğunun ispatı konusunda değindik. Mesela Yasin-41. ayetinde gelecekte icat edilecek ulaşım araçlarından bahsedilmiştir;
Yasin-41 –Bir delil daha onlara: Nesillerini dopdolu gemilerde taşımamızdır.42 – Biz, onlar için, gemiye benzer, daha nice binekler yaratırız…
2-Bilim iyi ve güzel bir şeydir. İslam iyilik ve güzellik dinidir; Bilimsel bir buluş sayesinde insanlara faydalı olunabilir. Bilimsel bir buluş sayesinde iyilik yapmış oluruz ki bu da sevap kazanmak demektir. Bilgi ve bilginin yayılması sayesinde insanlar cahilce ve aptalca hareket etmekten kurtulurlar ki bilgiyi öğrenir ve öğretirsek insanları doğru ve iyi işler yapmaya yönlendiririz, bu da sevap kazanmak demektir. Bunun yanında insanlar bir şeyler yaparak vakit geçirmek zorundadırlar, boş boş eğlenerek sarhoşça amaçsız şekilde orada burada sürterek ya da daha kötüsü pis işlere bulaşarak; kavga, hırsızlık hatta terör, kaçakçılık gibi kötü şeylerle vakit geçirmelerindense sonsuz bilgi dünyasında bilgiyle öğrenerek vakit geçirmeleri çok daha iyidir.
Hadis-i şerifler: “Hikmet(ilim), mü’minin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır.” [İbni Asakir]
“Boş vaktini ilme harcayan kurtulur.” [İ. Maverdi]
“İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!” [Beyheki] “İlmin yarısı soru sormaktır”…
Bilimin paylaşılıp genişlemesini bu sayede kademeli olarak bilimin ilerlemesini İslam teşvik etmiştir:
Hadis-i şerif: “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Camiussağir, 444) (Ebu Ya’lâ, el-Müsned)
Öldükten sonra nasıl sevap kazanılır?; Hadis-i şerif: Enes bin Mâlik (r.a.)dan rivâyet olundu: “Yedi şey vardır ki onu yapanlar öldükten sonra da sevap alırlar. 1-Bir mescid yaptıran kimse; İçinde namaz kılındığı müddetçe, ondan sevap kazanır. 2- Bir su akıtan kimse; Oradan su aktığı ve insanlar içtiği müddetçe sevab kazanır. 3-Bir Mushafı(kitabı) güzelce yazan kimse, o Mushaf okunduğu müddetçe sevap kazanır.4-Suyundan istifade etmek için bir kuyu kazdıran, o kuyu durduğu müddetçe sevap kazanır. 5-Bir ağaç diken kimse, meyvesinden insanlar ve hayvanlar yediği müddetçe sevab kazanır. 6-Bir ilim öğrenip onu öğreten de sevab elde eder. 7-Öldükten sonra kendisine istiğfar ve duâ eden bir evlat bırakan kimse de sevap kazanır.”
Hadis-i şerifler: “İnsan öldüğü vakit bütün amelleri ondan kesilir. Yalnız üç şeyden : sadaka-i cariyeden, faydalanılan ilimden ve kendisine duâ eden sâlih evlâdan kesilmez.” (Müslim, Vasiyye, 14)
“İlmi öğrenip de başkalarına dağıtıp nakil etmeyen insan, altınları gömüp onu sarf etmeyen, ondan yedirip içirmeyen kimseye benzer.”
“İlmin esirgenmesi helal olmaz”. “Kim kendisine ilmî bir mes’ele sorulur da onu gizler, söylemez ise Allah, onun ağzına kıyamet günü ateşten gem vurur.” (EbuDavud)
Denilerek ilmin paylaşılması yayılması ve yazılan eserlerle gelişmesi sağlanmıştır.
Hadis-i şerif: “Allah Teala her hastalığı da ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedavi olun ancak haram olan şeyle tedavi olmayın.” (Ebu Davud Tıbb 11, 3874)
Diyerek peygamberimiz her hastalığın ilacının arayıp bulunmasını teşvik etmiş ve tıp ilmi Müslümanlarda çok ilerlemiştir.
Hadis-i şerif: “Dünya âhiretin tarlasıdır.” [Deylemi] dünya tarlasına ektiğini ahirette biçersin. Eskimeyen, insanlara faydalı, iyi bir eser, bir icad, bilimsel bir araştırma ortaya koymak öldükten sonra da hasat almak demektir.
Bu dünya Müslüman adam için imtihan yeriyse Müslüman insan imtihan zamanını boş geçirmeyecek, sürekli kendisi ve insanlık için faydalı işler yapacaktır. Her Müslüman’ın rızkını temin edebilmesi için bir işte çalışması gerekir. Müslüman’ın işi hakkında araştırıp ilim elde ederek, alanında profesyonelleşerek mesleğinin gelişmesine katkı sağlayabilir. Bunu yaptığında insanlığa faydalı olacağı için sevap kazanır.
Kassas-73 – O, rahmetinin eseri olarak gece ile gündüzü var etti ki, geceleyin istirahat edesiniz, gündüzün de hayatınız için çalışıp Allah’ın lütfundan nasibinizi arayasınız ve O’nun nimetlerine şükredesiniz.
İnşirah-6 –Evet, güçlükle beraber kolaylık vardır. 7 –O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş. 8 –Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş!
İnançlı insanın kendisi ve insanlık için yapacağı tüm işler Allah rızası için olduğundan yapacağı her işte Allah’a yönelip yaklaşacaktır. Mesela Japonlar bu ayeti çok iyi tatbik ediyor, işlerinde çalışıp yorulduklarında dinlenmek için kitap okuyorlar. Bu sayede hem daha fazla çalışmış hem de beyinleri başka işle uğraşırken dinlenmiş oluyor.
Her şey gibi bilimde imtihan aracıdır hem iyi hem kötü yönde kullanılabilir. Örneğin atom bombasıyla binlerce masum insan ölmüş sakat kalmıştır, gene icad edilen ampulle elektrik ile geceler karanlıklar aydınlanmıştır. O nedenle insanların en iyileri ilmini iyiye kullanan alimler olduğu gibi;
Hadis-i şerif: “İnsanların en kötüleri, ilmini kötüye kullanan alimlerdir.”
“Cenab-ı Hakkın rızası aranan bir ilmi sırf dünya metaına nail olmak için öğrenen kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”(Ebu Davud)
Bilimin birikimli olarak artması: Kağıt ve Yazı:
Kâğıtla ilgili şu ansiklopedik bilgileri de yeri gelmişken kaydedebiliriz: Araplar 134/751’deSemerkant yakınlarında vuku bulan bir muhârebede çok sayıda Çinliyi esir alırlar. Onlardan iki tanesi kâğıtçı ustasıdır. Bunlardan kâğıtçılık öğrenilir. Aslen Belhli olan Bermek’in torunlarından Yahya’nın oğlu Fadl İbnu Yahya el-Bermekî, Hârun-Reşîd’e vezirlik yaptığı sırada kâğıt istîmâlini tavsiyesi üzerine geniş çapta kullanılmaya başlandı ve 178/794yılında Bağdad’da dünyanın ikinci kâğıt imâlâthanesi kuruldu. Bundan sonra kâğıtçılık 287/900 senesinde Kahire’ye, 494/ 1100 tarihinde Merakeş’e, 539/ 1144 yılında Endülüs’e ulaştı. Buradan Hıristiyan âlemine geçerek 680/1281’deİspanya’da, 667/1268’de İtalya’da imâlâthaneler kurulmuştur. (Kaynaklar ve geniş bilgi için Yeni Tarih Dünyası,cilt 3, s. 35-36).
Seferde bile yazı malzemesi ve katip:
Yukarıda belirtildiği üzere, gerek ne zaman geleceği belli olmayan vahiylerin yazılması ve gerekse pek çok mes’elesinde kaydetme ihtiyacı duyduğu siyâsî ve içtimâî durumlar sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v.) yazı hususunda her an tedârikli olma yoluna gitmiştir. Nitekim hicret gibi, Mekke müşriklerinin plânlarını bozup, tâkiplerini akim bırakarak sağ sâlim Medîne’ye intikalden başka bir şeyin düşünülemeyeceği son derece endişeli, son derece telâşlı, dağdağalı ve son derece tehlikeli bir durum ve hengâmede bile yazı malzemesi yönünden tedârikli olma işi ihmal edilmemiştir. Zira rivâyetler, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in hicret sırasında yolda karşılaştığı Sürâka İbnu Mâlik’e -kemik veya bez parçası veya seramik parçası üzerine yazılan- bir yazı (kitab) verdiğini haber verir. Sürâka Mekke Fethi sırasında gelip bu vesîkayı göstererek Hz.Peygamber (s.a.v.)’e kendisini tanıtacaktır. O devrin şartlarında, beraberinde bulundurulup taşınması hiç de pratik ve kolay olmayan yazı malzemesinin hicret hengâmında bile ihmâl edilmemiş olması son derece dikkat çekici bir vakadır. Kaydedeceğimiz şu rivâyet, Hz.Peygamber (s.a.v.)’in gazvelere çıkarken, yanına hususî bir kâtip aldığını ve bunu yanından ayırmadığını göstermektedir. Rivâyetin bizi ilgilendiren kısmı aynen şöyle: “Zâide (veya Müzeyde) İbnu Havâle anlatıyor: “Biz, seferlerinden birinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’le beraberdik. Bir ara (Hz.Peygamber’in emriyle) askerler belli bir mevkide konakladı. Resûlullah’da ordugâhın kenar tarafında bulunan büyük bir ağacın gölgesine oturmuştu. Ben bir ihtiyacımdan dönüyordum ki beni gördü (ve yanına çağırdı). Hz.Peygamber yalnızdı. Yanında sâdece kâtibi vardı. Bana “Ey İbnu Havâle,dedi, seni de yazayım mı?…” dedi.
Yazının Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselâm)’in hayatında nasıl bir yer tuttuğunu anlamada, ömrünün en son ânında bile, kendisinden sonra ümmetin sapmasını önleyecek bâzı vasiyetlerini yazdırmak üzere kâğıt, kalem isteme hâdisesini hatırlamak faydalıdır. Hâdiseyi İbnu Abbâs şöyle anlatır: “(Ölün döşeğinde hasta yatmakta olan) Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ızdırabı artmıştı ki şöyle dedi: “Bana şöyle dedi: “Bana (kâğıt, kalem) getirin, size bir vasiyet yazayım da benden sonra dalâlete düşmeyin”.Hz. Peygamber (s.a.v.)’i içinde bulunduğu bu ızdıraplı anda yazı vs. ile meşgûl etmenin uygun olup olmayacağı tartışması yapılırken, gürültüden rahatsız olan Resûlullah “Kalkın!”emrini vererek, onları yanından çıkarır.
