Beynimizin; anlamak, delillerden bir sonuca ulaşmak istemesi; bu kainatı okuyup bir sonuca ulaşmamız gerektiğinin ispatıdır… (Sancaktar Tekkılıç)
Allah ın Varlığının İspatı-3
KAİNATTAKİ HERŞEY MUCİZE VE ALLAH’I (c.c.) ANLATIYOR;
“Tanrı’nın varlığını bilimsel delillerle ispatlayamıyorsam yoktur” diyen bilim adamına cevaben diyebiliriz ki: sahip olduğun bilgi seni bir yere ulaştırmıyorsa senin kitap yüklü eşekten farkın kalmaz. Bilgi sahibi olmak, sahip olduğu bilgileri birleştirip yorumlayarak yeni bilgiler üretmek insan beyninin özelliğidir. Teknolojide dahil günümüzdeki bütün bilimler insanın bu özelliği sayesinde vardır ve gelişmiştir. İnsan bu özelliği sayesinde doğruya, gerçeklere, kanunlara, teknolojiye ulaşır. İnsan bu özelliği gerçekleştirirken; düşünce, mantık, kıyaslama, çıkarım, hesaplama gibi beynin diğer özelliklerinin hepsini birlikte kullanır. İşte kainattaki bilgileri bu zihinsel yöntemlerle birleştirip yorumladığımızda Allah’ın varlığını, hikmetlerini, kainattaki yansımasını amacımızı ve cevaplanması gereken soruların cevabını buluruz. Örneğin bu kitaptaki; Allah’ın görünmemesinin mantıksal nedeni, varoluşun sebebi, varoluşun bilimsel açıklaması, insanın bu dünyaya; görmek, algılamak, düşünmek, sonuçlar elde etmek, amaca ulaşmak için geldiği… gibi bilgileri birleştirirsek Allah (c.c.)’ın varlığını esasında delillerle bilimsel şekilde ispatlamış oluruz.
Hadis-i şerif: “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır” (Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/127; Aclûnî, I/310)
Mealinde bir hadis vardır. Bu hadisi şöyle anlamak mümkündür: Zihni bir saat Allah’ın azametiyle meşgul etmek, onun isim ve sıfatlarının kâinattaki yansımalarına çevirmek, Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde çizilmiş hukukullah (Allah’ın koyduğu tabiat kanunları) ve hukuku’l-ibad (Allah ve kul hakkı) konusundaki taksiratını düşünmek, bir yıl nafile ibadet yapmaktan daha hayırlıdır. Demek düşündükçe bir yaratıcının olduğunu ve bu yaratıcının azametini anlıyoruz. Demek ki düşünce ve bilgi edinme özelliği en genel manada, Allah’ı bulmak onun yüceliğini anlamak için insanlara verilmiş.
Ankebut-19 –Peki o inkâr edenler dünyada gezerek Allah’ın, mahlukatı yoktan nasıl yarattığını, sonra da onu nasıl yenilediğini görmüyorlar mı? Şüphesiz ki bu işler, Allah’a göre kolaydır.
Kainatta hiçbir insan dışı olay, sebepsiz değildir ve kusursuz meydana gelmektedir. Bir karın yere düşmesinde sebepler neticesinde doğa olayları vardır ama asıl nedeni, insanın idrak edip düşünmesi tefekkür etmesidir. Çünkü idrak eden düşünen bir varlık olan insan olmasa var olan tüm bu güzellikler bir işe yaramaz bir kıymeti olmaz, çünkü o güzelliği yaşayacak olan yoktur.
Aliimran-190 – Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır. 191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!”
İnsan aslında büyük bir mucize ve mucizelerin içinde yaşıyor ama dünyevi meşgalelerden ve (bilhassa günümüz ahirzamanında) zevk deryasından çıkamadığından dolayı evrene genel bakıp düşünemiyor ve bu mucizeyi göremiyor. Dünya zevklerini ve nefislerini gözlerinde o kadar büyüttüklerinden, kainata at gözlüğüyle bakıp, dünyalık hedeflerinden başka bir şeyi ve büyük resmi göremeyen insanlar…
İnsan topluluğun içinde ıvır zıvırla meşgul olup onları düşünmekten daha büyük ve genel şeyleri düşünmeye imkan ve kafa bulamıyor. Onun için bazen yalnız, doğayla baş başa kalıp derin derin düşünmek lazım. Günümüz insanları eski insanlara göre yoğunlukları yüzünden daha az dünya hakkında genel düşünebiliyor, ahirete daha az zaman ayırıyorlar. Sistemler içinde bulunan insan, şu dünyadaki meşgalelere hem de sisteme uymak ve uydurmak zorunda olduğu meşgalelere, insan o kadar düşkünleşiyor ki şu sistemler cümbüşünü görmekten mahrum kalıyor. Günümüzde filozof olmamasının nedenlerinden biride bu; karmaşık hayat yüzünden genel şeylerin düşünülememesi. Çoğu insan iman hakikatlerine “Allah ne güzel yaratmış” diye bakmazda “ne güzelmiş” der.
Yusuf-105 – Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki, insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.
“Tanrı eserleri aracılığıyla bilinir.” (Isaac Newton)
Yakından bakıldığında dünyadaki her şey bilimsel olarak birbirine bağlı, her şeyin bir sebebi var ve bu durumda her şey normal gibi. Ama dünyaya uzaktan baktığımızda her şey mucize; hayatın olması dünyanın hayata elverişli olması, bilim, evren, insan, bir canlının hareket etmesi bile çok büyük bir mucize.
