23-İslam Sanata (Resim, Müzik, Heykel vs.) Karşı mıdır?

Bir kısım cahillere göre İslam güzel olan her şeye karşıymış; sanata, müziğe, resme, satranca… Araştırıldığında görüleceği üzere sanatsal faaliyetler hadislerin bazılarında yasaklandığı söylenir. ama bazı hadislerde ise yasaklanmamıştır, hatta hoş karşılanmıştır. Ama hem yobaz dindarlar hem de ateistler sadece olayın yasak boyutunu tartışmış ve gözler önüne sermiştir. Bu nedenle hep yasaklar göze çarpmış, İslam’ın yasakçılığı hafızalara yerleşmiştir. Peki neden bazen yasaklanmış bazen serbest kılınmıştır?

İslam’da denge, niyet konusunu ve dünyadaki her şeyin imtihan aracı olduğu bunun için hem iyi amaçla hem de kötü amaçla kullanılabileceğini daha önce irdelemiştik. örneğin İslami hükümlerde “ateş ile bir insanı yakmak yasaktır” dendiği gibi; “ateşle pişirilen yemeği yiyin” gibi hükümler beraber bulunabilir. sığ düşünceli insanlar ise “ateş helal mi, haram mı?” diyerek bu hükümlerin İslam’da çelişki oluşturduğunu söylemiştir. bazı alimler; “hepsi haramdır” demiş. bazı alimlerde; “Kuran’da yasaklayıcı bir hüküm yok, hepsi helaldir” diyebilmiştir. Esasında ise ateş ne helaldir ne de haramdır. Helal ya da haram olan şey; ateşin iyi veya kötü amaçla kullanılmasıydı. önemli olan bir şeyi yaparken ki niyetimizdir; dengeyi ve ölçüyü aşıp aşmama durumumuzdur. çünkü niyet ve amaç ve düşünce ruhumuzu etkiler. bu sebebple istemeden bir insanı öldürmek bile suç değildir. sanatla ilgili hükümlerde böyledir, sanat ne başlı başına haram ne de helaldir kullanış biçimimize, amacımıza göre değişir.

Bir Holywood filminde bir kuşun solucan yeme sahnesinin etik olup olmadığını sanatçılar tartışıyorlar. ve o solucanın doğal yollarla ölmüş olmalıdır diyorlar. Tamam bu güzel bir şey, ama bir solucan için sanatlarına yön veren insanların; “sanat için soyunurum” diyerek insanlıklarından vazgeçmesi, hayvani olan cesetlerine tapmaları , kişiliklerini satılığa çıkarmaları; “biz özgürüz” diyerek sadece dini kuralları umursamamaları; yani ebedi olan ruhlarını karartmaları  mantıksız bir ideolojidir.

Nasıl trafik kuralarına “özgürüm uymam” diyemiyorsan, sanat icra ederken de ruhunu karanlıklara düşürmemek için belli kurallara uymalısın. Sanatı iyi yönde kullanmak için İslam’ın kurallarına uymalısın, aksi taktirde kaş kılı yapayım derken kaşı gözü çıkarırsın, sanat yapıyım derken insanlığından ruhundan olursun. Maddi bir şeyler elde etmişsindir ama maneviyatın yok olmuştur. Örneğin en basitinden bir kadının kameralar karşısında soyunması; o kadının, namus, haya, utanma, edep gibi güzel vasıflarını yok eder, kişilerin gözünde insan olmaktan öte cinsel bir obje, bir cisim olarak görülür. insanlara bir şey anlatmak yerine sadece izleyen insanların şehvetlerini tahrik eder.

“Gerçekte Kur’an’da herhangi bir sanat faaliyetinin lehinde ve aleyhinde ayetler geçmez” (Faruki, 1985). Kuranda hep Allah yolundan yani iyilik ve güzellik yolundan uzaklaştıran, yakınlaştıran şeylerden bahsedilir.

Şuara -224 – Şairler var ya, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer! 225-226 – Görmez misin onlar her vâdide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler? -227 – Ancak iman edip, güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme mâruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna! Zalimler de nasıl bir inkılab ile devrileceklerini, yakında öğrenirler.