Muhammed Hamîdullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiye adlı te’lifinde Hz. Peygamber ve Hulefâ-iRaşîdin’den sâdır olan yazılı vesîkaları toplamaya çalışmıştır. Sırf Hz. Peygamber (s.a.v.)’le ilgili olanları üç yüze yaklaşır. Kaldı ki eser, her baskıda yeni ilâvelere rağmen, henüz kemâlini bulmuş değildir. Eserde yer alan vesîkalar incelendiği zaman, yazıların başlıca şu hususlara müteallik olduğu görülür:
1- Sulh anlaşmaları, 2- İttifak anlaşmaları, 3- Emânlar, 4- Krallara mektuplar, 5- Vasiyetnâme, 6- Alım-satım vesîkası, 7- Nüfus sayımı, 8- Askere katılanların kaydı, 9- İmtiyaz vesîkası, 10- İkta vesîkası, 11- Emirnâme, 12- Talimâtnâme, 13- Gizli talimâtnâme, 14- İstihbârat mektubu, 15- Valiler, komutanlarla yazışma, 16- Zekâtla ilgili açıklamalar, 17- İstek üzere verilen vesîkalar, 18- Tâziye mektubu, vs…
Hz. Peygamber (aleyhissalâtuvesselâm) ‘in siyasî yazışmalara, bidâyetten itibâren verdiği ehemmiyeti anlayabilmek için, başkâtibi durumunda olan Zeyd İbnu Sâbit(radıyallahu anhâ)’e yazı öğrenmesini emrettiği zaman ifâde buyurduğu gerekçeye dikkat etmek gerekir: “Bana muhtelif mektuplar geliyor. Ben onları herkesin okumasını istemiyorum. İbrâni (veya Süryânî)yazısını öğrenebilir misin?”
Hz. Peygamber bâzı hadîslerinde çocukların babaları üzerindeki haklarını sayarken “yazı öğrenmeye” de yer verir: “Çocuğun babası üzerindeki hakkı, babasının ona yazıyı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve bir de helâl rızıkla beslemesidir” Hz. Peygamber bazı ferdlere yaptığı dualarda yazıyı temennî etmiştir: “Yâ Rabb, Muâviye’ye yazıyı, hesâbı öğret ve onu azabtan koru”. Bâzı rivâyetler de, Hz. Peygamber’in hâfızasından şikâyet edenlere: “Sağ elini kullan” dediğini ve yazı yazma işâreti yaptığını belirtir. Abdullah İbnu Amr’a: “İlmi bağla” der. “İlmin bağlanması nedir?”diye sorunca: “Kitâbet” yâni “yazmaktır” diye cevap verir. Başka rivâyetlerde yazma emri, yukarıda ki misâllerde olduğu gibi muayyen bir ferde değil herkesedir: “İlmi yazı ile bağlayınız”. Bu hadîs bâzı tarîklerde Hz. İbnu Abbas, Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Hasan İbnu Ali gibi büyük sahâbelerden mevkuf (yâni kendi sözleri) olarak da rivâyet edilmektedir. Meselâ Hz. Enes (radıyallahu anh) çocuklarına bu şekilde nasîhatte bulunmuştur.
Allah boş ve batıl işleri, bilgisizliği, kuru zanna tabi olanı sevmez;
Peygamber Efendimiz; “Faydasız bilgiden Allah’a sığınırım.” demiştir. Bilginin bile boş ve zararlı olanı vardır, örneğin futbolla ilgili (belki ticari yönü hariç) her şeyi bilmek koca bir hiç bilmektir.
Bakara-78 – Onların bir kısmı da ümmîdir. Kitap nedir bilmezler. Bütün bildikleri, kendilerine anlatılan birtakım kuruntu ve uydurmalardır. Onlar sadece bir zan içindedirler.
İsra-36 – Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.
yunus89 – Allah buyurdu ki: “Dualarınız kabul edildi. Dürüst olmaya devam edin, müstakim olun ve sakın hakikati bilmeyenlerin yoluna tâbi olmayın.”
Lokman-6 – Öyle insanlar vardır ki hiçbir delile dayanmaksızın, halkı Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için laf eğlencesi satın alırlar. İşte onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.
Lokman- 20 – Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi gark etmiş? Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
Rum-29 –Fakat zalimler bir bilgiye dayanmaksızın, körükörüne heva ve heveslerine tâbi oldular.
Enam-144…İlimsiz olarak insanları saptırmak için uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kimse bulunabilir mi?…
Müddesir-40-42 – Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin hallerini hatırlarını soracaklar: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?”…45 – “Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.”
Kassas-80 –Âhirete dair ilimden nasibi olanlar ise:“Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? …
Müminün-1 – Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler. 2 – Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler. 3 – Onlar boş şeylerden uzak dururlar.
Kassas-55 – Anlamsız, çirkin sözler işitince yüzlerini çevirip uzak durur ve şöyle derler: “Bizim işlerimiz bize, sizinkiler de size aittir. Selam olsun size, hoşça kalın! Cahillerle arkadaşlık etmeyi arzulamayız biz”
Enam-140 – Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler…
Ne kadar doğru ve fazla bilgi; o kadar doğru düşünce ve yaşamsal sonuç demektir. Bilginin bizi düşünceler vasıtasıyla bir yerlere bir yaptırıma, karara ulaştırması gerekir, yoksa o bilgi boştur. Örneğin bir mühendisin elde ettiği bilgilerle bir araç yapması lazımdır yoksa o öğrendiği bilgiler boşa gider. Kainat hakkında bilgiye sahip olan bir insanı, o bilgilerin; kainatın genel bir manasının amacının olduğuna, İslam’ın doğruluğuna ve tatbikine yönlendirmesi lazımdır, yoksa o adamın kitap yüklü eşekten farkı yoktur, bildiklerini hayatına tatbik etmemiştir.
Hadis-i şerif: “Ahirette en çok pişman olan kimseler dünyada öğrendiği ilminden istifade etmeyen bilginlerdir.”
“Kim bildiği ile amel ederse Allah ona bilmediğini öğretir. İlim amel edildikçe artar.”
“Bir ilim öğreten kimseye, öğrettiği ilimle amel edenlerin kazandıkları sevaptan bir şey eksilmeden bir misli verilir.” (İbn Mâce, Sunne, 20)
“İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim de bana mirasçı olursa, Cennette benimle beraber olur.” [Deylemi]
“Allah’u Teâlâ kıyamet gününde âlimleri toplayarak buyuracak ki: ‘Ben size sırf hayır murad ettim. Bunun için de kalblerinize hikmeti koydum. Haydi girin Cennetime. İşlediğiniz kusurlarınızı mağfiret ettim.”
“Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.” [Deylemi]
“Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.”
“Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.” [İ. Maverdi]
“Bilmediklerinizi salih[âlim] lerden sorup öğrenin!” [Taberani]
“Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama “Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim” buyurdu.” [İbni Abdilber]
“Allah’ın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten mahrum kalır.” [İbni Neccar]
“Hiç kimse, cehaletle aziz, ilim ile de zelil olmaz.” [Askeri]
“İlminden istifade edilen bir âlim bin abiden daha hayırlıdır.”
“Âlimin abide üstünlüğü, benim size üstünlüğüm gibidir.”
“Âlimin bir günahı birdir; cahilin bir günahı iki günahtır. Birisi de öğrenmemektir.”
“İlim öğrenen ilim talebesine ve ilmi öğreten âlimlere saygı gösterin.”
3-Düşüncenin (tefekkürün) kaynağı bilgidir;
Bilgi insanı düşünceye tefekküre götürür,ki yaratılıştaki karmaşıklığı baş döndürücülüğü gören insanın imanı artar. Bu insan Allah’ın büyüklüğünü daha net kavrar. Çünkü kuran “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) demiştir. Bilenle bilmeyen elbet bir olmaz. Bilen insan doğru düşüncelere sahip olur ve imanı sağlam olur. Zaten insan dünyaya düşünmek için gönderilmiştir, insanın hayvanlaşmamasını isteyen Allah, insanın hayvandan en büyük farkı olan düşünce kabiliyetini kullanmasını istemiştir.
Hadis-i şerif: “Bir saat tefekkür (Düşünme, düşünüş), altmış yıllık nafile (Fazladan kılınan namaz veya tutulan oruç) ibadetten hayırlıdır”
Bir hayvan bir çiçeğin karşısına geçip “ya ne güzel çiçek, ne güzel gül, şu sistem nasıl yaratılmış nasıl işliyor” der mi, düşünür mü? İşte insan, hayvandan farkını ortaya koymak için geçer o gülün karşısına düşünür tefekkür eder. Allah insanla hayvanın arasında fark yaratmıştır ki o farkı kullanmamızı bu sayede verilen akıl nimetini kullanmamızı, gerekeni yapmamızı ister. Onun için 1 saat tefekküre (yaratılanlar-yaratılış hakkında düşünmeye) 1 sene ibadet sevabı verilmiştir. O zaman bizim bu tefekkürü düşünmeyi gerçekleştirmemiz içinde hakkında düşündüğümüz varlıklar hakkında bilgi sahibi olmamız, o varlıkları araştırmamız yani bilim adamı olmamız gerekiyor. Hem bilmemiz hem de bildiğimiz hakkında düşünmemiz gerektiği içinde biz Müslüman’ların filozof olması gerekiyor.
Aliimran-191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: “Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!”
Yusuf- 105 – Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki, insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.
Casiye- 3 – Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için Allah’ın kudret ve hikmetine dair çok deliller vardır. 13 – Hem göklerde ve yerde ne varsa, hepsini Kendi tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize veren de O’dur. Elbette bunda düşünecek kimseler için ibretler vardır.
Casiye-4 – Siz insanların yaratılışınızda ve Allah’ın dünyanın her tarafında yaydığı canlılarda, kesin bilgiye ulaşıp gerçekleri tasdik edecek kimseler için deliller vardır.