Şimdi bir bilgisayar oyunu düşünün. Bu oyunda çok acayip bir işleyiş bir sistem bir kurulum var. Değişik değişik yaratıklar vs. var. Hiç görmediğiniz bir yaşam var kısacası, bu dünyada gördüklerinizden bildiklerinizden çok farklı bir sistemi görüyorsunuz oyunda. Bu oyunu ilk gördüğünüzde çok şaşırıyorsunuz, “vay be oyundaki şu sisteme şu dünyaya bak” diyorsunuz. Hazırlayanın hayal gücüne maharetine hayret ediyorsunuz, hayran kalıyorsunuz. İşte ben aynı şeyleri bu dünya için düşünüyorum, hiç yokken doğduk ve bu dünyaya geldik ve zamanı geldiğinde de gideceğiz bu dünyadan. Bir anda kendimizi nasıl bir sistem içinde, nasıl bir program, nasıl bir düzen, nasıl bir varoluş içinde buluyoruz, bu çok acayip. Hiç yokken kendimiz bir anda tabiri caizse bir oyunun içinde buluyoruz. Her şey belli bir düzen içinde hatasız ve mucizevi bir şekilde işliyor. Ve bu kainatın en zeki varlığı olarak bilinen biz insanlar bu düzene karışmıyor, bu düzeni yönetmiyor, aksine bu düzen içinde bir parça konumunda hem hizmet ediyor, hem de bu düzen tarafından en büyük hizmeti biz görüyoruz. Kendi içimizdeki organları bile biz yönetmiyoruz. Ama bu kompleks sistem tıkır tıkır işliyor. Başıboş gibi kendi kendine dönüyor gibi görünen böyle bir düzen elbette başıboş kendi halinde değildir, onu yöneten vardır. Bu muhteşem düzeni kuran gene muhteşem bir şekilde bu düzeni işletiyor. İşte dünyaya ve insana bu pencereden bu düşünceyle baktığınızda her şey o kadar şaşırtıcı geliyor ki dünyayı bambaşka görüyorsunuz. Aksine böyle bir sistemin tesadüfen boşu boşuna oluştuğunu düşünmek ise insanın içinde ürkütücü derin bir karanlık oluşturuyor. İşte dünya bir oyun gibi, kuralları da oyunu kuran hazırlamış ve kurallara uyan kazanıyor. Kurallarda bize bildirilmiş, tek gereken uymak.
Lokman-20 – Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi gark etmiş? Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
Araf-10 – Şu bir gerçektir ki ey insanlar, Biz sizi dünyaya yerleştirip orada size hakimiyet verdik! Orada sizin için birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! 185 – Hiç düşünmezler mi göklerin ve yerin hükümranlığını, o muazzam saltanatı? Düşünmezler mi Allah’ın yarattığı herhangi bir mahlûktaki ilahî düzenlemeyi? Onu da düşünmezlerse bari ecellerinin yaklaşmış olabileceği ihtimalini? O halde buna iman etmedikten sonra, daha hangi söze inanırlar?
“Gerçek Dünya’da sonsuz yoğunluk haline eşit hiçbir şey olamaz, eğer herhangi bir kütlesi olan cisimse, o zaman sonsuz yoğun olamaz. Hoyle’un işaret ettiği gibi durağan-durum modeli, maddenin yokluktan yaratılmasını gerektirir; fakat Büyük Patlama da aynısını gerektirir; çünkü eğer genişlemeyi zamanda geriye doğru takip edersek evrenin hiçliğe kapandığını görürüz. İşte bu sonsuz yoğunluktur. Büyük Patlama modelinin tam olarak mânası ve gereği yoktan yaratılıştır.” ( Teolog ve felsefeci William Lane Craig)
Bilimsel araştırmalarda evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yer-çekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaşamı için tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulunmuştur. Bilim adamları, bugün olağan üstü yaratılışa “Anthropic Principle” adını vermektedir. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla yaratılmıştır. Evrendeki tabiat düzeni ve ekosistem insanın lehine hareket eder.
Evrendeki canlı veya cansız bütün maddeleri etkileyen değişmez kurallar vardır. İşte bu değişmez kurallar, evreninde içinde barındırdığı canlılar gibi, kusursuz bir tasarımla yaratıldığını gösteren delillerdir. Bu tasarım, bu amaç, tasarımcı müessir bir gücün (Allah’ın) varlığını gösterir. Böyle tasarım ve amaç olmasaydı, evrendeki sistem olmazdı ve hiç bir canlı yaşayamazdı. Evrendeki düzeni sağlayan tüm bu fizik yasaları ve değişmez kuralları koyan ancak, canlı, şuurlu ve üstün akıl sahibi madde üstü güçlü bir varlık (Allah) olabilir. Evrenin ilk maddesine, müessir güç müdahale etmemiş olsaydı, hep yerinde ve aynı konumda kalacaktı. Halbuki ilk madde değişe değişe bugünkü duruma gelmiştir. Bu mükemmel duruma gelen cansız, şuursuz madde, bir dış müdahalenin sonucudur. O dış müdahaleci madde ötesinde olan, maddenin oluşum ve değişmesine sebep olan etkin bir güçtür.(Allah’tır).
*Fizikçi Freeman J. Dyson evren-insan uyumuna şu sözleri ile dikkat çekmektedir: Evrenin derinliklerine bakıp, fizik ve astronomide bizim yararımıza çalışan birçok rastlantıyı fark edince, evren, bir anlamda, sanki önceden bizim geleceğimizi biliyormuş gibi görünüyor.
*Meşhur fizikçi Ian G. Barbour’un da dikkat çektiği gibi: Antropik İlke, bir zamanlar doğal teolojide de aranan Tanrı’nın varlığının nihai bir kanıtını sunmaktadır. Fiziksel sabitelerin hassas bir şekilde ayarlanmış olması sonucu yaşam ve bilincin ortaya çıkması ancak akıllı ve amaçlı bir Tanrı’nın varlığıyla anlam kazanabilir.
