7-İNSANIN YARATILIŞ FARKLILIĞI, DOĞUŞTAN DEZAVANTAJLI OLMASINA AHİRETİ DOĞUŞTAN KAYBETMESİNE SEBEP OLUR MU?
İnternetten aynen kopyaladığım bir yorum:
Yani diyor ki; Allah hem beni istemeden yaratıyor, ben istemeden bana bazı özellikler, farklılıklar veriyor. Sonrada benim iradem dışında olan bu olgulardan dolayı beni yargılıyor. Bu doğru mudur? İnsanın yaratılış farklılığı, yaratıldığı ortamın koşulları, başına gelenler vs. insanın öbür dünyadaki hali açısından olumsuz bir durum oluşturur mu?
Herkes elindekilerden ve yapabileceklerinden sorumludur:
Farklılıkları: 1- Zeka seviyesi, 2- Sağlık durumu (sakatlık), 3- Şans(nasip), 4- Başımıza gelen zor, kötü olaylar, 5-Irk, kültür, coğrafya şeklinde sıralayabiliriz.
Öncelikle kimse yaratılmış olmaktan mutsuz rahatsız değil. İnsan her şeye kötü gözle bakmadığı sürece hayatında yaptığı her şeyden haz alıyor, kısaca insan dünyayı, yaşamayı varolmayı seviyor. Kimse yaratılmış olmaktan rahatsız değil ve insanların doğuştan ya da sonradan sahip olduğu tüm bu farklılıklar hatta adaletsizlikler, imtihan dünyasının gerekliliklerindendir, olmazsa olmazlarıdır. Yani dünyada herkes aynı ve mutlu mesut yaşıyor olsaydı dünyanın bir amacı, gelip ölmekten başka bir mantığı yani imtihan özelliği olmazdı. Kimse daha iyi olmak için gayret etmezdi, yarışmaz, çalışıp çabalamazdı, farklılıklar olmasa dünyaya yön veren kalkındıran bu hareketlilik olmazdı. Öyleyse insanlardaki farklılıkların varlığına kimse itiraz edemez, ortam bu durumu gerektirmektedir.
1)İnsanlardaki zeka seviyesi farklılığı; Dünyada her şey zıttıyla vardır. Yani hiç aptal olmasa zeki diye bir kavramda olmayacaktı. Zıtlıklar hayata imtihan olur ve renk katar, fabrikasyon bir yaşam sürmemizi engeller. Bizim kötüyü görerek elimizdeki nimetlerin farkında olmamızı sağlar. İyinin olması için kötü gerekli bir kavramdır. Topluma bakıldığında genel olarak insanların ıq seviyeleri belli bir ortalamadadır. Yani zeka seviyeleri arasında uçurumlar yoktur. Herkes herkesle konuşup anlaşabilmektedir. Zaten ıq seviyeleri düşük dediğimiz insanlar beyinlerini kullanmadıklarından (kendi istekleriyle) beyinleri bir nebze körelmiştir, çalışması zordur ve o nedenle bazen akılları basmaz. Ama en düşük zekalı bir çocuk bile o aklıyla Allah’ın varlığını kavrayabilir, bir bilim adamı da zaten Allah’ı ayan beyan görür gibi inanır. Akıl hastalığı olanlar ise zaten dinen mesul değillerdir onlar bu dünyaya ibret, inanan sağlıklı insanlar için şükür nedeni ve tüm insanlar için imtihan olsun diye gönderilmişler ve doğuştan cennetliktirler.
2) Sakatlıklar ve hastalıklar inançlı insan için çok büyük sevap ve derece alma kaynağıdır. Bir kolu sakat olan bir insanın diğer insanlardan nimet olarak farkı; diğer insanlar trilyon nimete sahipse, kolu olmayan insan trilyon eksi 1 nimete sahiptir. Ama insan nankördür. Hem Allah her insana kaldırabileceği oranda yük yükler, yapabileceklerinden sorumlu tutar. (bakınız: Allah ya imtihanlarla ya da cehennemde illa acı çekmemizi mi istiyor?)