Örneğin şiir hakkındaki bu ayet şiir helaldir ya da haramdır dememiş, sapkınlık yolunda kullanırsanız kötü, doğruluk hak adına kullanırsanız iyidir demiş. Hatta zalimlerin nasıl bir inkılapla yıkılacağının müjdesinin bu şiirle ilgili ayetten sonra gelmesi düşündürücüdür. belki de İslam en güzel şekilde bir şiir ile anlatılacaktır. nitekim Peygamber Efendimiz de (s.a.v.) kafirlere karşı yazılan şiirler hakkında “onlara ok atmaktan daha tesirlidir” demiştir.

Hadis- şerif: “Resûlullah (aleyhissalâtuvesselâm) Umretu’l kazâ sırasında Mekke’ye girdiği zaman şâiri Abdullah İbnu Ravâha, önünde yürüyor ve şu şiiri okuyordu: “Ey kâfir çocukları (Resûlullah’a) yol açın! Bugün ona gelen vahiy adına, size, Öyle bir vururuz ki, üstünüzü uçurur, Ve dostu dostuna unutturur.” Bunu gören Hz. Ömer: “Ey İbnu Ravâha! Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın önünde ve Allah’ın Harem bölgesinde şiir mi okuyorsun?” dedi. Ancak Resûlullah: “Ey Ömer bırak onu. Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere oktan daha çabuk tesir eder!” diyerek müdahale etti.”




“Resûlullah (a.s.) şâir Hassan İbnu Sâbit (r.a.) için mescide hususî bir minber koymuştu. Hassan, orada kurulup mufâhara yapar veya Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı hasımlarına karşı müdafaa ederdi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Allah (c.c.) Hassan’ı, Resûlullah’ı müdafaa ettiği veya onun adına mufâhara yaptığı müddetçe Rûhu’l-Kudüs’le takviye etmektedir” derdi.” [Buhârî, Edeb 91;Ebû Dâvud, Edeb 95, (5015); Tirmizî,Edeb 70, (2849).]


Cahiliye dönemi Arap şiirinde; şehvet, intikam, ırkçılık gibi duygular hakim olup fazilet temaları az yer alırdı. Onun için Hz. Peygamber, genellikle şiir karşısında olumsuz bir tavır takınmıştır. Fakat bu arada bazen şiir dinlemiş, bir keresinde: “Bazı şiirler hikmet doludur” buyurmuştur. Ümeyye b. Ebi’s-Salt hakkında: “Şiiri iman etti, ama kendisi kâfirdir” demiştir. Bu olumlu tavır 227. ayetin istisnasının tefsiri kabilindedir. Bu ayet: 1. İman, 2. Makbul işler işleme, 3. Allah’ı sık sık hatırlama, 4. Şahsî hislerle hareket etmeyip kamunun haklarını savunma şartları ile şiiri mübah kılmıştır. Bu itibarla Hz. Peygamber (a.s.) Kâb b. Mâlik, Hassan b. Sâbit gibi şairleri övmüştür.




Müzik


Efendimiz müzik konusunda İslami ölçüler tam manasıyla ne ise o şekilde hareket etmiştir. Müzik mutedil bir müzik ise uygun görmüş fakat cahiliye müziği gibi azdırıcı raks ettirici, nefse hoş gelen günahlarla dolu, bu günahları öven teşvik eden, insanlıktan çıkartıcı bir müzik ise hoş görmemiştir. Ben de bir Müslüman olarak her türlü güzel müziği dinlerim fakat diskolarda barlarda çalan tempolu hareket ettirici tabiri caizse nefsi azdıran (İslam’la dizginlenmiş nefis yarasını kaşıyan) müzikler hiç mi hiç hoşuma gitmez. O tarz müzikleri dışarıda bir mağazanın önünde çalarken duysam hemen oradan uzaklaşasım gelir.


Hadis- şerifler: Âmir ibnu Sa’d (ra) anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza İbn Ka’b ve Ebu Mes’ud el- Ensârî’nin yanına girdim, bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp: “Sizler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Bedir Ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın olacak şey değil!” dedim. Bunun üzerine onlar: “Dilersen bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!” dediler.” [Nesâî, Nikâh 80, (6, 135).]


Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), benim yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile ilgili hamasi) türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağın üzerine (yan üstü uzandı ve yüzünü de (aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh) girdi. Derhal beni azarladı ve: “Resulullah’ın hane-i saadetlerinde şeytan çalgısı ha!” dedi. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ona yönelip: “Bırak onları (söylesinler!)” buyurdu. (Onlar sohbete dalıp, bizden) dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.” Hz. Aişe devamla der ki: “Bir bayram günüydü. Siyahiler, mescidde kılıç kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ‘dan taleb etmiştim (bilemiyorum), yoksa o (kendiliğinden) mi, “Seyretmek ister misin?” buyurdular. Ben: “Tabiî!” dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı yanağım yanağının üstünde olduğu halde durduk. “Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)!” diyordu. Ben usanınca(ya kadar böyle devam ettik. Usandığımı farkedince): “Yeter mi?” buyurdular. Ben: “Evet!” dedim. “Öyleyse git!” dediler.” [Buhârî, Iydeyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menâkıb 15, Menâkıbu’l-Ensâr 46, Nikah 82, 114; Müslim, Iydeyn 19, (892); Nesâî, Iydeyn 35-36, (3, 195-197).]


Muhammed İbnu’l- Münkedir (rahimehullah) anlatıyor: “Bana ulaştığına göre, Allah Teâla Hazretleri Kıyâmet günü şöyle seslenecektir: “Kulaklarını eğlence ve şeytan çalgısından uzak tutanlar neredeler? Onları misk bahçelerine dahil edin!” Şeytan çalgısından kasıt şeytanın yoluna yönlendiren müziktir.


Hazret-i Ömer, ihramlı bir toplulukta şarkı söyleyen birine, “Allah senin ibadetini kabul etmesin” dedi.(İbni Ebid-dünya) Çünkü şarkı söylemenin yeri ve zamanı vardır.


Efendimiz de (asm), “Allah Teâlâ kayneyi, satmasını, parasını ve öğretmesini haram kıldı.” buyurmuştur. Kayne, içki meclisinde erkeklere şarkı söyleyen kadın demektir. “Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, sözbirliği ile haramdır. Çalgı ile raks etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için kendi kendine şarkı söylemek günah değildir.” (Redd-ül-Muhtar)


Hadis- şerif: Hz. Enes İbnu Mâlik r.a.anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) bir seferinde Medine-i Münevvere’nin bir yerinden geçmişti. Bir kısım câriyelerin deflerini çaldıklarını ve şöyle söylediklerini işitti: “Biz Beni Neccâr’ın kızlarıyız komşu olarak Muhammed ne iyi!” Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:”Allah da bilir, ben sizleri cidden seviyorum” buyurdular.” [İbn Mace Nikâh, 1899]

*-*

Kays İbnu Sa’d r.a. anlatıyor.”(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın vefatından sonra) O’nun sağlığında mevcut olan her şeyi gördüm, ancak biri hariç. Görmediğim bu şey de, Ramazan bayramında onun için yapılan taklisdir.” Taklîs, def refakatinde güfte söylemektir. Daha önce de geçtiği üzere, Resûlullah aleyhissalâtuvesselâm bazı fırsatlarda nezih bir tarzda neşe izhârını tecviz etmiştir. Bilhassa düğünlerde def refâkatinde bazı şiir ve güftelerin söylenmesi sünnet kılınmıştır. Habeşilerin bayramlarda kılınç kalkan oynamalarına izin verildiği, çocukların ve hatta -kadın dahil- büyüklerin bunları seyretmesine müsaade edildiği rivayetlerde gelmiştir. Mezhep imamları teğanni denen şarkı, türkü ve çalgıyı bir kısım kayıtlarla tecviz etmiştir. Şehevî duygulan tahrik eden, fuhşiyata teşvik eden, muhteva olarak meşru olmayan manalar taşıyan güfte ve çalgılar haram veya tahrimen mekruh addedilmiştir.(Prof. Dr. İbrahim Canan)


Hadis- şerif: Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtuvesselâm) buyurdular ki: “Nikahı ilan edin, onu mescidlerde yapın. Üzerine de def vurun.” [Tirmizî,Nikah 6, (1089).] [ (5637)- Yine Hz. Aişe (radıyallahuanhâ) anlatıyor: “Bir kadını, ensardan bir erkekle evlendirmiştik. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ey Aişe! Eğlenceniz yok mu? Zira ensar eğlenceyi sever!” buyurdular.” [Buharî, Nikah 63]


Hadis- şerif: “[Nikah’da] haramla helali ayıran fark, def ve sestir.” [Tirmizî Nikah 6,(1088); Nesâî, Nikah 72, (6,127,128)] Nikahın aleni olması herkese ilan edilmesi gerekmektedir bu yüzden defli sesli olmalıdır.