*Stephen Hawking (Astrofizikçi): Bilim yasaları, şimdi bildiğimiz biçimiyle, elektronun elektrik yükünün niceliği ve proton ve elektronun kütlelerinin oranı gibi pek çok temel sayı içerir… Şaşılası gerçek ise bu sayıların değerlerinin yaşamın gelişimini olanaklı kılmak için çok ince ayar edilmiş gibi gözükmesidir.
Mülk-3-4 – Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Her hangi bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak! Gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.
Her şey insan lehine: Güneş sistemi ile dünya gezegenimiz arasındaki mesafe yaklaşık 150 milyon km.dir. Eğer ikisi arasındaki mesafe şimdikinden biraz yakın olsaydı, güneş dünyamızı yakar ve kül ederdi. Eğer mesafe biraz daha uzak olsaydı, dünya üzerinde yaşam olamayacak derecede dondurucu olurdu ve her iki durumda da yaşam olmazdı. Soruyorum; lehimize olan bu oranı helyum ve hidrojen gazından oluşan cansız, şuursuz bu enerji kütlesi mi bizi düşündü? Yoksa bu oran rastlantı sonucu mu? Ki diğer her iki durum da olabilirdi. Niye öyle olmadı da sadece lehimize oldu? Yoksa yaşamamız için aralarındaki mevcut oranı bizi düşünen ve o güneş sistemini ilk durumundan bugünkü duruma getiren etkin, canlı, şuurlu, madde ötesi bir güç mü var? Elbette var. Yoksa, güneş sistemi bize daha yakın veya daha uzak ta olabilirdi ve o zaman hiç birimiz yaşayamazdı. 2-Havada ki oksijen oranı yüzde yirmi birlerde bulunuyor. Yaşam için de bu oran gerekir, fazlası-da,azı da bizim ve bütün canlıların aleyhine olurdu.Yani oksijen oranı şuan ki durumdan daha çok yüksek olsaydı,bir şimşeğin çakmasıyla dünyamızı saracak büyük bir yangınla karşılaşırdık. Hava da ki oksijen oranı şuan ki mevcut orandan daha çok düşük olsaydı, yeteri kadar oksijen alamadığımızdan hiç birimiz yaşayamazdı. Soruyorum; ormanlar ve oksijen mi bizi düşündü? Fizik kurallarının bu denli lehimize işlenmesi, bu evreni yaratan, yaşatan ve bu fizik kurallarını yerleştiren, üstün akıl sahibi etkin bir gücün (Allah’ın) varlığının delilidir.
Fizikçi Paul Davies ise şunları söylemektedir: “Evrende bilinçli yaşamın oluşması için gerekli doğa kanunlarının hassas ayarı, açıkça Tanrı’nın evreni böyle bir hayat ve bilincin gelişmesi için tasarladığı sonucunu çıkarır. Bu demek oluyor ki, evrendeki varlığımız Tanrı’nın planının merkezi bir parçasıdır.”
Astrofizikçi John A. Wheeler de, bu gerçeklerin Antropik Kozmoloji Prensibi’nin ana esasları olduğunu şu şekilde ifade eder: “Evrenin temel yapı özellikleri ‘hayata imkân verecek şekilde’ ve mükemmel bir incelikle ayarlanmıştır. Evrenin yaratılışından itibaren bütün oluşumlar, insanı ortaya çıkaracak bir tarzda gerçekleştirilmiştir. İnsansız bir evren ne mâna ifade ederdi? Fiziğin ortaya koyduğu gerçekler insanın evrende oldukça özel bir yeri olduğunu gösterir. İdrâk sahibi zeki gözlemciler topluluğu bulunmadan evrenin bir anlam ve önem taşıması tasavvur dahi edilemez”
İhtiyaç ve denge: İnsanın sahip olduğu ve kainatta bulunan her maddeye insanın ihtiyacı vardır. Bu maddelerden biri (mesela bir element) olmasa kainatın işleyişi bozulur kaos oluşurdu. Gene öyle yaratılmışız ki hiçbir zaman dünyada yaratılmış bir şey (örn. Elimiz) hakkında “bu ne, bu ne biçim cisim, uzuv şöyle olsaydı daha iyi olurdu diyemiyoruz.” İhtiyacımız olan bu maddeler hakkında şöyle olsaydı daha iyi olurdu diyemiyoruz. Dünyanın açısı şu kadar olsa, güneş dünyaya şu kadar uzaklıkta olsa diyemiyoruz, çünkü Allah öyle dengeli yaratmış ki bir şeyin olmamasını bırakın o şeyin dengesinin birazcık sağa ya da sola kayması sistemi altüst ediyor. Bir meyveyi yediğimizde tadı şöyle olsaydı içinde şu vitamin falanda bulunsaydı daha güzel olurdu diyemiyoruz. Bizi yaratan büyük güç hayalimizin sınırlarını aşan, düşünemeyeceğimiz ama gene kendimize hoş güzel gelen nimetleri bize karşılıksız vermiş.
Bedenimizin tamamı bir yana, sadece baş parmağımız olmasaydı teknik ve medeniyet ortaya çıkmazdı. Gerçekten de, bütün buluşlar, keşifler, sanatlar bir yönüyle, baş parmağa bağlı. O da diğer parmaklarla yan yana gelseydi, ne kalem tutabilirdik, ne kaşık, ne de çekiç. İnsan olarak sahip olduğumuz herşeyi küçümsüyoruz önemsemiyoruz, hakkında düşünmüyoruz ama var olan herşey bu örnekteki gibi ufak gibi görünen çok önemli şeyler.
“Yaşamın inanılmaz farklılığına ve kompleksliğine bakıyorsun ve şu kaçınılmaz soru geliyor aklına: Bütün bunların var oluşuna ne sebep oldu? Yaşamın ortaya çıkmasına neden olan şey basit bir tesadüf ve yönlendirilmemiş doğal güçler miydi? Bir plan bir amaç bir tasarım akıllı bir amaçtan kaynaklanan bir tasarım mı vardı? Esas sorunun bu olduğunu düşünüyorum.” (Paul Nelson )
Rüzgarlar olmasaydı, ateş olmasaydı, fotosentez yapan canlılar olmasaydı… insan nasıl yaşardı?