3) Şans nasip ya da insanın dünyada başına gelen talihsiz olaylara gelince; bunların hiçbiri öbür dünya için olumsuzluk değildir hepsi avantajdır. Çünkü insan imtihana muhtaçtır, ancak imtihanla güçlenip bu dünyadan bir şeyler elde edecektir. Özellikle çekilen sıkıntılar, insan Allah’a isyan etmediği müddetçe günahlarına kefarettir ve birkaç günlük sıkıntı musibet sonsuz yaşamında ona güzellik sağlar. Allah’ta zaten kulunu isyan ettirecek kadar kulunun kaldırabileceğinden fazla dert yüklemez. Nitekim bugün en büyük acıların sefaletin yaşandığı ülkelere bakıyoruz %90’ı Müslüman ülkeler, belki tembelliklerinden, belki zalim liderler ve zalim ülkelerden dolayı o duruma düşmüşler ama sıkıntıyı çekenlerin çoğu Müslüman, yani o acıları kaldırabilecek insanlar. Ama(istisnalar dışında) geneli inançsız insanların ülkelerine bakıyorsunuz zevk sefa içinde, o kadar ki daha fazla zevk alalım diye ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
4) Diyebilirsiniz ki; bazen insanın elinde olmadan başına öyle şeyler geliyor ki insan mecburen kötü yola düşüyor kötülük yapmak zorunda kalıyor. Eğer bu durum insanı günaha sokuyorsa bu(haşa) Allah’ın adaletine yakışır mı? Cevap: Allah insanı yapmakta zorunlu olduğu kötülüklerden dolayı sorumlu tutmaz. Örneğin: Zorla zina ettirilen kadına günah yoktur, açken helal yiyecek yoksa yeterli miktarda haram yenilebilir, can güvenliği yoksa din saklanabilir namaz gizli kılınabilir, akıl hastaları aklı ermeyen çocuklar dinin emirlerinden muaftır, parası veya imkanı olmayan hacca gitmez zekat vermez kurban kesmez, hatara istemeden yapılan yanlışlıklardan dolayı kişi mesul değildir yanlışlıkla birini öldürse bile… Yani Allah bizi zor durumda bırakmıyor. Başımıza gelen türlü durumlara karşı yapılması gereken en doğru davranış yol tutum neyse onu yapmamız emrediliyor. Yani esasında zorunlu hallerde yapılan kötü gibi görünen işler esasında kötülük değildir. (bakınız: Allah ya imtihanlarla ya da cehennemde acı çekmemizi mi istiyor?)
Enam-119 – Kesilirken üzerlerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etlerinden niçin yemiyecekmişsiniz?O, zaten size haram kıldığı etleri açıkça bildirmiştir; ancak çaresiz kalıp da zaruret mikdarı yemeniz müstesnadır….
Nisa-92 – Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak yanlışlıkla olursa başka. Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse, mümin bir esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka…
Nur-33 –Dünya hayatının geçici metâını elde etmek için, sakın cariyelerinizi -hele iffetli olmak isterlerse- fuhşa zorlamayın. Her kim onları fuhşa zorlarsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Bakara- 184 – Oruç sayılı günlerdedir.Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.Oruç tutamayanlara fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak miktardır.Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır.Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.219-…Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın. Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz.233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir. Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz. Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Aliimran-97 – Orada apaçık alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur. Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.
Müzemmil-20-… O sizin bu gece ibadetini gözetemeyeceğinizi bildiği için, lütuf ve merhametiyle size yeniden bakıp muaf tuttu. Artık Kur’ân’dan kolayınıza gelen miktarı okuyun. Allah bilmektedir ki aranızda hastalananlar olacaktır. Kimileri Allah’ın lütfundan nasiplerini aramak için yol tepecek, dünyanın çeşitli yerlerinde dolaşacaklardır. Bazıları Allah yolunda muharebe için sefere çıkacaklardır. Haydi artık Kur’ân’dan, kolayınıza gelen miktarı okuyun. …
Hatta inancı çok sağlam insanlar için kötülük yapıp yapmamanın, bulunulan sosyal ortam durum vs ile de ilgisi yoktur. İnancı her şeyin önüne geçmiş bulunan insanlara göre şartlar ne olursa olsun kötülük yapılmasına gerek yoktur ve doğru olan yapılmalıdır. Gerçek erdemlilik budur. Gerçek erdemlilik hiçbir şartın koşulun kendisini engelleyemediği erdemliliktir. Gerçek iyilik zor şartlarda yapılan iyiliktir.