Nasıl ki dünyadaki şuursuz bütün cisimler, insan için, insan görsün Allah’ı bilsin diye yaratılmış, işte o yüzden insan kainatı bilirse aklına hafızasına bilgileri doldurup kainat ve Allah’ın büyüklüğü hakkında düşünürse tüm yaratılanlar hedefini gerçekleştirmiş, Allah’ın istediği olmuş olacaktır. Yoksa düşünen ibret alan şuurlu bir canlı yoksa kainattaki tüm bu sistemin bir amacı olmaz bütün yaratılanlar var olan bütün cisimler boşuna olmuş olur. O nedenle Allah yarattığı mucizeler hakkında düşünmeyenleri bilgi sahibi olmayanları sevmez.
Enfal-22 – Çünkü Allah katında yerde gezinen canlıların en kötüsü, o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir.
Hud-24 – Bu iki zümrenin durumu, tıpkı âma ve sağıra kıyasla, gören ve işiten kimsenin durumu gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Artık düşünüp ibret almaz mısınız?
İLİM DEN KASIT YALNIZCA DİNİ İLİM MİDİR?
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Âyette, “ilmin cehl’e nisbeten üstünlüğü de murad olduğuna göre, bu üstünlükte üç nokta dikkatimizi çekiyor: 1- Üstünlük mutlaktır. Yani, dünyada mı, ahirette mi; Allah katında mı, insanlar nazarında mı üstün? Kayıtlanmamış, mutlak gelmiştir. 2- Bilenin, mümin veya gayrı mümin olduğu da kayıtlanmamıştır. 3- Hangi ilmi bilenler üstündür, o da kayıtlanmamıştır. “Şu halde, dünyevî işlerde de ilimce ileri olanın, diyâneti ne olursa olsun, dünyevî üstünlüğe kavuşacağı, ilâhî bir kanun yâni sünnetullah olarak ifâde edildiği anlaşılabilir. Bu üstünlük, ferdî planda olduğu gibi, içtimai plânda da caridir. Yani ilmen üstün olan ferdler ve cemiyetler, öyle olmayan ferd ve cemiyetlere üstünlük sağlarlar.
Hadis-i şerif: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın, hem dünyayı hem ahireti isteyen yine ilme sarılsın.” (Tirmizi, Daavat, 68)
Şu ayet, ilmin sonu olmadığını, ilimde ne kadar mesafe alınmış, üstünlük elde edilmiş olunursa olunsun bu zirveyi bir başkasının her an aşabileceğini ifade eder: “Her ilim sahibinden üstün bir âlim bulunur”. Öyle ise ilmen üstünlük elde eden, kendini en önde sanan, gaflete ve atalete düşmemeli, ilmi terakkide gayrete devam etmeli uyanık olmalıdır.
Neml-15- Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar da: “Bizi mümin kullarının çoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun. ” dediler.
Başka ayetler, gerek Hz. Davud’un ve gerekse Hz. Süleyman’ın üstün saltanatlarının ilmi üstünlükle at başı gittiğini, şümullü ve üstün bir ilimle saltanatlarının takviye edildiğini sarih olarak belirtirler:
Sad- 20 – Biz onun hakimiyetini güçlendirdik, ona hikmet, nübüvvet, isabetli karar verme ve meramını güzelce ifade etme kabiliyeti verdik
Keza, dünyevî saltanatının haşmetiyle dillere destan olan Hz. Süleymân da bunu, ilme ve etrafındaki âlimlere borçludur. Öyle ki, Filistin’den çok uzak mesafede bulunan Saba’dan, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar celbedip getirecek güçte ilim sahibi bir istişare heyetine sahipti. Taht, sihir büyü ya da mucize eseri hatta cinler tarafından bile getirilmemişken kitaptan ilmi bulunan bir zat tarafından getirilmiştir.
Neml suresi-38 – Daha sonra Süleyman onların itaatlerini bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öğrenince yanındaki danışmanlarına: “Değerli danışmanlarım! Onların itaat içinde huzuruma gelmelerinden önce, içinizden kim onun tahtını bana getirebilir?” dedi. 39 – Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: “Ben,” dedi, “sen makamından kalkmadan, onu sana getiririm. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim.” 40 –Ama nezdinde, kitaptan ilim olan bir zat da: “Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getirebilirim” der demez, Süleyman, Kraliçenin tahtının yanı başında durduğunu görünce: “Bu, Rabbimin lütuflarındandır. Bu şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir…”
Eşsiz saltanata mazhar Hz. Süleyman (aleyhisselam)’ın şahsen, karınca ve kuşların dilinden anlayacak kadar üstün, vüs’atli ve ince bir ilim sahibi olması meselemizin bir başka yönüdür. Hz. Süleyman’ın saltanatını gerçekleştiren ilmin sadece askeriyeyi ilgilendiren ilimler olmayıp, medenî hayatı alakadar eden her sahayı içine aldığını ifade zımnında Kuran-ı Kerim mimari’den misal verir: Saba’dan gelen Belkıs, Hz. Süleyman’ın payitahtında son derece ileri bir mimarî ile karşılaşır. Öyle ki, misafir edileceği sarayın dış kapısından içeri girer girmez, aşılması gereken bir havuzla karşılaştığını sanır ve hemen eteklerini toplamaya yeltenir.
Neml- 44 – Kıraliçeye: “Buyurun, saraya girin!” denildi. Sarayın eyvanını görünce, zemininde engin ve duru su olduğunu zannedip eteğini yukarı çekti. Süleyman: “Bu, sırçadan yapılmış şeffaf bir saraydır.”
Her şeyden önce Hz. Süleyman şahsen ilim sahibidir. Hz. Süleyman’ın etrafında ilim erbabı bir heyet vardır. Onun ilim heyetinde cinler (ifrit) de vardır, fakat “kitap ilmi”ne sahip insan âlimlerin ilmi, cinlerinkinden üstündür. Öyle ise herhangi bir mucize ile izahı yapılmamış veya gökten indirildiğine dair bir işarette bulunulmamış olan harika köşk ile nazara arz edilen medeni seviye, bu mimariyi ortaya koyan cemiyetin ilmi ve teknik seviyesini gösterir.
Rahman-33 – Ey cin ve ins topluluğu! Yapabilirseniz haydi göklerin ve yerin hududundan geçin bakalım! Ama geçemezsiniz, ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve ilimle geçebilirsiniz.
Ayette geçen “büyük bir kuvvet” diye tercüme edilen kelimeden maksat Abdullah bin Abbas a göre “açıklama” mücahit ve ikrime ye göre “delil”, Katade’ye göre ise “mülk” tür. Taberi bu kelimenin “delil” ve “açıklama” manasına daha uygun düştüğünü belirtmektedir. Yani bu ayette ilim ve teknolojiyle bu tarz şeylerin başarılabileceği, uzaya gidilebileceği bildirilmiş.
Gazali’nin ilim konusunda bazı ifadeleri:
İlimler; şerî ve şerî olmayanlar olmak üzere iki kısımdır. Şerî ilimlerden maksadımız, aklın tek başına kavrayamayacağı, ancak peygamberlerden öğrenilebilen bilgilerdir.
Şerî olmayan ilimler de üç kısımdır: 1.Övgüye layık olanlar, 2.Yergiye layık olanlar, 3.Mubah olanlar.
Övgüye layık olan ilimlerden bazıları farz-ı kifayedir: Bunlar, Tıp, Hesap ilmi gibi dünya işlerinde gerekli olan ilimlerdir. Evet, tıp ilmi insan bedeninin varlığının devam etmesi için gerekli olduğu gibi, Hesap/Matematik ilmi de sosyal hayattaki muamelelerde zorunlu olan bir ilimdir. Yanlış anlaşılmasın, farz-ı kifaye olan ilimler yalnız Tıp ve Hesap ilmi değildir. Denizcilik, Çiftçilik, Terzilik, İdarecilik gibi daha pek çok sanatın esaslarını ders veren ilimler de farz-ı kifayedir. Hatta (küçük bir sağlık memurunun yapabileceği bir tedavi şekli olan) Hacamat da farz-ı kifayedir. Çünkü imtihan için hastalığı veren Allah, gene imtihan için onun ilacını yaratmış ve insanlara o yolu göstermiştir. Ondan istifade etmeyip hastayı ölüme terk etmek caiz değildir.
Övgüye layık olup da farz-ı kifaye olmayan, ancak öğrenilmesi yine de faziletli olan ilimler ise, her zaman lazım olmayan Tıp ve Hesap/matematik ilminin incelikleri ve derin meseleleri gibi (akademik ağırlığı olan) hususlardır. İlgili bölümlerin uzmanı olanlar, elbette konuyu her yönüyle bilmeleri gerekir.
Yergiye layık olan ilimler ise, sihir/büyü, gibi aldatan ve göz boyayan sanatlardır. Ancak, insanları bunların zararından korumak için öğrenmek haram olmaz.
Şiir, edebiyat, tarih gibi ilimler ise mubahtır. Şu var ki, hiçbir ilim özü itibariyle “yerilen” diye nitelenmeğe layık değildir. Bazı ilimlerin bu şekilde nitelendirilmesi ya sahibine veya başkalarına zararlı olması, ya da hiç bir faydasının olmaması yönüyledir. Gazali, bu sonuncuya örnek olarak, sıradan insanların metafizik sırları araştırmasını zikretmektedir. (bk.İhyau ulumiddin, 1/23). Çok kısa ve özet halinde sunduğumuz bu bilgiler, İmam Gazali’ye ümmetin niçin “Huccetu’l-İslam” unvanını verdiğinin de bir göstergesidir. Tıbbi ilimleri öğrenen bir kişinin tıb ilmini öğrenmesi farzdır. Doktor olacak bir kişinin tıb bilgisi alması, öğrenmesi farzken mühendislik ilmini öğrenmesi farz değildir. Yine Mühendis birinin mühendislik ilmini alması farzken, tıb ilmini alması farz değildir. Ayrıca fenni ilimleri alması konusunda son yüzyıllarda ehli küfrün bilimle ve fenle Müslümanlara galebe çalmasından ötürü Müslümanların da bu ilimleri almasının çok önemli olduğunu vurgulamamızda da fayda vardır.
İmam Gazali hazretleri, bir insanın kalbine doğacak şüpheleri giderecek kadar ilim öğrenmesinin de farz olduğunu söyler.
“İlmi öğreniniz. Çünkü onun öğrenilmesi, Allah’a karşı saygı, ilim talep etmek ibâdettir. Bilimsel tartışmalar, Allah’ı anmak, bilimsel konulardan konuşmak ise cihaddır. (Cihat: Cahilliği kaldırmak için yapılan mücadeledir.”)