Vakıa- 58-59 – Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz? 68 – Peki içtiğiniz suya ne dersiniz? 69 – Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa Biz mi? 70 – Dileseydik onu tuzlu da yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? 71 – Peki, yakmakta olduğunuz ateşe ne dersiniz? 72 – Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?
İsraf başıboşluğun güçsüzlüğün ve iktidarsızlığın eseridir. O sebeple kainatta israf yoktur. Çünkü kainat Allah’ın kontrolündedir.
Örneğin; spermler çeşit çeşittir. Kimi uzun kimi kısa, kimi güçlü kimi zayıf, kimi tek başlı kimi iki başlı, kiminin başı dolgun kiminin dolaşıktır. Başlangıçta yumurtacığı aşılamak üzere yola çıkan sperm sayısı yüzlerce milyonu bulurken sonunda bu sayı beş yüze iner. Ama bu ölen spermlerde boşuna değildir. Çünkü ölen spermlerin çözülen cesetleri yumurtacığın kalın kabuğunu eritir, böylece spermlerden biri bu incelmiş cidardan içeri geçerek yumurtacıkla birleşir ve insanı oluşturur.
Kainattaki kırmızı, sarı, yeşil, mavi renkler bile bizim gözümüze ne kadar hoş gelmektedir. Kainat bu renkler sayesinde renkli cıvıl cıvıldır.
Hem madde, hem maddede sanat, hem kompleks bir fabrika hem de bu fabrikada nizam ve intizam, işleyişte kusursuzluk varsa muhakkak bir usta da vardır.
“Evrendeki fizik kanunları çok büyük bir dehanın ürünü gibi görünüyor.” (Prof. Roger Penrose)
Belgesellerde insan vücudu-biyolojisi anlatılırken gördüğüm muhteşem inşa karşısında; aman Allahım bu ben miyim diyorum. Bütün bu esrarengiz karmaşık ve kusursuz olaylar benim vücudumun içinde mi gerçekleşiyor. Biyolojik olarak hiçbir sıkıntı çekmediğimiz zamanlar ben bu belgesellerde anlatılanları içimde yaşıyor muyum? Vücudumuzda gerekleşen bu kompleks, gerçekleşmesi çok zor ve büyük mühendislik zekası, kabiliyeti gerektiren olaylara rağmen sağlıklı insan sayısı ne kadarda fazla. Öyle ki hasta olmamız bize anormal geliyor, halbuki sağlıklı olduğumuz zamanlar anormal ve anormal derecede daha uzun zaman sağlıklıyız. Sadece gözyaşı salgılanmasa gözümüz ağrıdan duramaz, bir yanak kaslarımızdan yalnız biri felç olsa yemek yiyemeyiz.
Vücudumuzda sağlıklı kalmamızı sağlayacak bizim aklımıza hayalimize gelmeyen binlerce parametre sistem var. Organlarımız bu karmakarışık vücut yapımız ve işleyişine rağmen birbiriyle bağlantılı ve son derece uyumlu şekilde çalışıyor. Vücudumuzdaki trilyonlarca hücre, o hücrelerin içindeki organaller hepsi bir kumandandan emir almış askerler gibi işlerinin aksatmadan titiz ve uyumlu şekilde akılları varmış gibi görevlerini yapıyor, insanın iç işlerini görüyor. Organlarımızın işleyişi hem mükemmeldir hem de gayriiradidir. Aksini düşünsenize…
İnsan-28 – Onları yaratan ve organlarını birbirine bağlayan ve onlara bu sağlam bünyeyi veren Biz’iz. Dilediğimiz vakit elbette onların yerine başkalarını getirebiliriz.
Beled-8 –Biz ona görmesi için gözler, 9 – Gönlüne tercüman olacak bir dil ve dudaklar, vermedik mi?
Vücudumda onlarca sistemi üst üste koyan ve tıpkı bir ülkedeki onca farklı görevi olan onca devlet biriminin beraber ve düzenli, kolektif, uyumlu, işlerini aksatmadan çalışması gibi tüm bu sistemleri birbiriyle uyumlu şekilde çalıştıran, bunun yanında bu sistemlerin çalışmalarını bize hissettirmeyen, bizi biçimce güzel ve rahat kılan Allah ne büyük mühendistir.
Acıyı, zevki hissetmemiz için derimizdeki sinir hücreleri, burnumuzda koku alabilmemizi sağlayacak koku reseptörleri, 3 boyutlu fotoğraf makinesi görevi gören, çektiği videoyu anında beyine gönderen ve uygun tepkiyi vermemizi sağlayan gözümüzdeki hücreler, kas sistemi, iskelet sistemi, sinir sistemi, dolaşım, boşalım, solunum, üreme ve lenf(bağışıklık savunma) sistemi, her türlü tadı zevki alan hisseden; ağzımız, dilimiz, dişlerimiz, damağımız en uygun şekilde dizayn edilmiş ve insanın hizmetine verilmiştir. Kalp, karaciğer, akciğer, böbrek, soluk borusu, yemek borusu, dalak, ince kalın bağırsaklar, kan damarları ve diğer bütün organlarımız sayısız görevleriyle vücudumuza uygun yaratılmış, besinlerdeki; protein, vitamin, mineral, su, yağ, nişasta, şeker, madensel tuzları vücudumuzda hücre hücre paylaştırır ve yaşamımızı devam ettirmemizi, enerjiye harekete sahip olmamızı sağlar, tüm bunlar vücudumuzda olurken insan ya hiçbir şey hissetmez ya da zevk alır. Gerekli ve uygun hareketleri yapmamızı sağlayacak kas ve iskelet sistemimizle yürür, koşar, elimizle şekil verir hareket ettirir oturur yatar, ayakta bekler, hoplar, zıplar gereken her şeyi yaparız. Derimiz yararlı maddeleri geçirir zararlıları atar, derimizdeki kılların bile görevi vardır. Ve daha nice mucizevi biyolojik olaylar vücudumuzda zuhur etmektedir.