Normalde bizi öldürmeye çalışan birini nefsi müdafa amacıyla engellemek için öldürebiliriz bu dinen caizdir ama Habil kardeşi Kabil’e: “Sen beni öldürmeye yeltensen de ben sana elimi kaldırmayacağım” demiştir. Kardeşini öldürme kötülüğünü ne olursa olsun yapmamıştır.
İslam’dan dönmesi için işkence yapılıp öldürülecekken dilinin ucuyla Allah’ı inkar edip öldürülmekten kurtulan sahabe Efendilerimiz eden biri, inkar lafın ıdilinin ucuyla söyleyip kalpten söylemediği için affedilmiştir, ama işkenceler altında dilinin ucuyla dahi Allah’ı inkar etmeyen orada şehit olan sahabelerde vardır. Bu ikisinin kazandıkları farklıdır.
Hz. Ömer: “Doğruluk seni öldürse bile ondan ayrılma”demiştir ve kendiside bu doğrultuda yaşamıştır.
Allah zor şartlarda kötülük işlemeye izin vermiştir ama yüksek iradeli insanlar kendi nefislerinin zararınada olsa zor şartlarda da iyilik yapmayı tercih etmişlerdir ve bu zor işin mükafatını alacaklardır.
Kötü çocukluk geçirmiş olanlar kötü bir kişiliğe mi sahip olurlar?
Bir çocuğun gelişip büyüdüğü aile yapısı yüzünden kötü bir birey olması konusuna değinecek olursak; 1.Öncelikle çocuklar yeni durumlara uymakta güçlük çekmezler, çabuk öğrenirler, kötü olayları, şayet çok yaralayıcı değilse çabuk unuturlar. Bununla birlikte İngiliz uzmanlar, çocukluk döneminde kötü muamele görmenin sürekli devam eden depresyon olaylarının gelişmesi riskini iki kat arttırabileceği konusunda uyarıyor. Çocukluk döneminde yaşanan kötü olaylarla birlikte geçirilen travmalar yetişkinlikte çoğul kişilik bozukluğuna yol açabiliyor.
Yani ailesinden aşırı şiddet vb. kötülük görmüş, kötü çocukluk geçirmiş bir şahıs ya psikolojisi bozulur delirir ki bu çok uçuk olaylarda çok nadir görünen bir durumdur, böyle bir durumda kişi akli melekelerini yitirdiğinden Allah katında sorumlu olmaz. Eğer aklını kaybetmez ama üzüntüsünü acısını hep yaşarsa zaten herkesin bu dünyada unutamadığı acılar illaki olacaktır. Acılar; imtihanın, yaşamın gerekliliklerindendir. Hem dünyada çekilen az bir sıkıntının zorluğun ahirette büyük mükafatlara sebep olacağını ve günahlara kefaret olacağını anlattık.
2. Kötü çocukluk geçirenlerin suçlu kişilikler olması ve kötü yollara sapmasının nedeni imkansızlıktır. Kötü çocukluk geçirenler ilgilenilmediklerinden doğal olarak kötü geleceğe yokluk ve imkansızlıkla dolu hayata sahip olmakta hayatta kalabilmek için suç işlemesi gerekmektedir. Bu adam iyi bir çocukluk geçiremediğinden hayatını yola koyamaz, doğru düzgün iş eş sahibi olamaz, sevgisiz aklı karışık ve fakir bir halde kalır. Kimsesiz ve imkansızlıklarından dolayı her şeye muhtaç olur ve bu adam ister istemez hırsızlık ya da örgütlerden yardım alarak onların istediğini yapar, çoğunlukta olan kötülüğün kapsama alanına girer ki bazı şeyleri zorunlu olarak istemeyerek yapıyorsa gene Allah katında sorumlu olmaz.