“Bilgisiyle insanları yararlandıran bir âlim, ibadet edenden hayırlıdır.”
Sonuç olarak; İslam dininde ilimden kast edilen, sadece dini ilimler değildir. Kuran-ı Kerim’e atfı nazar edince ilk objektif miyar olan rakamlar açısından bile ilme ayrı bir yer verildiğini görürüz: Bilmek manasına gelen “ilm” kökünden Kuran’da 780 kelime gelmiştir. Bunlardan 426’sı fiil, 354’ü isimdir. Kuran-ı Kerim’de aynı kökten bu kadar çok tekrarına rastlanan kelime grubu azdır. Az bir farkla “ilim” manasına gelen hikmet ile alim manasına gelen hakim kelimelerini de burada hatırlatabiliriz:
Bir ilim adamından dinlemiştim; birisi ona şöyle bir soru soruyor: “Hocam! Kuran’da bütün ilimler var diyorlar, siz ne dersiniz?” Sorunca, ben de ona: “Evet vardır, çünkü Kuran’da birçok ilmin çekirdeği diyebileceğimiz ana başlıklar vardır, ayrıntılar içinse “Bilmediğiniz konuyu bilenlere sorunuz” buyurarak onunda yöntemi bildirilmektedir”
1-Bütün bilim bize Yaratıcının varlığını kanıtlamaktadır ama Yaratıcının öz varlığını hiçbir bilimsel deneyle kanıtlayamayız çünkü bu yaratılış hikmetine aykırı olurdu.
2-Bilim dinlerin sunduğu bazı gerçekleri kabul etmedikçe bazı konulara tam manasıyla cevap veremeyecektir. Çünkü olayların maddi boyutunu açıklayan bilim (örn:dünyanın varoluşuyla ilgili) olayların genel mantığını; olayların arka planını (örn: dünya neden var sorusunu) açıklayamadığından verilen bilgi yarım bilgi olacak, akıllar tatmin olmayacaktır. Din: bilimin manasına teslim olmasıdır. Din olmasaydı her şeyde olduğu gibi bilimde bir işe yaramaz manası ve gerekliliği olmaz.
3-Materyalist bilim, hakikati ve bütün hakikatlerin kaynağı mutlak hakikati (Allah’ı) inkârla işe başlar ve hatalar, yanlışlar, ihtimaller üzerinde gide gide güya doğruya varmaya çalışır. Oysa, elde bütün yanlışların vurulacağı, bütün gerçek dışıların tartılacağı bir hakikat olmadan, doğruya nasıl varılabilir?
“Her şeyin sebebini Allah’a bağlasaydık bilim ilerlemezdi” söylemi
El-cevap: Evet! Her şeyi Allah yaratmıştır, her şeyin sebebi Allah’tır ama Allah’ın yarattıklarının bilimsel verilerini, maddenin sebeplerini sonuçlarını bilirsek Allah’ı bulur ve Allah’ın istediği şekilde yaşamış oluruz. Zaten Allah kainatı biz bilelim Allah’ın sanatını maharetini görelim diye yaratmıştır. Bilim; Allah’ın kainatı; (içindeki tüm maddeleri) sebepler planında yarattığını, insanların bu sebeplere uygun hareket etmeleriyle kazanacaklarını ya da kaybedeceklerini bilerek ve bu bakış açısıyla hareket ederek gelişir. İnsanlar sadece dua ile değil; sebeplere uygun hareket etmekle yani aynı zamanda fiili dua ile istediklerine kavuşurlar ki imtihan dünyasının mantığı budur ve sebeplere uygun hareket etmek bilime bel bağlamakla olur.
İslam bilgiye verdiği önem yüzünden savaşa gidilirken arkada ilim sahiplerinin bir kısmının savaşa gitmemesini emretmiştir. Daha öncede dediğimiz gibi hayatta en önemli şey insanın hayat yoludur yani dinidir. Elde ettikleri bilgiyle insanları doğru yola ulaştıran alimler; nesillerin ıslahı için çok önemlidir.
Tövbe-122 – Bununla beraber müminlerin hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir. Öyleyse her topluluktan büyük kısmı savaşa çıkarken, bir takım da din hususunda sağlam bilgi sahibi olmak, dini hükümleri öğrenmek için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle, onları uyarmalıdır.
Bunun yanında bir bilim dalı ile uğraşan Müslüman bir bilim adamı da; Kuran’ı, dini hükümleri anlayan, öğrenen ve öğreten bir kimse olacaktır, çünkü Kuran’ı anlamak için bütün bilim dallarının bilgisine ihtiyaç vardır. Çünkü Kuran bütün kainatı anlatan bir kitaptır. Her Müslüman bilim adamı kendi bilimini anlattığında Kuran’ı da anlatmış olacaktır.
TARİHTEKİ İSLAM TOPLUMLARININ BİLİM İLE İLİŞKİSİ
İşte kültür Müslümanlığı yapmayan, gerçek Müslümanların icraatlerinden kesitler;
Ibni firnas (ölüm 808) Wright kardeşlerden 1023 sene önce uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdiğini (1,2,3) *Cabir Bin Hayyan (721-805) John Dalton Ottohan, Enric Fermi ve Albert Aynştayn’dan bin sene önce atom üzerinde çalışmalar yaparak ilk defa atomu tarif edip atom bombasının şiddetinden bahsettiğini (4) * İbnün nefis (ölüm 1288) ilk defa kan dolaşımını bulmasına rağmen bunun 16.yy. da Michael Servitüs ve W. Harvey’e mal edildiğini (5) * Sabit Bin Kurra (835-902)’nın anesteziyi ilk defa bulduğunu Ali Bin İsa (XI.yy.)’nın ise ilk defa onu göz ameliyatlarında uyguladığını göz hakkında ilk defa müstakil bir eser hazırladığını fakat bunun 1850 yılında Junkey’in buluşu gibi takdim edildiğini (6) * Kaşani (ölüm 1436) binomal denklemleri kurup ilk defa çözmesine rağmen bunun kendisinden yıllarca sonra gelen Newton’a mal edildiğini(7) *Batlamyus felsefe ve astronomi görüşünü çürütüp modern astronominin temel kanunları ortaya atan zerkali (1029-1087) ve Bitruci (ölüm 1217) olmasına rağmen bunun Kopernik (1473-1543) ve Kepler’e mal edilerek astronominin babaları ünvanının verildiğini (8) *Gök cisimlerinin elips yörüngede hareket ettiğine dair fikrin El Biruni’nin (973-1051) fikri olmasına rağmen Kepler’e mal edildiğini, kopernik’in güneş teorisinin ise İbni Şatir (1304-1376)’dan tıpatıp kopya edildiğini(9) *Paleontoloji (fosil ilmi) ve sedimentolojiyi (tortul ilmi) tecrübi olarak ele alıp eser veren İbni Sina olmasına rağmen Albert’e en büyük Albert ünvanını kazandırdığını(10) *Akşemseddin (1389-1459) mikrobu Pastör’den 400 sene önce keşfettiğini(11) *İbni Yunus (ölüm 1009) saat kadranının kaşif olmasına rağmen Galile’nin kaşif gösterildiğini Newton’dan 700 sene önce fizik ve astronomide oldukça önemli olan sarkacı da keşfettiğini(12) *Verem mikrobunu buldu diyerek kendisine nobel tıp armağanı verilen R. Koch’tan 150 sene önce verem mikrobunun Kambur Vesim (ölüm 1761) tarafından bulunduğunu (13-14) *İzafiyet teorisinin El Kindi (796-866) tarafından ilk defa ortaya atıldığını Einstein’in ise onu birkaç matematik formülle örterek sahiplendiğini (15-16-17) *Hava basıncını keşfedenin Farabi (870-950) olmasına rağmen Toricelli olduğuna herkesin inandırıldığı(18) *Subap otomatik silindir, otomatik çeşme ve sürahilerin Cezeri (1136-1206) tarafından ilk olarak yapıldığını aynı âlimin teorik olarak bilgisayar mantığını ortaya atarak onun mucidi olmasına rağmen günümüzde Charles Babeğe’ye mal edildiğini, aynı alimin sibernetiğinde kurucusu olduğunu (19) *Günümüzde genel jeolojik derslerinde üniversitelerde okutulan izosti teorisinin Kazvini (1203-1283) tarafından ilk olarak ortaya atılmasına rağmen teorinin 1950’lerde Airy ve Pratt’i meşhur ettiğini(20) Aynı alimin volkanoloji biliminin de kurucusu olduğunu jeotermal alanlarla ve manyetik kuzeyin değişmesi ile ilgili ilk bilgilerin sahibi olduğunu(21) *Yerçekimini, dünyanın hem kendi ekseni hemde güneş etrafında döndüğünü dünyanın yuvarlaklığını delillerle (ispat) tespit edip dünyanın dönüş hızını hesaplayanın Biruni (973-1051) olduğunu bu konularda Muhyiddin Arabi (1164-1240) Ebu’l Heysem (965-1039) gibi bilgilerin de eserleri bulunmasına rağmen Newton ve Galile (1564-1642)’nin bunları sahiplendiğini(22-23-24-25) *Kaya ve fosil magnetizması veya paleomanyetizmayı ilk defa keşfeden Biruni olmasına rağmen 9 asır sonra 1940’larda Konigsberger, E. O. Theiller, T. Nogata’nın bu fikirlerin sahibi olarak gösterildiği (26-27-28) Ayrıca Biruni orojenez (dağ oluşması) paleocoğrafyaya ait ilk yorumları yapan ve saha jeolojisi raporu hazırlayan ilk alimi olduğunu(26) *Bütün tabiat hadiselerini enerjiyle açıklayan felsefe doktrini olan enerjitizm fikrinin bilindiği gibi Wilhem Ostvald (1553-1632)’a değil Davud-ül Kayseri’ye ait olduğunu (29-30) *Atomun parçalanabileceğini fikrinin ilk defa Mevlana ve Pir Ali Nevi tarafından ortaya atıldığını (31) *Jeodezi’nin kurucusunun Biruni olduğunu (32) *İlk rasathane ve astronomi merkezinin Hace Nasuriddin Tusi (1201-1274) tarafından kurulduğunu (33) *Süblimasyon (katı halden buhar haline geçme) kalsinasyon (ısı yardımıyla parçalanma) eritme fırınları yanında sayısız