Antik dönemin meşhur filozofu Sokrates de tasarıma dikkat çekmiş ve şöyle söylemiştir: “Buna hayran kalmamak mümkün mü? Yemeklerin yolculuğuna başladığı ağzımız, gözlere ve buruna özellikle yakın bulunmaktadır, böylece beslenmeye uygun olmayan şeylerin ağza atılmasını engellemiş olur. Ve sen Aristodemus hâlâ şüphede misin ki, bu parçaların düzeni bir tesadüf eseri değildir ve gizli, akıllı bir tasarımın aklıdır.”
Hepimize dış dünyayı gerektiği kadar orantılı şekilde algılamamız için göz, kulak, burun, ağız, his donanımları verilmiş. Bunlar bizlere güzel görünecek biçimde, güzel duracak yerlere yerleştirilmiş. Herkese; akıl, düşünme, strateji geliştirme, bunları uygulama yetenekleri ve yetkileri verilmiş. Bir şey hakkında bilgi sahibi olma, o bilgiyi ezberleme, o bilgi hakkında düşünme, yorum yapma yeteneği, ağzımızın ses çıkarma özelliği ve kulağımızın bu sesleri duyma özelliğiyle ve bilgiden doğan bu düşüncelerimizi konuşma fiiline dökebilmemiz sayesinde ve duyduğumuz seslerin zihnimizde belirttiği objeler sayesinde, bizim gibi mükemmel yaratılışta olan insanlarla iletişim kurabiliyoruz. Gene iletişim kurabilmemiz için birbirimize sevgi ve gönül bağı duyuyoruz ki saydığımız özelliklerin biri olmasa dünyada iletişim diye bir şey olmaz, bu koca dünyada yalnız kalırdık. Bu iletişim, hangi sesin zihnimizde hangi objeye tekabül edeceği bilgilerini de herhangi bir çaba sarf etmeden küçüklüğümüzde konuşabilecek yaşa gelinceye kadar öğrenmiş oluyoruz.
Rahman-3-4 – İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.
Ondan sonra hayat sınavında bilmemiz gereken şeyleri öğrenmemiz için bize verilmiş olan merak duygusunu kullanarak sürekli büyüklerimize sorular soruyoruz bilgiler topluyoruz. Sonra gene bu iletişim yetimizle diğer insanlarla fikir alışverişinde bulunabiliyoruz. Bu fikir alışverişiyle gene tüm insanlarda mükemmel bir şekilde aynı olan fıtrat, ortak kanaat vicdan mekanizmalarımızla ortak yargılara sonuçlara varabiliyor, aynı düşünceleri paylaşır hale gelebiliyoruz. Bu ortak kanaat ile hareket edebilme ve materyallere şekil verebilme bilgimiz ve gücümüz ile aynı zamanda materyallerinde şekil verilebilir şekilde yaratılmış olması ile o materyalleri kullanıp kendimiz için gerekli olan eşyaları üretebiliyoruz ya da ortak düşünce gerektiren takım çalışmasıyla yapılabilecek işleri yapabiliyoruz. Üreteceğimiz eşya için aklımızı ve bilgilerimizi kullanıp plan yapıyor mühendislik yapıyoruz. Yapacağımız eşya için en uygun malzemeleri de doğada bulabiliyoruz. Toplum olarak anlaşma ve iş paylaşımı sayesinde gelişip ihtiyaçlarımızı mutlu bir şekilde karşılayabiliyoruz. (Bunlar olmasaydı tüm insanlar tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılamaya çalışsaydı hayat ne kadar zor olurdu.) dikkat etme mekanizmamız sayesinde kendimizi koruyabiliyor, işlerimizde daha titiz davranabiliyoruz. Rekabet mekanizmamız sayesinde birbirimizle iyi işlerde çalışıp kendimizi ve dünyamızı geliştirebiliyoruz. Hareket mekanizmamız sayesinde sınırsız işlem yapabilme özelliğine sahibiz. Gene Allah her şeyin çözümünü vermiş; araştırın bulun uygulayın demiş, her şeyin gelişmesini sağlamış önünü açık bırakmış, çalışanın kazanmasını sağlamış. Her şeyi birbiriyle uyumlu, istediğimiz gibi vermiş ve istediğimizi yapabilmemizi sağlamış. insandaki irade ve bu irade ile istediği şeyleri meydana getirecek hareket ettirebildiği bir vücut, gene bu vücudun istediğimiz şeyleri yapmaya uygun dizayn edilmiş olması…Tüm bunlar rahmet ve nimet değil de nedir?