Ama bir adamın: “ben kötü bir çocukluk geçirdim o yüzden bende kötü olacağım herkese kötülük yapacağım” demesi gibi bir durum oluşmaz. Kötü çocukluk dönemi geçirmenin böyle bir sonucu yoktur. Kötü çocukluk geçirenlerin kötü olmasının nedeni psikolojik olmaktan öte hamisiz kalmaktan hayata imkansızlıklarla tutunmaya çalışmaktan dolayı kötü yollara düşmekten olmaktadır. Ardından birçok insan girdiği kötü yolun dönüşü olmadığını düşünmekte bu yoldan çıkılamaz hissetmekte, kendi istekleriyle kötülükten vazgeçmemektedirler. Yani kötü çocukluk geçirenlerin kaderinde mecburen kötü olmak ve mecburen cehenneme gitmek yoktur. Çünkü hem zorunluluk halinde yapılan kötülüklerin cezası yoktur hem de onun bu halinin ilacı zaten kötü olması değildir, aksine o çocuk sevgisiz büyümüştür ve sevgiye muhtaçtır. Böyle bir kişinin kötü yoldaysa bile iradesiyle susamış olduğu iyilik atmosferini yakalaması gerekir…
Kötülük görenlerin kötü olması gibi bir durum olsaydı savaş görmüş geçirmiş bütün insanlar psikopat ve seri katil olurdu. Fakat böyle bir durumun aksine bu olayları yaşamış insanların en fazla psikolojileri bir miktar bozulmuş, belki sert mizaçlı olmuşlar ama kötü olmamışlardır.
3. Çocuğun ailesini (kötü kişiliklere sahip anne babasını) örnek almasıda onun kötü bir birey olmasını sağlamaz. Alimden zalim zalimden alim doğar. Çocuğun ailesi onun başlangıçta benzemeye çalıştığı, rol model aldığı kişiler olsa da çocuk büyüyüp sağlam kafayla düşünmeye ve hayata kendi iradesiyle yön vermeye başladığı vakit bu; çocukluk, yetişme durumu vs. kişiyi fazla etkileyemez, kişi kendi yolunu kendi belirler. Çocuğun çocuklukta benzemeye çalıştığı ebeveynlerinin büyüyünce hatalarını ve olumsuz yönlerini görerek onları taklitten vazgeçip kendi kişiliğini oluşturması psikolojik bir gerçektir.
5)Yaratıldığı ortam bakımından insanın islamdan haberi yoksa öbür tarafta mesul olmayacağını Müslüman olup olmadığının sorulmayacağını anlatmıştık. (bakınız: Neden inançsızlık ve şirk sonsuz cehenneme sebebiyet verir?) Peki dindar bir ülkede doğan insanlar daha mı şanslı? Zannetmiyorum. Çünkü hangi Müslüman ülkede kaç kişi minimum dindarlık göstergesi olan 5 vakit namazını kılıyor. 10’da biri belki kılıyor. Belki diğer kalanların hepsi taklidi iman yapıyor, bayramdan bayrama camiye gidiyor. Dini konusunda ciddi olmayan insanların imanını, ölüm anında şeytanın 1 bardak suya karşılık alabilmesi çok kolay olur. Bununla beraber müslüman ülkede taklidi imanla yaşayan bir çok insan bir süre sonra açık açık “ben artık müslüman değilim” deyip girmediği İslam dininden çıkabiliyor. Çünkü hiç zaten tam müslüman olamamış yaşamamış. Bu insanlarında kimliklerinde ölene kadar Müslüman yazıyor. Yani bir insanın doğduğu ortamda kaderini tamamen etkilemiyor, alimden zalim zalimden alim doğabiliyor. Ama yabancı ülkelerde görüyoruz ki doğruları araştıran bir insan çok rahat İslam ı bulup seçebiliyor tahkiki (gerçek) imana sahip olabiliyor ki bunun sadece medyaya yansıyan binlerce örneği var.