deney tüplerinin Cabir Bin Hayyan tarafından ilk defa yapıldığını (34) *Harizmi’nin (780-850) sıfır, kök ve karekök kullanıp cebirin temelini atarak algoritmanın sahibi olduğunu lineer ve kuadratik sistemleri kurarak çözümlerine ortaya koyduğunu (35) *Maden arama usüllerinden biri olan morfoloji ve bitkilerden faydalanarak ne çeşit bitkilerin hangi madenlere işaret ettiğini ilk defa ortaya atının İbni Kuteybe (829-889) olduğunu (36) *Psikofizyolojinin kurucusunun Kindi olduğunu pozitif rasyonel sayıların El-Kerhi (1019-1029) tarafından keşfedildiğini (37) *Harizmi’nin cebir ve geometriyi ilk defa astronomiye uygulayarak yeni astronomi tabloları hazırladığını, Fenari’nin usturlabı icat ettiğini (38) Rasathanenin kurucusu ve mucidinin ise Uluğ Bey (1394-1449) olduğunu (39) *Battani (858-929)’nin trigonometrinin kurucusu olduğunu yaklaşık bin sene önce sinüs kosinüs tanjant ve kotanjant tariflerini ilk defa ortaya atıp yılı 365 gün 5 saat 46 dakika 22 saniye olarak hesapladığını (40) *Ebu maşer (785-886) gelgit (medcezir) hadiselerini ilk defa tespit ederek kaleme alan bilgin olduğunu (41) *Ali Bin Abbas’ın (ölüm 994) bin sene önce kılcal damarları keşfederek ilk kanser ameliyatı yaptığını (42) *Ammar bin ali’nin XI.yy.da katarakt ameliyatını gerçekleştirdiğini (43) *Ayın hareketlerindeki intizamsızlığı ilk defa tespit edip sekant ve kosekantı matematiğe kazandıran bilginin Ebül Vefa (940-990) olduğunu (44) sonradan bunun kopernika verildiğini *Lambert yamuğun Lambert’a ait olmayıp Ebu’l Heysem tarafından teşgil edildiğini, integralin Hocendi tarafından bulunmasına rağmen Fransız Fermat’a mal edildiğini (45) *Pi sayısının gerçek değerinin ilk defa El-Kaşani (ölüm 1436) tarafından hesaplandığını ve kesin sonucu olmayan problemlerin yaklaşık çözümünü ve mükerrer logaritmayı (iterative algorizm) icat edip hesaplamasını yapıp kullanan ilk kelime olduğunu (46) *İlk kağıt fabrikasının Abbasi vezirlerinden İbni Fazıl (739-805) tarafından kurulduğunu (47) *Kübik denklemlerin Ömer Hayyan (ölüm 1123) tarafından kuadratik denklemlere indirgendiğini Wopake’nin bunun üzerine “cebiri geometriye, geometriye cebire uygulama şerefi müslümanlara aittir” dediğini (48) *Ebü’l-Leys’in IX.yy. parabol ve hiperbolü birleştirerek 9 kenarlı poligonu ilk icat eden bilgin olduğunu kinematik (“x” kare artı “a” eşittir “y” kare) metodunun ise İbnü’l Hüseyin X.yy. tarafından bulunduğunu (49) *Pusulanın ilk defa Kabacaki (13.yy.) tarafından yapıldığını (50) *Depremlere ait ilk kitabın Dimışki’nin (ölüm 1176) “Kitabül Zelazil” olduğunu, daha sonra ise XV.yy.da Celalettin Suyuti’nin “Zelzele Name” olarak bilinen “Keşf üzzelzel anvasfil zelzele” kitabından başka sismoloji ile ilgili eserin olmadığını (51) *Kimyada kantitatif metodun Ebul Kasım El-Kaşi (ölüm 1436) tarafından bulunduğunu günümüzde ise altında Blanck ve Lovasler’in imzalarının olduğunu (52) BİLİYORMUYDUNUZ?
Hazırlayan: jeo.yük. müh. Nevzat Bayhan- sızıntı dergisi; Kaynaklar: 1)Hitti F. Siyasi ve kültürel islam tarihi çev. salih tuğ ist. 1981 boğaziçi yay. 2)Hunke S. Avrupa üzerine doğan islam güneşi. 3)Turan O. Selçuklular tarihi ve türk islam medeniyeti s.339, 4)Meyerhof M. Las in Müslüaman ilim öncüleri ansiklopedisi 68, 5)İbnün nefis serhül kanun şam 1934 s.108, 6)Wood c.a. memorandum book of a tenth century oculist for the use of modern oftalmatologist medicine 1973. s.264-5, 7)reves g.e. outline of the history of algebra school science and mathematics III.jenuary 1968 p.13, 8)Schoner s. safihanın babası yüce astronom aliy sakh arzachel’in nazariyesine dair nurenberg 1534, 9)nasr s. H. Science and civilisation in islam s.162, 10)adams f.d. birth and davelopmant of the geological sciences dove pub newyork 1938, 11)müslüman ilim öncüleri ansk. Yeni asya yay. İst.1987 s.19, 12)durant w. Historie de la civilisation lage de la fol vol.I. paris 1952 p. 313, 13)ibrahim paşa islamların ve bilhassa türk milleti necibesinin tababete ettikleri hizmetler ikdam gazetesi sayı 4040, 14) müslüman ilim öncüleri ansk.s.226, 15)bayraktar m. Kindi ve einstein e göre rölativite ve benzerlikleri bilim ve teknik c XIII sayı 153. 1980, 16)ebu rida m.kindi ve falsafatül ula kahire 1950 c.1 s.119, 17)bayraktar m. A.g.e. s.119, 18) Sami ş. İslam medeniyeti, 19)sami ş. A.g.e.-el cezeri kitab fi marifetil hiyalil hendesiyye ed. By. Ahmet y. el-hasan halep 1979 s.394-5, 20)kazvini z. Acaibul mahlukat beyrut 1976 s.298, 21)kazvini a.g.e. s.317, 22)durant w. age. p.313, 23)ateşmen m. Avrupalı gözüyle islam istikamet mat.ist.1973 s.116, 24)adıvar a. İlim ve din remzi kitabevi ist. 1980 s.124-135, 25)imam gazali tahafütül felasife, 26)krenkow f. El biruni comnemoration volume calcuta iran society 1951 s.199, 27) müslüman ilim öncüleri ansk. S.52, 28)bayraktar m. Age s.159, 29)muhammed m.matla hüsus il-kelim fi ma’ani fususil hikem bombay 1299, 30)bayraktar m. La philosophie mystigue hez davudel-kayseri doktora tezi sarbonne 1978 s.213, 31) bayraktar m. Age s.104. 32)barani sh.h.muslim researchsin geodesy islamic culture c.6.s.336-369, 33)juzani pp.1285-6, 34)holmyord e.j. the identify of geber nature c.III february 10.1923 s.192, 35) müslüman ilim öncüleri ansk.s.117, 36)ibn kuteybe uyunul ahbar kahire 1930 c.4 s.108, 37) bayraktar m. Age s.45, 38) bayraktar m. Age s.85, 39) müslüman ilim öncüleri ansk.s.300, 40)scotte f.a. history of mathematics from antiguity to the beggining of the nineteen century london 1969 c.1 s.602-3, 41)hitti f. Siyasi ve kültürel islam tarihi, 42)hitti f. Age, 43)mayerhof m.las operaciones de cataract d. Ammar b.ali al-mevsili, 44)göker L.fen bilimleri tarihi elif matb.ankara 1984 s.179, 45)smith d. De history matematic boston 1925 c.II s.608, 46)kennedy e.s. a fifteen th-century planetary computer al-kashi’s tabaagal-manatecsis c.41.1950.ss.180-1883 c.43.1952.ss..42-50, 47)müslüman ilim öncüleri ansk.s.145, 48)wopcke f. L’algebre d.omar Aikhayyani paris 1851, s.14, 49) bayraktar m. Age s.56, 50)mieli a. La Science arabe leiden 1930 s.161, 51) bayraktar m. Age s.56, 52) bayraktar m. Age s.27
Batı; bilimi Müslümanlardan alıp geliştirdi;
Batının bilimi Müslümanlardan alıp geliştirdiğini bugün bilmeyen ve inkar eden batılı kimse yok. Kendi belgesel kanallarında bile (örn:BBC) bu gerçeği söylemekten çekinmiyorlar. Bugünkü Avrupa, Amerika, Rusya gibi bilimde gelişmiş ülkelerin bilim ve teknik temeli İslami kaynaklardan alınmıştır. Müslümanlar da dinlerinden uzaklaşıp tembelleştikleri için bugün geri kalmışlardır. Geri kalmamızın bir nedeni de aslında bizim gelişmemizi istemeyen İslam düşmanı ülkelerdir, nitekim İslam ülkelerinde bilimsel bir buluş geliştiren çoğu mühendis ya ilgi görmeyerek yurt dışına gitmiş ya da öldürülmüştür bu ayrı bir konu.
Batılı bilim adamlarından Prof. J. Risler: “Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans’ımıza tesir ettiler.” diyor. E. F. Gautier ise:”Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bu günkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.” der.
İbni Sina, tam sekiz asır, Zehravi tam bin sene Batıda otorite kabul edildi. Bunlardan her biri kendi sahasında ilmi araştırmaları ve buluşlarıyla başı çekiyordu. Kimisi astronomiyi geliştiriyor, kimisi fizik kuralları koyuyor, kimisi de matematikte yedi kat integral problemleri çözüyordu. Kimisi de dünyanın çevresini ölçmeye çalışıyor ve dünyanın güneş etrafında döndüğünü tespit ediyordu ki Galileo ve Copernik’in yedi göbek dedesi henüz mevcut değildi. Batı ve dünya vahşetler içinde yüzerken, bizim aydınlık dünyamızda hidrolik sistemlerle çalışan araçlardan, saatlere, oradan da ilkel robotlara kadar, son asırlarda tanıyabildiğimiz teknolojik eserler, o dönem adi eserler olarak teşhir ediliyordu.
Diyarbakırlı Ebul-İz El Cezeri, 800 sene önce hidrolik sistemle çalışan pek çok otomatik eser ortaya koymuştu. Ta o zamanlar biz yaptığımız robot atlara hareket verirken, Batı dünyası saatin işleme keyfiyetinden uzak “Acaba içinde cin mi var ?” diyordu.