Hadis- şerif: “Bu ümmete yere batma, kılık değiştirme ve taşlanma âfetleri gelecektir.” Ashaptan birisi:“Bu ne zaman olacak yâ Resûlallah?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (asm): “Şarkıcı kadınlar yaygınlaştığı, çalgı âletleri türediği ve şaraplar sıkça içildiği zaman.” buyurdu. (Tirmizî, Fitne, 2309)


Çalgının yayılması nefsine düşkün topluluğun artmasını ifade eder böyle bir toplumda belaya maruz kalır.


Müziği haram sayanlar, “Şu Kurân’a karşı mı alay ederek gülersiniz ve ağlamazsınız da, onun duyulmaması için şarkı söylersiniz!” (Necm Sûresi-59) âyetini de delil sayıyorlar. Biz de deriz ki: Kurân’ı dinletmemek için gülmek de, ağlamak da haramdır. Âyet bunları kastediyor. Gülmek ve ağlamak her zaman haram olmadığı gibi şüphesiz Müslümanlıkla alay etmeyen karşı gelmeyen şarkı ve türküler de haram değildir.


Müziği haram sayanlar Peygamber Efendimiz’in (asm) “İlk ağlayan ve ilk sözü müzikle söyleyen şeytandır.” hadisini de delil sayarlar. Oysa bu hadiste ölü üzerine ağlamak ve ağıt yapmak kastedilmiştir. Şüphesiz Dâvûd Aleyhisselâm’ın ve günahkârların hataları için ağlamaları haram olmadığı gibi; mubah şekilde şevki ve neşeyi artıran müzik de haram değildir.


Yine Peygamber Efendimiz’in (asm); “Müzik söyleyerek sesini yükselten kimseye Allah Teâlâ iki şeytan musallat eder. Bu şeytanlar o kimsenin omuzları arasında dururlar ve müziği bitirinceye kadar göğsünü tekmelerler.” hadisini müziğin haram sayılmasına delil sayarlar. Oysa Peygamber Efendimiz (asm) bu hadisinde şehveti ve haram sevmeyi tahrik eden müziği söyleyenleri kastetmiştir. Fakat Allah sevgisini, bayram coşkusunu, evlilik sevincini, çocuk doğması neşesini ve bunun gibi mübah sevinçleri konu alan müzik bunların dışında kalır.


Nâfî diyor ki: Ben Abdullah bin Ömer (r.a.) ile yolda giderken, Abdullah bin Ömer (r.a.) bir çobanın kaval sesini duydu ve elleri ile kulaklarını tıkayarak yoldan saptı. Bana: “Ey Nâfî! Hâlâ kaval sesi duyuluyor mu?” diye sordu. Ben: “Artık duyulmuyor.” dediğim zaman kulaklarını açtı ve dedi ki: “Peygamber Efendimiz’in (asm) de böyle yaptığını gördüm.” Müziği haram sayanlar bu rivâyeti de delil sayarlar. Oysa eğer kaval dinlemek gerçekten haram olsaydı, Abdullah bin Ömer’in (r.a.) Nâfî’ye de aynı şeyi emretmesi gerekirdi. Halbuki Nâfî’ye bir şey söylemedi. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz’de (asm) böyle davranmış; fakat yanında bulunan İbn-i Ömer’i (r.a.) bundan alı koymamıştır. Bu da onun haram olduğunu değil; sadece onu dinlemekten sakınmanın daha evlâ daha takvaya yaraşır olduğunu gösterir. Efendimizin bunu yapma nedeni; müzik sesinin dünyaya temayül ettirmesinden olabilir.