Diğer açıdan tüm semavi dinlerin, Allah’ın varlığının bir göstergesi olarak tüm dünyaca biliniyor olması kimseye; “Ben dünyanın diğer ucundaydım Allah’ı duymadım” demesine imkan bırakmıyor. Özellikle medyanın bilgi akışının olağanüstü geliştiği günümüzde araştırıp bir şeyi bulamamak mümkün değil, yeter ki isteyin. O nedenle kültür ve ırk farklılığı kesinlikle İslam’a ulaşmaya onu yaşamaya engel değildir. Bunlar büyük farklılıklar değil insanlık için küçük parametrelerdir. Bir Çinliyle bir zenci çok rahatlıkla anlaşıp yaşayabilir aynı espriye güler aynı yemeği beğenir, çünkü ikisi de insandır (örn: bitirim ikili filmi). Tüm insanlar düşünerek araştırarak herkes için doğru kabul edilebilen yolu bulabilirler.
Sonuç olarak; İnsan, doğuştan sahip olduğu, ya da kendi iradesi dışında başına gelen farklılıklarından sorumlu olmaz, bu farklılıklar iradesiyle bir şey yapabilmesi için gerekli ortamı, hareketliliği sağlar. İradesini harekete geçirmeyi sağlar. Sonuç olarak: İnsan; doğuştan sahip olduklarından değil, sahip olduğu ve olmadığı şeyleri iradesiyle iyi şekilde kullanmasından sorumludur. Örneğin parası çoktur, sadaka verir kazanır, parası yoktur tevekkül ederek kazanır.
İnsan doğuştan kötü ya da iyi midir? Doğuştan suçlu var mıdır?
Frenoloji bilimi;
Frenoloji; kişinin kafasının şeklinden onun karakterini, kişiliğini ve suça yatkınlığını belirleme iddiasında olan bir teoridir. Alman doktor Franz Joseph Gall tarafından 1800’lerde geliştirilmiş ve 19.yüzyılda çok popüler bir teori olmuştur. Frenolojinin bir önbilim (protoscience) olarak beynin zihnin bir organı olduğu ve beyindeki belirli bölgelerin spesifik işlevler için örgenleştiğini şeklindeki görüşleriyle tıp bilimine katkıda bulunmuş olmakla birlikte günümüzde artık bir tür sözde bilimdir.
Frenologlar kafa şeklini inceleyip ölçüsünü aldılar ve beyin ile davranışlar arasında bağlantı kurmaya çalıştılar. Askeri doktor olan Cesare Lombroso 383 suçlunun kafatasını incelemiş, bunların diş yapısındaki anormallikleri ve alın şekilleri gibi özelliklerini tarih öncesi vahşi insanlara benzetmiştir. Lombroso suçluların ortak yanlarını araştırıp belli başlı suçlu özellikleri belirlemiş ve bu özelliklere ‘stigmat’ demiştir. Lombroso ya göre bulmuş olduğu bu özelliklerden 5 ya da daha fazlasını taşıyanlar suçludur. Suçluların 3 te 1 i “doğuştan suçlu” diye nitelendirilen kimselerdir. Bunların üzerinde çevrenin etkisi ya hiç yoktur veya çok azdır. Aldığı bilimsel eleştiriler tepkilerden dolayı Lombroso teorisini zaman içinde biraz değiştirmek ve aşırı iddialarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Sonuç itibariyle Almanya ve İngiltere’de yapılan araştırmalar tarafından Lombrosonun bulgularının gerçek olmadığı ispat edilmiştir. Frenoloji bilimi günümüzde sözde bilim kategorisindedir.
İnsan davranışlarını ne belirler, insan nasıl iyi ya da kötü biri olur;
Günümüzdeki bilim çevrelerinde insan kişiliğinin ve tercihlerinin oluşmasını sağlayan faktörlerle alakalı tam bir mutabakat yoktur; her araştırmacı kendi uzmanlık birikimi ve ideolojik tercihleri (materyalist veya ateist veya dindar) ışığında belli bir faktörü öne çıkarmaktadır.
Beyin ve kişilik gelişmesi çok faktörlü bir ekspozom hâdisesidir. Bu tabiri açarsak, hamileliğin başlangıcından itibaren, bilhassa okul öncesi eğitim dönemi boyunca maruz kalınan her şeyin, insan özelliklerinin ortaya çıkmasındaki tesirine ekspozom diyoruz.