Rahman- 13 – O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
İnsan dünyaya karşı nasıl hisli olabiliyor, yaşayan bir canlı ama içe bakmıyor, iç organlarıyla ilgilenmiyor, kendi içişleriyle alakası yok, fakat iç organları sayesinde çevresine bakıyor, etrafındaki dağa, taşa, ormana, suya, güneşe bakıyor, hem onlara yani çevresindeki her şeye her olaya karşı iyi kötü hisler, duygular, düşünceler besliyor, kainatta var olan hiçbir şeye karşı boş ve alakasız değil. Ya seviyor mutlu oluyor ya sevmiyor üzülüyor, hatta var olan gördüğü doğa vs. her şey aslında ona güzel hoş sempatik geliyor, kendi görüntüsü fiziği bile… Yaşamak hoşuna gidiyor, sahip olduğu her uzvunu kullanmaktan mutluluk duyuyor, ayaklarıyla yürümekten, elleriyle dokunmaktan, diliyle tatmaktan, konuşmaktan, saçlarını tarayıp teşhir etmekten, gözlerinin renginden, soluduğu havadan güzel kokudan daha neler neler…
Nahl- 18 – Halbuki Allah’ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, mümkün değil, sayamazsınız.…
Bir kadın aşerdiğinde vücut sistemi hangi vitamini minareli isteyeceğini ve o vitamin mineralin hangi yiyecekte olduğunu nerden bilmektedir? Vücudumuza faydası olacak şeyleri canımız çekmektedir, zararlı olan şeyleri de canımız çekebilirdi. Canımız bizim suya ihtiyacımız olduğunu biliyor ve su istiyoruz. Vücudumuzun ihtiyacı kadar sudan içtikten sonra, canımız artık su istemez hale geliyor. Böyle olmasaydı su iştahımız kapanmasaydı su içmekten patlayabilirdik. Ardından bu su vücudumuzda gerekli yerlere biz hiçbir şey hissetmeden ve biz karışmadan taksim olunuyor. Fazla su; ter, solunum ve idrar ile zararlı maddeleri de yanına alarak gene bizim irademizin dışında vücuttan atılıyor.
İnsan ısınınca serinlemesi için vücudu su salgılayıp terletiyor ve vücudun serinlemesini sağlıyor gene üşüyünce sıcak kanı iç bölgelerde muhafaza ediyor, beyin kasların titremesini sağlıyor ve vücudu ısıtmaya çalışıyor. Bu sistemi var eden ve en nihayetinde doğum gibi ölümü de sağlayan güç her şeyi mucizelerle ve hikmetlere göre var etmiştir.
Bakara-164– Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda, Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.
Yediğimiz yemekten nasıl hem zevk hem vitamin ve ihtiyacımız olan besin maddelerini alıyoruz. Nasıl bu yiyecekler; duyguya, hormonlara bizi hayatta tutacak hareket ettirecek enerjiye dönüşüyor? Allah öyle yaratmış ki dünyadaki bütün doğal materyaller vücudumuza ve dünya sisteme faydalarının yanı sıra, dünyanın halifesi biz insanların duyu organlarımızın en az birine hoş gelmek kaydıyla; göze hoş, kulağa hoş, buruna hoş, ağza hoş, tenimize hoş geliyor. İhtiyaçlarımızı duyu organlarımızla uyumlu kılan tesadüfler midir?
Nahl-66 –Doğrusu davarlarda da size deliller vardır: Zira size onların karınlarındaki işkembe ile kan arasından, halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından âfiyetle geçer.
Çamurdan topraktan çeşit çeşit güzellikte lezzette çeşitli faydaları olan ve muhtaç olduğumuz meyve sebzeleri çıkaran Allah ne yücedir. Bataklıklardan kıymetsiz topraktan şerbet tulumu gibi; üzümü, karpuzu, narı yaratan Allah insanı da aynı bunun gibi çamurdan topraktan yaratmıştır.
Enam-99 – Gökten su indiren O’dur. Sonra Biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız. O bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zaman bakın! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler vardır.
Rad-3 – Hem O’dur ki yeri yaydı. Orada sağlam dağlar yükseltti, ırmaklar akıttı. Her meyvenin içinde iki eş yarattı. Sürekli olarak geceyi gündüze bürüyüp duruyor. Elbette bunlarda, iyice düşünen kimseler için, alacak nice dersler ve ibretler vardır.
Allah kainatı altın oranla yaratmıştır. Bir çok araştırmaya ve bilim adamına konu olan bu altın oran 1,618 ile ifade edilir ve yaratılan bütün her şey bu oran sayesinde hoş ve uygun görünümlü olmaktadır. Örneğin her insanın yüzü, gözü, dudakları, kirpiği, kaşı, burnu, saçı bu orana göre dizilmiştir ve bu orandan farklı olsaydı insanlar ucube gibi görünecekti. Kısacası altın oran güzelliğin ve estetiğin oranıdır.
Tin-4 – Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık…
Rad-8 – … Doğrusu O’nun katında her şey bir ölçü iledir.
Tegabün- 3 – Allah, gökleri ve yeri gerçek bir maksatla, hikmetle yarattı. Sizi tasvir edip yarattı, hem de size güzel güzel sûretler verdi. Dönüşünüz de O’na olacaktır.
Tam simetrik ve gereken şekilde 2 elimiz ayağımız var ya uzun kısa olsaydı, ya görüntüsü bozuk olsaydı ya yamuk ya da bir tane olsaydı ne yürüyebilir ne de görüntüsünü sevmediğimiz uzvumuzdan tiksinerek hayatımızı geçirirdik. İnsanda güzel şeyleri görme isteği vardır. İnsan psikolojisi çirkin, orantısız, değişik renkli, suretler gördüğünde kötü etkilenmektedir. Çevremizde doğal olarak yaratılan her şeyde ne hikmetse bizim istediğimiz gibi güzel görünmekte, altın oranla var olmaktadır.
İnsanda farklı olmak isteği vardır. Diğer insanlardan görünüşte farklı olmak isteriz, klonlanmış gibi birbirimizin aynısı olmak istemeyiz. Bir bakıyorsunuz ki insan DNA’sında şeklimizin farklı olmasını sağlayan genler var. O genler sayesinde görüntümüz farklı oluyor, bizim irademiz dışında, istediğimiz her şeye sahip olarak yaratılıyoruz. Bu uyum nasıl mümkün oluyor.
Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine birebir benzememektedir. Parmak izinden, tükürüğüne, genlerine kadar farklıdır. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.
“Tanrı üst düzey bir matemetikçidir ve evreni yaratırken ileri düzeyde matematik kullanmıştır” (Paul A.M. Dirac)
Öyle yaratılmışız ki biz karşı cinse nasıl muamelede bulunmaktan hoşlanıyorsak o da o muameleyi görmekten hoşlanıyor-cinsel organlar sanki birbiri için özel dizayn edilmiş, üreme hücreleri acaba tesadüfen mi birbiriyle uyumlu.