Efendimiz dünyalığa eğlenceye nefise en az pay veren insan olmasına rağmen eğlenceyi, müziği, resmi, şiiri, sanatı kullandırtmış kullanmış hatta övmüştür. Bunlara kesin sınır koyulmamasının nedeni rahmettir. O dünyaya ait şeyleri hayatında minimal seviyede bırakarak çalgı sesine kulağını tıkamıştır, gene normalden çok az yemek yemiş, sert zeminde yatmıştır ama orta derecede yemek yemek, yatakta yatmak günah olmadığı gibi normal bir şarkı dinlemek günah değildir. Ama gene de en doğrusu Efendimizin yaptığı gibi bunları kısmak, pay vermemek, olabildiğince nefsi iradenin kölesi yapmaktır.


Hadis- şerif: “Allah’ın, kitabında helâl kıldığı helâl; haram kıldığı ise haramdır. Hakkında sustuğu da muaftır. Allah’tan onun affının kabulünü isteyin. Zira Allah bir şeyi unutacak değildir.”


“Allah bir şeyi farz kıldığında onu eksiltmeyin. Bir şeye sınır koyduğunda da sınırı aşmayın. Bir şey hakkında da unutmaksızın susmuşsa, onun ardına düşmeyin.” (Hakim, Ebû’d-Derdâ’dan rivâyetle, Dârekutnî, Sa’lebe’den tahriçle)


“Yahudiler ve Hıristiyanlar bilsinler ki, bizim dinimizde genişlik vardır.” (Kütüb-ü Sitte, 6/52) Yani sanat hakkında kesin bir şey söylenmemişse bu konu hakkında rahmet edilmiş ve ruhsat tanınmıştır, arkasına çok düşüp kurcalamamak gerekir.


Sonuç; İmam Gazali’ye göre müzik şu şekilde olursa haramdır: Günaha teşvik edici duyguların uyarıldığı ortamda, içki ve sefahat ile ilgili çalgılar eşliğinde olursa, şarkılarda baştan çıkartıcı sözler geçiyorsa, dinleyicide şehvet ve hırs uyandırıyorsa, Bu konuda çok zaman harcanırsa.






Resim Heykel


Hadis- şerif: Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Rasûlullah(s.a.v.) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez (perde) çekmiştim. Rasûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti. “Ey Âişe!” buyurdular,”Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah’ın yarattıklarını taklit edenlerdir.” Hz. Âişe (r.â) devamla: “Biz o bezi kestik, bir veya iki minder yaptık.” Demiştir. (Buhârî, Libâs 91,95.).


Topkapı Sarayı’nda Kutsal Emanetler Dairesi’nde Hz. Peygamberimizin kendi rızasıyla yaptırdığı ayak izi vardır. Üstelik “Çamura basılmış da ayağının izi çıkmış değil.” Yakından bakarsanız o taşın bazalt olduğunu görürsünüz. Bazalt, işlemesi çok zor mermer taştır. Dolayısıyla çamura basmak suretiyle çıkan bir iz değil bu. Doğrudan doğruya birisi bunu yapmıştır. Peygamber Efendimiz yaptırmıştır.


Hadis- şerif: Hz. Aişe: Rasûlullah (s.a.v.) Tebük ya da Hayber savaşından gelmişti. (Aişe’nin) sofasın(ın önünde) de bir perde vardı. (Tam o sırada) rüzgar esip Aişe’ye ait oyuncak bebeklerin üzerin)den (sözü geçen) perdenin bir ucunu açıverdi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber:)”Bu(nlar) da ne ey Aişe?” dedi.(Hz. Aişe de: Bunlar oyuncaklarım, cevabını verdi. (O sırada Hz. Peygamber) bebekleri arasına bir de çaputtan (yapılmış) kanatlı bir at gördü ve: “Bebekler arasında gördüğüm bu (oyuncak) da nedir?” dedi, Hz. Aişe: Attır, cevabını verdi.(Bunun üzerine) Hz. Peygamber:”(Peki) bunun üzerindeki(ler) nedir?” dedi,(Hz. Aişe de):Kanatlarıdır, karşılığını verdi. (Hz. Peygamber):”Atın kanatları olur mu?” dedi, (Hz. Aişe:) Sen Hz. Süleyman’ın kanatlı atları olduğunu duymadın mı? Cevabını verdi. (Hz. Aişe rivayetine devam ederek) dedi ki: Bunun üzerine (Hz. Peygamber öyle bir) güldü (ki) azı dişlerini bile gördüm. (Buharı, edeb 81; İbn Sa’d, VII, 40-45.)