Karakterimiz: Zekasal yetiler, kişilik ve sosyal tutumlar… Karmaşık duygusal durumlarımızı belirleyebilen tek bir genden bahsetmek bilim dünyasınca olanaksızdır. Serotonin taşıyıcı geni, beyne mesaj iletiminde görevli serotonin kimyasalının vücudumuzdaki dağılımından sorumludur. Bireylerin korku tepkileri ve nevrotiklik seviyeleriyle bu genlerindeki çeşitlilik arasında bir ilişki olduğu düşünülüyor. Kişiliğimizin karakteri üzerinde etkili olan genler o kadar öylesi çeşitli ve birbirleriyle etkileşimleri karmaşık ki, kilit bir gen bularak kişilik çözebilmek ütopik gözüküyor.
1) Davranışsal genetik dalı: Bu dal kişiliğimizin ne kadar kalıtımsal olabildiğini belirlemeye çalışmaktadır. Bu dal üzerine yapılan deneyler:
Evlatlık verilen bir çocuğun biyolojik anne babasının karakterini değil de evlatlık verildiği ailenin karakterini yaşayışlarını benimsemiş olması karakterin genetik olduğu olasılığını düşürmüştür. Bu deneye göre çevre, karakter üzerinde daha fazla etkilidir.
Diğer deney ayrı çevrelerde yetişen tek yumurta ikizlerinin gözlenmesiyle yapılmış. Bu ikizler farklı çevrelerde yetişmelerine rağmen benzer kişilik özellikleri göstermişlerdir. Bu durumsa, karakterde genetik etkilerin rolüyle açıklanmaktadır.
Görüldüğü gibi kişilikle ilgili Yukarıdaki deneylerde birbirlerine zıt sonuçlar çıkmıştır. Birisi kişiliği; genlerin çevreden daha fazla etkilediğini gösterirken diğeri çevrenin genlerden daha fazla etkilediğini göstermektedir.
2) Kişilik kalıtımla gelen temel yapının çevreyle sürekli etkileşmesi sonucu oluşmaktadır. Çevresel faktörler her bireyin kişiliğini farklı düzey ve şekillerde etkilemektedir. Çünkü insanlar benzer koşullarda farklı davranışlar gösterebilmektedir. Araştırmacılara göre bazı kişilerde kendilerini daha çok şiddete ve hırçınlığa yönlendiren bir genetik özellik (kötü huy geni) var. Ancak kötü huy geninin aktif hale gelmesi için kişilerin çocukken ihmal edilmiş veya kötü muamele görmüş olması gerekiyor.
Bununla beraber; Meselâ monoamin oksidaz A enzimi, MAO-A geni tarafından kodlanır. Bu enzim dopamin, serotonin ve nörepinefrin gibi nörotransmitter moleküllerin (sinir hücreleri arasındaki haberleşme molekülü) yıkımını gerçekleştirir. Bu gendeki mutasyonlar veya polimorfizmlere bağlı olarak enzim yeterli fonksiyon göremez ise, bu kişilerde şiddet ve saldırgan davranışlara yatkınlık artar. Fakat kişi bu temayülü bilirse veya çevresi onu bu konuda eğitirse, bu huy kontrol edilebilir.
Görüldüğü gibi kişiliğin oluşmasında ailevi faktörlerin etkili olduğu gibi biyolojik faktörlerde etkilidir. Fakat en nihayetinde kişiliğini insan kendisi belirler. Kendi iradesiyle kendi kişiliğini şekillendirir.
3) Genetik olarak farklı oranlarda etkilendiği belirlenen diğer özellikler ise; zeka, toplum hayatından hoşlanmak, saldırganlık, sinirlilik, heyecan arama, eğlence ve mesleki ilgiler, hareketlilik düzeyi, strese verilen tepkiler, yiyeceklerden tat alma duyusu, bazı psikolojik bozukluklar, duygusal olarak tepkide bulunma düzeyidir. Bunların yanında başarı ve sosyal yakınlık kurma gibi özelliklerin genetik bileşenlerinin daha düşük olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte yapılan bu çalışmalarda genetik ve çevresel faktörleri birbirinden ayırmak oldukça güçtür.