Sayfalarımız yetersiz en barizinden birkaç örnek vermek gerekirse; mesela modern kimyanın kurucusu Cabir İbn Hayyan’dır. Buharlaştırma, süzme, tasfiye etme, damıtma billurlaştırma Cabir’in geliştirdiği metotlardır. Mesela Alembik’i icat eden Müslümanlardır. Optik, büyütücü mercekler, pek çok cismin özgül ağırlığının tespiti, denge ve ağırlık hep Müslümanların eserleridir. “Sıfır” ve “Pi” sayılarını bulan, dört işlemi tam olarak ortaya koyan Müslümanlardır. (Romen rakamında sıfır olmadığını hatırlatırım). Cebir tamamen Müslümanların icadıdır. Logaritma, trigonometri yine Müslümanların icadıdır. Sekantı, Tanjantı, kotenjantı sinüs ve kosinüsü bulanlar da Müslümanlardır…
Bursa Ulu caminin minberinde bile ABD’nin yeni keşfettiği Pluto gezegeni de dahil 9 gezegenle büyük küçük oranları, uzaklıkları bugünkü bilgilerle tıpatıp uyuşan çizimleri vardır. Bilim adamları 1402’de yapılan camide bu bilginin nasıl bulunduğunu çözememiştir.
Daha hicretin 85. yılında Halid Bin Yezid İskenderiye deki bir kısım ilim ve fikir adamlarını huzuruna celb ederek bunlara Yunan ve Kıpti dillerinden bazı eserlerin tercüme edilmesini teklif eder ki tercüme edilen bu eserler arasında eski manasıyla kimya ve ilmi nücum risaleleri vardır.
Eski yunanda din ile ilim arasında var gibi gösterilen çatışma esasında din ile ilim arasında değil din ile ilim zannedilen felsefe arasında cereyan etmiştir.
İlk rasathaneler halife Memun tarafından Şam ve Bağdat ta kurulmuştur. Bugün bilinen gökyüzü haritalarında kullanılan pek çok yıldızın ismini 1000 yıl önceki Müslüman araştırıcılar koymuşlardır.
Kral Friedrich (1194-1250) Müslüman alimlerle Arapça görüşmeler yazışmalar yapıyor ve toplantılarına katılıyordu. Friedrich birçok İslami müesseseyi Sicilya’da tatbik ettirerek İslam’a olan hayranlığını apaçık göstermiştir.
10.asırdan itibaren tıp müessesesi İslam dünyasında profesyonel kurum haline gelmiştir. Hekimlik yapacaklar imtihana tabi tutuluyor başarılı olup vesika aldıktan sonra mesleklerini icra edebiliyordu. Cadde köşelerinde ilaç yapılacak baharatları ve tıbbi bitkileri satan aktarlar ve hekimlerin verdikleri reçeteye göre ilaç hazırlayan dükkanlar mevcuttu. Eczacılarda imtihana giriyor dükkanların arka kısmında temel referans kitaplarını kullanarak bitkilerden ve madenlerden ilaçlar yapıp hastalara sunuyorlardı. ilk kanuni düzenleme halife Memun tarafından yapıldı. Bu sosyal refah sistemi sahra sağlık servisiyle fakir köylere kadar uzanmıştı, hatta bazı hekimler görevlendirilerek periyodik olarak gezici ekipler halinde sağlık kontrolleri yapılıyordu.
En büyük kütüphane rekoru Müslümanlarda;
İslam toplumlarında camiler, çok mühim bir yere sahip olup, yalnızca ibadet ve toplanma yeri olarak kalmamış, birer kitaplığı da bünyelerinde bulundurmuşlardır. Umumiyetle vakıf ve bağış yolu ile temin edilen bu kitapların çoğalması ile camiler ihtiyaca cevap veremeyecek duruma gelmiştir. Bu durum ilk şahsi ve umumi kütüphanelerin kurulmasına sebep olmuştur. Hadis ilminin kurucularından Muhammed bin Müslim (670-742) ilk hususi kütüphanenin kurulmasında öncülük edenlerdendir. Meşhur tarihçi Al-Vakidi (747-823) öldüğünde geride her birini iki kişinin zor kaldırdığı 600 sandık kitap bırakmıştır. Büyük filozof ve astronom Nasuriddin et-Tusi’nin Merağa’daki rasathanesinin yanında kurulan kütüphanede ise 400.000 kitap mevcut idi. Bu misaller İslamiyet’in insanları ilme teşvik yönündeki başarısını açıkça ortaya koymaktadır.
10. asırda Avrupa’nın en ünlü kütüphaneleri olan Monte Casino ve Roma Papalık Kütüphanesi’nin kitap mevcudu 1000’i geçmezken, Irak’ın Necef gibi küçük bir kasabasında yaşayanlar, 40.000 ciltlik bir kütüphaneye sahip bulunmakla iftihar ediyorlardı.
Doğuda kütüphaneler halk, yan halk ve hususi kütüphaneler olmak üzere üç gruba ayrılmışlardı. Bunlardan halk kütüphaneleri, okullara, medreselere ve halka açık olan umum kütüphaneler mahiyetinde idi. Vücuda getirilen kütüphaneler hükümdarlar veya kişiler tarafından âlimlerin hususi araştırmalarını gerçekleştirmeleri için kurulur, zamanla vakıf durumuna getirilirdi. Tam teşekküllü ilk umumi kütüphaneler içinde en büyükleri ise şunlardı:
Bağdat’da Abbasi halifesi El-Me’mun (786) zamanında kurulan ve Moğollar tarafından 1258 de 36 kütüphane ile birlikte yakılan 100 bine yaklaşan kitap koleksiyonuna sahip Beytül Hikme Kütüphanesi.
Endülüs Emevi Halifesi Hakem II (913-976) tarafından kurulan 600 bine varan kitap koleksiyonu ve 44 cilt katoloğu ile asırlarca etrafını aydınlatan Kurtuba Kütüphanesi. 910 yılında Kahire’de kurulan 1.600. 000 kitap mevcutlu muhteşem kütüphane.
Osmanlıda da bu kitaplara verilen ehemmiyet devam etmiş ve hükümdarlar, valide sultanlar, vezirler, paşalar tarafından ilim ve kültür yuvaları inşa edilmiştir. Bunları yaşatabilmek için de zengin vakıflar vücuda getirmişlerdir. Fatih İstanbul’u fethedince ilim müesseseleri ve kütüphaneler büyük yeniliklerle yeniden düzenlenmişlerdir. İlk İstanbul kütüphaneleri içinde Ayasofya, Zeyrek, Eyüp Sultan ve Fatih’in külliye içinde kurduğu kütüphaneleri başta gelir. Fatih, Eyüp Sultan Camii’ne 2000, Fatih Camii’ne ise 3000 kitap bağışlamıştır. Diğer Osmanlı padişahları döneminde de kitaplara ve kütüphanelere verilen ehemmiyet devam etmiş yeni kütüphaneler kurulmuş, kurulanlar zenginleştirilmiştir. II. Abdülhamit devrinde ise kütüphaneler yeniden tertip ve tanzim edilerek son şeklini almışlardır. Medreselerde ağırlıklı olarak Kuran, kıyas, icma, fıkıh, kelam gibi dini dersler okutulurken, Nizamiye medreselerinde pozitif bilimlerle dini bilimler eşit ağırlıkta birlikte okutulmuştur. Medreseler tefekkür ve sağlam inanç için dini eğitimle bilimsel eğitimi beraber verdi. İnönü döneminde yeni düzenin kurucuları Osmanlı dönemine ait izleri silmek için kilolarca yazılı Osmanlı eserini Bulgaristan’a geri dönüşümlü kağıt fiyatına sattı. Osmanlı bilimle güçlüydü ama bu gücün ne kadar büyük olduğunu tarihimizi yağmalayan, arta kalanları da saklayan Sabetayist-mason liderler yüzünden öğrenemiyoruz.
İnsanlığın ziynet ve kültür hazineleri sayılan bütün bu eserler birçok defa putperest Moğolların saldırılarıyla, bazen de Hıristiyan taassubu neticesinde tahrip edilmiştir. Günümüz yazarlarından biri, Moğollar için “Geldiler, söktüler, yaktılar, kestiler ve alıp götürdüler” demiştir.
Moğol benzeri bir vahşeti, büyük bir taassub içinde İspanya’daki İslam memleketlerine saldıran Hıristiyanlar gerçekleştirmiş ve 771’de kurulup 15.asrın başına kadar süregelen 800 senelik büyük bir medeniyetin bütün eserlerini imha etmişlerdir. Kurtuba’da, yalnız katoloğu 44 cilt tutan 600 bin el yazması kitaplarla dolu kütüphanelerin kitapları, Gırnata’yı kuşatan Hıristiyanlarca şehrin meydanında günde 80 bin adet yakılmak suretiyle yok edilmiştir.