Rum-21 – O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır.
Şura-11 –O gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendi nefislerinizden eşler yarattığı gibi davarlara da eşler yarattı. O, bu düzen içinde sizi üretiyor.
Kainatta iradeli tek varlık olan insan bile ne maddenin temel yapıtaşı olan bir atomu yoktan var edebilir ne de canlının temel yapıtaşı olan bir tane hücreyi meydana getirebilir. Sisteme işleyişe hiçbir şekilde karışmayan insan kainattaki bu sistemin düzenin adeta sadece sefasını sürüyor, hiçbir şeye karışmadan rahat rahat yaşıyor.
Neml-60 – O nesneler mi üstün, yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için su indiren mi? Öyle bir su ki Biz onun sayesinde gözleri gönülleri açan pek güzel bahçeler bitirmekteyiz. Halbuki siz onun bir tek ağacını bile bitiremezdiniz. Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ama onlar haktan sapan bir gürûhtur.
Yasin-35 –Ta ki onun meyvelerinden yesinler, O meyveleri onlar yapmadılar, Hâla şükretmez mi onlar?
“Bu dev evreni,düzen ve uyum içinde yaratan,yaşatan kimdir.? Bir mikrobun hayatı bile bana, Allah’ı ispat etmeye yeter.” (Luıs P.UP)
İnsanın hiçbir etkisinin olmadığı bu sistemde su döngüsü, enerji döngüsü, besin zinciri var. Canlılar doğuştan yapması gereken ve yapmaması gereken şeyleri bilerek doğuyor ve doğal düzen ekosistem aksamadan işliyor.
Nahl-68-69 – Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!” Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır.
Bu denli uyumlu bir düzenin demek ki bir idarecisi var ve canlılara demiş ki; sen oksijen üreteceksin, sen bulutları taşıyıp su döngüsünü sağlayacaksın, sen suyu buharlaştıracak ısıyı dengeleyeceksin, sen ölüleri ayrıştıracak geri dönüştüreceksin, sen meyve sebze ve onların tohumlarını üreteceksin, sen giyinmek için yün deri ve beslenmek için proteini sütü üreteceksin,… Pirenin midesini kim tanzim etmiş, sineğin kanadını kim düzenlemişse, bu güneş sistemini yıldızları galaksileri de aynı zat tanzim etmiştir. En küçüğünden en büyüğüne tüm varlıkları birbirine uyumlu ve aynı sanatlı yapan aynı zattır. Gene bütün canlıların birbirinin yardımına koşmaları, sisteme uyumlu çalışmaları, insana hizmet vermeleri Allah’ın memurları olduklarını gösterir.
Yunus-31 –De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran. Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten. “Allah!” diyecekler, duraksamadan: De ki: “O halde sakınmaz mısınız O’nun cezasından?”
“Bilimle ciddi bir şekilde uğraşan herkes, doğanın kanunlarının insanoğlundan üstün ve karşısında tüm alçak gönüllülüğümüzle saygı duymamız gereken yüce bir Gücün varlığının tezahürü olduğuna inanır.” (Albert Einstein)
Rum-46 –O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Size rahmet eserlerini tattırması, emri ile gemilerin akıp gitmesi ve O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz için, rüzgârları müjdeci olarak göndermesidir.
Casiye-13 – Hem göklerde ve yerde ne varsa, hepsini Kendi tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize veren de O’dur. Elbette bunda düşünecek kimseler için ibretler vardır.
Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat’ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; gezegenimizde atmosfer, uzayda kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes’i göstermektedir. Kainat kendi kendisini temizlemeseydi canlılar kendi pisliği içinde boğulur giderdi.
Yunus-101 – De ki: “Göklerde ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza!” Fakat bunca işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?
“Yıldızların içinde meydana getirdikleri sonuçlar göz önüne alındığında nükleer fiziğin kanunları kasıtlı olarak tasarlanmıştır”… “üstün bir akıl, fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiştir.” (Peof. Fred Hoyle)
“Şuna hiç şüphe yok ki, dünyanın rasyonelliği ya da idrak edilebilirliğine duyulan dini sezgi benzeri inanç, üstün bir düzenin araştırıldığı bütün bilimsel çalışmaların ötesindedir… Kendisini deneyimler dünyasında ortaya koyan üstün akla duyulan, yoğun bir hisle örülmüş olan bu sarsılmaz inanç, benim Tanrı anlayışımı temsil etmektedir.” (Albert Einstein)
Nahl-5 –Allah davarları da yarattı. Bunlarda sizi soğuktan koruyan (deri, yün, kıl gibi) maddeler ve birçok faydalar vardır. Hem onların etlerini ve ürünlerini de yersiniz. 6 – Onları akşamleyin ağıllarına getirir, sabahleyin otlaklara götürürken bambaşka bir zevk alırsınız! 7 – Bunlar yüklerinizi taşırlar; öyle uzak diyarlara kadar götürürler ki, onlar olmaksızın, son derece zahmet ve meşakkat çekmeden varamazdınız oralara. Gerçekten, bunları size âmade kılan Rabbiniz pek şefkatlidir, rahmet ve ihsanı boldur. 8 – Hem binmeniz, hem de zinet olsun diye atlar, katırlar, merkepler yarattı. Hem sizin bilemeyeceğiniz daha neler neler yaratacak! 10 – O’dur ki gökten yağmur indirir. Hem içeceğiniz su ondan oluşur, hem de hayvanlarınızı içinde otlattığınız ot ve ağaçlar! 