Sonuç olarak;
İnsanı zeki bir hayvan olarak gören ve hayvan la aynı psikoloji ye sahip olduğunu varsayan, insanın; iradesinin ve aklının 2. planda olduğunu duygu ve menfaatlerinin insan davranışlarını belirleme de önde olduğunu baz alan bilim, kötülüğü de irade dışı varsaydığı için insan da kötülük geni aramakta. İnsanın kötü olmasını çevresel faktörlere, genlere kısacası insan iradesi haricindeki her faktöre bağlamaktadırlar. Bu nedenle “insan kişiliğinin oluşmasını tek bir faktöre bağlamak mümkün değil, insan davranışının kaynağı hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz” demek zorunda kalıyorlar.
İnsan iradesini yok saydıkları için ayni ailede yetişmiş 2 çocuktan birinin dindar birinin dinsiz olmasını, birinin güneşli havada su içmeden oruç tutarken diğerinin daha fazla yemek için adam öldürmesini açıklayamıyorlar.
Kısacası genler, neyi ve neleri başarabileceğimizin alt zeminini, reaksiyon aralığını ve eşik değerlerini teşkil eder; davranışın ortaya çıkma ihtimalini belirler; ancak son noktaya ait kararların sınırı genlerle çevrenin etkileşimi neticesinde istatistikî ihtimallerden birini kişinin kendi iradesiyle seçmesiyle belirlenir. Dolayısıyla zorunlu seçim gibi bir durum olmayıp, çevrenin (terbiye, inanç, ahlâkî beslenme) dinamik belirleyiciliği sınıra tesir eder.
İnsan, tanımlanmış, sınırlandırılmış şartlar altında sorumluluk sahibidir ve o şartların ve fıtratının izin verdiği aralıklar içerisinde tercihler yapabilir ve insan dinimizce yapabileceklerinden sorumludur .
Görüldüğü gibi aklı yerinde bir insanın öbür dünyadaki halini hiçbir dış etken kendi iradesi dışında etkilemiyor ve doğuştan suçlu olma, doğuştan kötü ve cehennemlik olma gibi bir şey yok. Bir insanın kötülük yapması ya da yapmaması hiçbir şeyin sebebi dahilinde değildir. Yani kötülük yapmak ne psikolojik ne de biyolojik bir olgudur. Tamamen insanın kendi tercihleriyle, iradesiyle alakalıdır.
İnsan nasıl kötü birisi olur;
Amerikalı ünlü psikanalist Erich Fromm’a göre ne kötü doğuyoruz, ne de kötü olmaya zorlanıyoruz. Pek çok seçim sonunda kötü oluyoruz. Fromm aynen şu ifadeyi kullanmış: Yanlış seçimler yaptıkça kalbimiz sertleşir, doğru seçimler yaptıkça kalbimiz yumuşar. Tabii ki bu Hz.Peygamber’in açıklamasının 1400 yıl sonra yeniden keşfi:
Hadisi şerif: Mü’min bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip günahı bırakır ve Allah’tan af ve bağışlanma dilerse kalbi cilalanır. Eğer tevbe etmeyip günahına günah eklerse siyah noktalar çoğalır ve sonunda kalbini (katran kesilerek)kaplar.
Yüce Allah’ın “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur.” (Mutaffıfin, 14) âyetinde bahsettiği pas işte budur.
İnançsızlık için bahane yok!
İnançsızlığa bahane mazeret yok. Allah size gören gözler,idrak kabiliyetivermedimi, gerçeği batıldan ayıracak kadar yeterli süre vermedi mi?
Zaten her şeye karşı idrak (algı,ilgi,bilgi düşünce, çıkarım, his) sahibi olmanın nedeni; çeşit çeşitsaçmalıklarla, aptal zevklerle ilgilenip, beynine yatırımsız bir hayat sürmen için değil, idrak ettiğin her şeyde imzasını görmen tanıman gereken Allah ı idrak etmen içindir.
Doğup bir süre sonra ölmenin nedeni; vazifeni, sınavını bitirip esas yerine dönmen içindir.