Kütüphane yakmak Müslümanların değil İslam’a saldıran barbarların adetidir;
İskenderiye kütüphanesi; M Ö III. yüzyılda İskenderiye’de kurulmuş olan kütüphane, insanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 900 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder
Günümüzde kütüphanenin varlığı ile ilgili farklı tartışmalar olduğu gibi nasıl yok olduğu da büyük bir muamma. Ancak tarihçilerin önemli bir bölümü Roma İmparatoru Sezar’ın kütüphaneyi istemeden yaktığını düşünüyor. Mısır’da tahtını korumaya çalışan Kleopatra’ya yardıma gelen dönemin ihtişamlı imparatoru Sezar, İskenderiye’ye vardığında limanda büyük bir direnişle karşılaşıyor, Sezar da direnişi kırmak için düşmanlarının gemilerini ateşe veriyor. Ateş hızla denizin yanı başında yükselen şehre sıçrıyor ve şehrin büyük bir bölümüyle birlikte kütüphane de yanıyor En ilginç iddia İslam düşmanlığıyla bilinen Papaz Gregory Bar Hebraus’un, kütüphanenin Hz Ömer’in emriyle yakıldığı iddiasıdır. Amr bin As komutasındaki İslam ordusunun 639 yılından itibaren Mısır’ı fethetmesiyle birlikte İskenderiye de Müslümanların eline geçiyor. Ancak Mısır’ın Müslümanların eline geçmesinden tam üç yüz yıl sonra kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakıldığını iddia ediyor. Hz Ömer’in(r.a.) İskenderiye kütüphanesini yaktırdığı iddiası İslam tarihi uzmanı Bernard Lewis tarafından yalanlanmıştır: “Bir çok eserde nakledilen bir hikayeye göre Halife Ömer, İskenderiye kütüphanesini, eğer bu kütüphanede bulunan kitapların verdiği bilgi Kuran’da varsa bunlara lüzum olmadığı, Kuran’da yoksa dine aykırı olacağı düşüncesiyle tahribini emretmiştir. Modern araştırmalar bu hikayenin tamamen asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Eski tarihçiler, Hıristiyanlar da dahil bu masal hakkında bir imada bile bulunmazlar, ilk defa XIII yüzyılda bu olaydan bahsedilmiştir. Zaten büyük Serapeum kütüphanesi, Müslümanlar mısır’a gelmeden önce iç karışıklıklar sırasında tahrip edilmişti ” (bernard lewis, uygarlik tarihinde araplar, pegasus yayinlari, s 80)
Kaynaklar: 1— Adıvar, Adnan: Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi – İstanbul. 2— Hunke, Dr. Sigrid: Avrupa Üzerine Doğan İslâm Güneşi, Bedir Yayınevi İstanbul 1972. 3— Bucaille, Maurice: Kitab-ı Mukaddes Kur’ân ve Bilim – T.Ö.V. Yayınları, Silm Matbaası, İzmir, 1981 4— Gündüz Mehmet: İslam’da Kitap Sevgisi ve İlk Kütüphaneler, Vakıflar Dergisi, Cilt XI. ss. 165 – 193 5— İslâm Ansiklopedisi: Cilt VI. ss. 1129. 6— Meydan Larousse.
İSLAM’IN İLKELERİ BİLİMİN GELİŞMESİNE SEBEP OLDU
Anlayacağınız üzere Avrupalıların “ilk biz bulduk” dediği şeyler onlardan çok çok daha önce Müslümanlar tarafından belki Müslümanlardan da önce bulunmuştur. Avrupalılar çok büyük şeyler bulmuş gibi havalanadursun, merkez kaç yerçekimi vs. bunlar zaten Müslümanlar tarafından kullanılıyordu.
İslam’ın getirdiği yenilikler sosyal hayattaki ilim teknik ve medeniyetin gelişmesine sebep olmuş. Örn. temizlik, mimari, tıp vs. hep İslam sayesinde gelişmiştir. İslam’ın topluma faydalı olma ve düzene dair emirleri sayesinde en ihtişamlı yapılar 18.yy’lara kadar hep İslam toplumlarında yapılmış. Toplu hastalıkların önlenmesi için gerekli temizlik malzemeleri, temizliğin sağlanması için çeşmeler, sabun, tuvalet ve kanalizasyon sistemi daha Avrupalılar pisliklerini balkondan sokağa atarken İslam ülkelerinde mevcuttu ve bilindiği üzere Avrupa’ya yeni geçti, 19.yy a kadar Paris’te şemsiyesiz dolaşamazdınız (çünkü kafanıza pislik serpilebilirdi). Bunun yanında tıp ilminin gelişmesinin nasıl sağlandığını açıkladık. Bugünkü tıp ilminin temeli İslam alimlerinin kitaplarıyla kurulmuştur. Pozitif bilimlerin her alanında kullanılan matematik kullanılabilir şekilde tüm sistematiğiyle İslam alimleri tarafından geliştirilmiştir. Sonuç olarak İslam toplumları birkaç asırdır bırakın bilimle uğraşmayı, Müslümanlıklarını unutmuş şekilde gerilerken, o devirden önceki bilimsel çalışmaları sayesinde bugünkü medeniyetin ve bilimin tam manasıyla temellerini atmışlardır.
İslam toplumlarında Bilim Bu Kadar İleri İse Neden Büyük İcatları (Elektrik, Araba, Uçak vs.) Müslümanlar İcat Edemedi?
Elektrik lambası, elektronik aletler, araba, uçak gibi icatlar bir anda bulunmamıştır. Bildiğimiz gibi bilim birikimli olarak ilerler. İcatlar da zamanla, bilim ilerleye ilerleye, yavaş yavaş bulunmuştur. Mesela bir arabanın icadı esasında tekerleğin icadıyla başlamıştır. Yani arabayı bir kişi icat etti denilemez. Bilim ilerledikçe bulunan her yeni buluşla birlikte araba gibi bir aletin yapımına ulaşılmıştır. O nedenle arabanın, bilgisayarın mucidi kim diye araştırdığınızda tek bir isimle karşılaşmazsınız. Birçok farklı bilim adamının bilgisayarla alakalı ayrı bir şeyi bulduğunu en sonunda bilgisayarın bugünkü halini aldığını görürsünüz. İşte Müslüman’larda bilimin temelini atmışlardır. Her şeyin temelinin en zor ve en önemli olması gibi matematiğin, fiziğin, kimyanın da temeli uzun uğraşlar ve süre almıştır. Müslümanların sağlamca temelini attıkları bilimi ne yazık ki Müslüman’ların uyuduğu bir dönemde batılılar alıp geliştirmiştir. Bunun itirafını da birçok batılı tarihçi dile getirmiştir;
BATILILARIN DİLİNDEN İSLAM BİLİMİ
“Rönesansı İslamiyete borçluyuz.” (R. V. Bodley)
“Şarklılarla temas ile garplılar medenileştiler. Bu medenileşmenin suret-i vukuu, tamamen malum değilse de, bizim (garplıların) Müslümanlara borçlu olduğumuz şeylerin hesabı çok uzundur” (Charles Seignebos)
“Müslümanlar arasında, fen ve san’at 600 senelik bir müddet yükseliş hayatı geçirmiş olduğu devrede, bizim Hıristiyanlarımız arasında en kaba barbarlık olduktan başka edebiyat dahi sönük yaşıyordu” (John Davenport -Hz. Muhammed ve Kur’ân-ı Kerim” isimli eseri)
“Avrupa’nın bütünüyle karanlık bir vahşet devri yaşadığı sıralarda İslam’ın hâkim olduğu iki büyük şehirde, Bağdat ve Kurtuba’da yeryüzünü parlak ışıklarıyla aydınlatan iki medeniyet sürüyordu.” (Gustave Le Bon)
“Müslümanların yükseliş çağı olan Miladi 8. ve 12. asırlar arasında, bizim Hıristiyan ülkelerde bilimsel gelişmeye kısıtlamalar uygulanırken, İslam üniversitelerinde dikkati çekecek kadar bilimsel araştırmalar ve buluşlar gerçekleştiriliyordu. O dönemde kültürün görülmemiş ve yeni imkânlarının bulunduğu yer, İslam dünyasıdır. Kurtuba’da Halife’nin kütüphanesi 400.000 cilt kitap ihtiva ediyordu.” (Maurice Bucaille-Kitab-ı Mukaddes, Kur’ân isimli eseri)
“Kuzey Afrika ve Endülüs medeniyeti zirveye tırmanırken bencil ve karamsar bir kısım kilise, hastalığı İlâhî bir ceza olarak kabul ettiklerinden fizikî rahatsızlığı ortadan kaldırmayı hedef alan tıp ilmine karşı takındıkları tavır gibi” (G. Rivoire)
“Müslümanların her fethettikleri ülkede bilim gelişti. Sekizinci yüzyılda, Müslüman olmuş bütün ülkelerde öğretim ve eğitim teşkilatı mevcuttu. 9. yüzyıl İspanya’daki Kurtuba mektebindeki bilginler, Kahire, Bağdat, Buhara ve Semerkand’daki bilginlerle muhabere ediyorlardı. Aristo’nun ve İskenderiye medresesinin saçtığı, fakat pek uzun bir zaman kısır kalmış olan tohumlar şimdi filizleniyor, meyvelerini vermeye başlıyordu. Matematik, tıp ve fizik bilimleri alanlarında büyük ilerlemeler oldu. Biçimsiz Roma rakamlarının yerini bugün hâlâ kullandığımız Arap rakamları aldı. Sıfır işareti ilk defa icad edilip kullanılmağa başlandı. İslâm düşüncesi, Fransa’nın İtalya’nın ve bütün Hristiyan âleminin ortaçağ felsefesine yeni bir hayat kazandırmıştır.” (H. G. Vells “Kısa Dünya Tarihi” eserinin 162. sayfasında)
“İslâm’da olduğu ölçüde hiçbir inanç sisteminde din-ilim kaynaşması ayrılmaz bir şekilde gerçekleşmemiştir.” (Fransız Rosenthal)
“Endülüste birçok Hıristiyan öğrenci okumakta idi. Doğudan mühim kitaplar getirtiliyordu. İslâm ilim ve felsefesi 9-11. yüzyıllar arasında olgunlaştı ve 12. yüzyıldan başlayarak Sicilya ve Endülüs yolundan batıya geçmeye başladı. Böylece batıda büyük bir tercüme devri açıldı ” (Aldo Micli “La Science arabe” isimli eserinde)
“Gerçekten de bu bilgi akımı, 12. asırda o kadar kuvvetli ve canlı bir hale dönüşmüştü ki, Endülüs üzerinden Avrupa’ya taşmaya başlamıştır.” (Philip K. Hitti “İslâm Tarihi” isimli eserinde)