11 – Allah o su sayesinde sizin için ekinler, zeytinlikler, hurmalıklar, üzüm bağları ve çeşit çeşit meyveler yetiştirir. Elbette bunda düşünen kimseler için alınacak bir ders var! 12 – Hem geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay’ı sizin hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da O’nun emriyle size râm edilmiştir. Elbette aklını çalıştıran kimseler için bunda alınacak nice dersler var! 13 – Yeryüzünde türlü türlü renklerle, her çeşitten bitki ve hayvan olarak sizin için yarattığı daha neler neler var! Elbette bunda düşünen kimseler için alınacak ibret var. 14 – Yine O’dur ki denizi sizin hizmetinize verdi ki oradan taptaze et yiyesiniz ve takınıp kuşanacağınız zinet eşyası çıkarasınız. Denizde gemilerin suları yara yara akıp gittiklerini görürsün. Bütün bunlar Onun lutfedeceği nasibi aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir. 15 – Hem hareketiyle sizi sarsmasın diye, yeryüzüne ağır baskılar çaktı, sabit dağlar koydu. Amaçlarınıza ermeniz için ırmaklar, geçitler yerleştirdi. 16 –Yol bulmada yararlanacağınız daha birçok alametler, işaretler koydu. Yıldızlarla da bir kısım insanlar yol bulurlar. 18 – Halbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, mümkün değil, sayamazsınız. Gerçekten Rabbin gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). 79 – Gökyüzünün genişliğinde Allah’ın emrine râm olarak uçan kuşları görmezler mi? Bunları orada Allah’tan başkası tutmuyor. Elbette bunda iman edecek kimseler için çok deliller, çok işaretler vardır. 81 – Allah yarattığı şeylerin bir kısmında size gölgelikler, dağlarda da sizin için barınaklar yaptı. Sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar var etti. Böylece Allah üzerinizdeki nimetlerini tamamlar ki O’na teslimiyetle itaat edesiniz.
Düşünen bulur; İnsan yaratıcısını cüzi bir düşünme ile rahatlıkla bulabilir kavrayabilir. Çünkü dünyadaki her şeyde Allah’ın imzası vardır, yani evrendeki her şey mucizedir. Bir insan eğer yaratıcısı hakkında fikir beyan etmiyorsa düşünmüyor demektir. Düşüncesiz insanın ise hayvandan farkı yoktur. Yaratıcısının ona verdiği en yüce özelliği kullanmıyor hayatını boş yere harcıyor hayvanca yaşıyor demektir, çünkü insanla hayvanı birbirinden ayıran en büyük özellik düşünmedir. İnsan beyni Allah’ın varlığını çok rahat kavrayabilir ama Onun(c.c.) özelliklerini kavrayamaz.
Evrende hatta dünyada bir şey varsa mutlaka onun daha fazlası da olabilir. O zaman sonsuz olan Allah vardır ve sonsuz sıfatıyla sonsuz nimetlerden sonsuz tane yaratmaya kadirdir.
Bilim adamları, tabiatı, kainatı araştıran her insan diyor ki; bu kadar kompleks ve bu kadar büyük, üstelik görünen bir bilince sahip olmayan bir sistem nasıl oluyor da bu kadar muntazam işliyor. Bu işleyiş bütünü ve bilhassa büyüklük, komplekslilik, düzen görenleri büyülüyor ve bize Allah’ı ayan beyan gösteriyor.
Kişisel gelişim kitapları yazanlar insanın nasıl bir formda varlık olduğunu ve insanı bu formda yaratanı ve o yaratanın nasıl bir güç olduğunu düşünmüyorlar mı? Düşünce ve ruhsal alanda gelişim adına kitap yazan yazarlar insanın bu düzen ve bu ayarda nasıl var olduğunu düşünmüyorlar mı?
Doğanın güzelliklerini, hayatın tadını, yaşamın zevkini şarkılarında söyleyen bir şarkıcı; bu dünyanın nasıl bizim zevklerimize göre döşendiğini düşünmez mi? Nasıl bir gücün bunları yarattığını düşünmez mi?
Bir bilim adamı; canlılar arasındaki düzeni, uyumu ve bu canlıların kompleksliğini anlattığı makalesinde, tüm bunları yaratan yaratıcının büyüklüğünden düştüğü hayreti yazmazsa büyük bir mevcudiyeti görmezden gelmiş olmaz mı?
Fatır-28 –…Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı lâzım geldiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir).
Sonuç itibariyle tüm bu sistem yaratılış ve yaratılıştaki akıl almaz işleyiş, düzen, kusursuzluk, sabit kanunlar, mucizevi dengeler, canlılık, olaylar ve sayılamayacak tüm bu olgular Allah’ın varlığının, birliğinin ve büyüklüğünün ispatıdır. İnsan, kendi varlığına hayret edlp şaşıracağına (Allah’ın varlığına zaten delillerden dolayı kesin gözüyle bakacağına), Allah’ın var olmasına şaşırıyor hayret ediyor, Allah’ın varlığı hakkında tartışıyor.
Hakkını ver!: Bir şeyler yapmanın, harekete geçme dürtülerinin amacı, istemenin amacı; sahip olduklarının hakkını vermektir. Bilgi elde etmenin, inanmanın amacı bunların hakkını vermek doğru şekilde kullanmaktır. Vücudunda akıl alıcı yapıda bulunan, mucizevi şekilde var olan çalışan hücrelerinin organlarının, sisteminin, beyninin, ruhunun hakkı anlamaktır, düşünmek doğruyu bulmaktır, hak yolda sabırla ilerlemektir. Ey tembel tembel oturan insan! Sen Karun hazinelerinin üzerine oturmuş o hazineyi kullanmadan bekliyorsun, sağdaki soldaki çakıl, okey taşlarıyla oyunlar oynayıp vakit geçiriyorsun. Sahip olduklarının kıymetini anla, hakkını ver! Sahip olduğun her şeyin hakkını verebilmen doğru yolda kullanman İslam’a intibak etmen ile mümkündür.