“Eski medeniyet, İslâm Tarihi ile biter, halihazır medeniyet ondan meydana gelir… Yunanlılar, İranlılar devlet teşkilinden hayli asırlar sonra âlem-i medeniyete isbat-ı vücud edebilmişlerdi. Halbuki müslümanlar devlet teşkil ettikten yalnız bir asır sonra medeniyetlerini, faaliyet-i akliyelerini âleme göstermişlerdir. İkinci ve üçüncü asırlarda ise, İslâm Düşüncesi bütün cihanı istilâ etmiş idi.” (Corci Zeydan “İslâm Medeniyeti” İsimli eserinde)
“İşte bu çağda Müslüman’ların Batı ile 750 yıl kadar devam eden yakın komşulukları esnasında, dünyanın kültür nakleden bir camiası olduğunu, Yunanlılara nazaran beşer kültürünü en az iki misli geliştirip Batı’ya birçok mevzularda doğrudan doğruya tesir ettiklerini kim söyleyebilmekte, bundan kim bahsedebilmektedir?… Rönesansımızın üstadları, onun için Yunanlılar değil, bilakis müslümanlar oldular… Yasaklara ve resmi husumete rağmen Batı, teknik, sağlık, hijyen ve devlet organizasyonu bakımından İslâm medeniyetinin umumi kültür varlıklarına yakınlık peyda etti. Yavaş yavaş onun zihnî mirasını eline geçirdi. Bu sayede asırlarca süren bir uyuklama ve uyuşukluk devresinden kurtularak, nihayet kendi kanaatleriyle emsalsiz bir yükselişe doğru harekete başladı. Tabiatiyle Batı, İslam medeniyetinden yalnız ilim sahalarında değil, bu arada hayatın bütün sahalarında ve sanatta da yaşayışını daha zengin, daha güzel, daha sıhhî daha mesut yapan sayısız küçük fakat mühim ilhamlar aldı.” (Sigrid Hunke “İslâm Güneşi” isimli kitabında)
“Tabiatiyle artık bugün ortaçağın karanlığından bahsetmek yersizdir. Fakat gittikçe düşmüş, bahtsız Avrupa’dan bahsetmek yerinde olur. Bunun karşısında Müslüman İspanya’nın o harikulade medeniyetini koymak lazımdır. Arapların İspanya’daki faaliyetleri hakkında incelemeler yapan büyük üstadlar Mağrib-İspanyol kültürünün genişliği, derinliği, parlaklığı konularında bize yeni ufuklar açıyorlar. Bu kültürün felsefe, bilgi, edebiyat, hülasa Hıristiyan Avrupa kültürünün bütün kollarının gelişmesinde büyük bir tesiri olduğunu gösteriyorlar. Onlar bu tesirlerden ortaçağ düşüncesinin şahikaları sayılan Saint Thomas ve Dante’nin bile kurtulamadığını ifade ediyorlar. Hiç şüphe yok, Pirenelerin iki tarafında veya Akdeniz sahillerinde pek çok kimseler, bu önemli tesiri kabul etmekten bir çeşit tiksinti ile çekiniyorlar. Bugün elde bulunan deliller, bu iddiaları kabule bizi mecbur bırakıyor ve hemen her gün bunlara yeni vasika ve delillerin eklenmesi mümkün oluyor. Rönesans hareketinin doğmasından asırlarca evvel, Kurtuba’da coşup akacak büyük bir medeniyet nehrinin ilk menbaları kendini gösteriyor. Bu medeniyet yeni dünyaya antik düşüncenin temellerini aktaracaktır.” (Cl. Sanchez Albornoz-“Espagne et L’İslâm” isimli eserinde)
Batı’nın nankörlüğü ve İslam mirasını unutturma çabaları;
“Müslümanları ve onların bütün Ortaçağ boyunca yeni medeniyet üzerine icra ettikleri tesiri unutulmaya mahkum etmekte herhalde hususi bir kasd olsa gerektir.” (R.Sediltot-“Histoiregenerale des Ara bes” isimli kitabında)
“Rönesansın ilk kekeleme anları öyle bir devre tesadüf etti ki, barbarlıktan uyanmakta olan Avrupa, İslâm medeniyetine bitkin bir hürmetle bakmaktaydı: Taklidine imkân olmayan bu örnek karşısında cesaretini kaybeden Garb’ın kolları sarkıyor. Herhalde biz bugün de tamamiyle aksine bir ifrata düşüyoruz. Irkî dalaletlere dayanan bu sersemce nankörlüğümüzden dolayı kendi kendimizi ne kadar ayıplasak yeridir… Bizim rönesansımız İslâm medeniyetinin hatırasını çabuk unuttu; halbuki ona karşı çok büyük minnetleri vardır.” (Prof. E.F. Gautier’in “Moeurs et coutumes des Musulmans” isimli eserinde)
“Müslümanlara bugünkü anlamında telakki etmeğe alışık olduğumuz ilimlerin gerçek kurucuları gözüyle bakılmalıdır. Onlar, eskilerin hemen hiç bilmedikleri fennî ve İlmî tecrübelerde bulunarak çalışmak seviyesine ulaşmışlardır” (Humbolt “Cosmos” isimli eserinde)
“Müsbet ilimleri Avrupa’ya sokan Müslümanlardır… Fethettikleri ülkelerde, ilmî araştırma eğitimi yapacak mektepler kurar kurmaz, umumi bir şevk, üstün seviyedeki seçkin aydınları, bu yeni ışığa doğru sevketti. Müsbet ilimlerin ehemmiyeti daha başlangıçta papalık tarafından dahi hissedildi ki, ruhbanın birçok kıymetli ileri gelenleri ve bu arada iki papa bile eğitimlerini tamamlamak için Kurtuba’ya gidip İslam müderrislerinden ilmî müşahede ve araştırma usulleri eğitimi gördüler.” (Auguste Comte (A Rıza 142))
“Müslümanlar ilmi geliştirip yazarken, hatta yeni ilimler geliştirirken, Avrupa bugünkü Güney Afrika zencilerinin olduğu kadar medeniydi. Müslümanların felsefede, matematik ve astronomide, kimya ve tıbda elde ettikleri, askerî başarıları ile sağladıklarından daha büyük ve daha devamlıydı.” (Draper (A. Rıza, 142))
“Müslümanların ilmî çalışmaları ve buluşları incelendiğinde, hiçbir milletin, bu derece kısa bir zamanda bu kadar fazla sayıda keşifte bulunmadığı ve verimli olmadığı görülür. İslam’ın müsbet ilim metodu, tecrübe ve müşahede etmektir. Kitaplarda okumak ve üstadların nazariyelerini tekrarlamak ise Ortaçağ Avrupa’sının metodu olmuştur. Aradaki fark fevkalâde esaslıdır.” (Dr. Gustave Le Bon (A. Rıza, 142))
“Müslümanlar uzun zaman ilmin yegâne sahipleriydi, 11. Yüzyılın karanlıklarını dağıtmaya gelen ilk ışıkları onlara borçluyuz. Bu dönem içinde matematikte şöhret kazanabilmiş herkes ilimlerini Müslümanlardan elde etmişlerdir.” (Meşhur Fransız matematikçisi Montucla “Histoire des Mathematiques” isimli kitabında)
“Dante, Petrarque ve Boccace, Rönesans’ın bu babaları, Provence aydınlarını üstadları sayıyorlardı. Provence aydınları da Arapların müridleri olduklarına göre, edebiyatın olduğu kadar ilmin de yolunu Avrupa’ya açan Araplar olmuştur.” (Viardod- “La Civillisation des Arabes” ünvanlı kitabında)
“Avrupa’nın entellektüel anlamda uyanışı ve canlanışı ancak eğitimin manastırlardan üniversitelere, Muhammedi bilimin ve sanayideki bağımsızlığın kilise saltanatını parçalamasından sonra başlayabilmiştir” (Lecky-“Rasyonalist Felsefe Tarihi” adlı kitabında)
“X. yüzyıldan başlayarak Avrupa’ya yayılan, hikmet, astronomi, felsefe ve matematik gibi bilimlerin Arap okullarından alındığı, özellikle Endülüs müslümanlarının Avrupa felsefesinin üstadı oldukları muhakkaktır.” (Mosheim)
“Bilim ve kültür davasına Müslümanların gösterdiği saygıdan daha derin bir saygı gösteren millet gelmemiştir. Bir İslâm şairi: “Bir bilgin gördüğüm zaman onu karşılar ve ona değer veririm” der. Hz. Peygamberin birçok hadisi bilim ve kültüre en içten saygı ile doludur. “Bilginlerin mürekkebi şehidlerin kanı gibidir.””Kalem ve mürekkeb -yani eser- bırakanlara cennet kapıları açıktır.””Dünya dört şeye dayanır: Bilginlerin bilgisi, büyüklerin adaleti, iyi insanların ibadeti, yiğitlerin cesareti.” Fakat daha önemlisi, Müslümanların dünya zenginliğini önemsiz bir şey olarak tanımaları, buna karşılık bilimi en değerli şey saymalarıdır.””Müslümanlar arasında bilim ve sanatlar 600 yıl boyunca parlak bir hayat sürerken bizim aramızda en kaba bir barbarlık egemendi. Edebiyat da en sönük günlerini yaşıyordu.” (John Davenport- “Kur’ân ve Mesajı” isimli eserinde)
Ve daha buraya sığdıramadığımız pek çok eserde bu itiraflara rastlarsınız.
KAYNAKLAR 1) Abdülaziz bin Abdullah: İslâmın Getirdikleri. Bir yay.lst.983,s.88 2) Ahmed Rıza: Batının Doğu Politikasının Ahlâken İflası. Üçdal yay. İst. 1982, S:141,’ 142, 170, 172, 179. 3) Ateşmen, M: İslâm. Yaylacık matb. İst. 1973, S:35, 112, 131, 136. 4) Aydın, M: Bilgi, Bilim ve İslâm, İsav yay. İst. 1987, s:65 5) Bammat H: İslâmın Çehresi. Fatih matb. İst. 1975 s: 103. 6) Bammat, H:Garp Medeniyetinin Kuruluşunda Müslümanların Rolü, Bahar yay. İst. 1966 s: 20. 7) Bucaile, M: Kitab-ı Mukaddes, Kur’ân ve Bilim, Silm Matb. İzmir, 1981 s:175. 8) Danişmend, İ. H: İslâm Medeniyeti, Yağmur yay. İst. 1983 s: 18 – 20. 9) Durant, W: İslâm Medeniyeti, Tercüman 1001 temel eser. İst. s: 84 10)Gürkan, A: İslâm Kültürünün Garbı Medenlleştirmesi. Akçağ yay. İst. 1969 s:252, 256. 11)Hltti, P.K: Ulâm Tarihi. Boğaziçi yay. İst. 1980. 3/919 12)Hunke, S: İslâm Güneşi. Bedir Yay. İst. 1975 s: 18, 124, 461. 13)Keskioğlu, O: Müslümanların İlim ve Medeniyete Hizmetleri. Diyanet yay. Ank. s.63. 14)ülken, H.Z: İslâm Felsefesi, Selçuk yay. s: 304. 15)Zeydan, C: İslâm Medeniyeti Tarihi. Fatih yay. İst. 1976 1/3, 21. 16)Seyyid Ali Eşref, Hasan Bilgrami: İslâmi Üniversite Kavramı. Risale yay. İstanbul 1988 s: 43. 17)Davenport, J: Kur’ân ve Mesajı. Kültür Basım yay. birliği, İstanbul, 1988 S: 34-36.