Hz. Âişe’den dedi ki: Ben kız (şeklinde yapılmış oyuncaklarla oynardım. Bazen (bu bebeklerle oynarken) yanımda küçük kızlar da bulunurdu. Rasûlullah (s.a.) de yanıma giriverirdi. O girince (beni yalnız bırakıp) dışarı çıkarlar. (Rasûlullah yanımdan) çıkınca da, (içeri ) girerlerdi. (Buharı edeb. XI; Müslim, fedail XI; İbn Mace, nikâh 50.Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/157.)


Alimlerin çoğunluğu çocuk oyuncaklarının yasak kapsamı dışında kaldığını ifade etmişlerdir. Her türlü oyuncağa cevaz verilmiştir çünkü oyuncakların herhangi bir kutsaliyete sahip olması düşünülemez ve şirke sebep olamazlar. Çocukların elinde onları idare etmesi oyalanmaları için vardırlar, hatta uzmanlar oyuncakların çocukların gelişiminde önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor. Perde hadisinde Peygamber Efendimizin resimli perdeler namaz kılarken dikkatini çektiği için kaldırılması, fakat bir yandan da onu yastık olarak kullanmakta beis görmemesi de aynı sebepledir.


Alimler, insan ve hayvan gibi canlılar dışındaki varlıkların resimlerinin yapılmasının, bundan kazanç elde edilmesinin caiz olduğunu söylerken, birçok hadiste kıyamet günü musavvirlere söyleneceği belirtilen “Hadi bakalım, yarattıklarınıza bir de can verin” ifadesinden ve İbn Abbas’ın yukarıda zikredilen fetvasından hareket etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu konudaki deliller dikkatle incelendiğinde, hadislerde geçen şiddetli tehditlerin, tapınmak için veya yaratma hususunda Allah ile boy ölçüşme kastıyla Resim ya da heykel yapanlara ilişkin olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Zira bu amaçla yapılmayan mâsum resimler için bu tehditler oldukça ağırdır. Nitekim, konuya ilişkin hadislerin kronolojisi de tehditlerin gitgide azaldığını göstermektedir.


Öyle ressamlar var ki bir eser meydana getirdiklerinde öyle bir ruh haline giriyorlar ki sanki küçük dağları onlar yaratmış. İnsanı bu derece enaniyete, kibre, gurura sevk eden bir olay insana büyük ölçüde zarar verir aynı zamanda şirk kapsamına girebilir.


Efendimiz (s.a.v.) Hz. İsa (a.s.)’ın çarmıha gerilmiş resimlerini vs. imha etmiştir. Çünkü bilindiği gibi haç işaretini Hıristiyanlar puta çevirmiş ona kutsaliyet atfetmişlerdir. Hz. İsa’yı da haşa Allah’ın oğlu atfetmişler şirkte sınırları zorlamışlardır. Efendimiz böyle vakaların İslam toplumlarında görülmemesi için kesinlikle resmini heykelini yaptırmamıştır. İnsanlık tarihinde bir çok kanlı olay insanların kibirlenmesi şirk koşmaları yüzünden gerçekleşmiştir. Büyüklük kompleksi ve Allah’tan başka varlıklara ilahlık vasfı yükleme, kaosa, kargaşaya, abesle iştigale, batıl yolda türlü sapkınlıklarda ve kötülüklerde bulunmaya, büyüklük savaşlarına, gereksiz yere kan dökülmesine sebep olmuştur.


Efendimiz hayatını, batıl adetlerin yıkılmasına, Allah’ın istediği ve insanların gerçek insanlığa ulaşabileceği şekilde yaşamalarına adamıştır. Put gibi bir adeti yıktıktan sonra heykeli yasaklamamak yanlış bir davranış olurdu. Heykelin her dönem yapılma nedeni aynıdır, halk nazarında büyük insanların heykeli yapılır; o büyük insanları hatırlamak ve büyüklüklerini onurlandırmak için. Ama bir kimsenin heykelinin yapılması hem heykeli yapılan kişiyi büyük bir kibre sürükler hem de insanlar o kimsenin büyüklüğünün aksetmiş halini o heykelde görerek yücelik vasfını Allah’tan başka varlıklara atfedebilirler. Heykelin sanatsal olarak insana vereceği mana budur, insana hissettirdiği başka bir duygu ve düşünce yoktur. Yani heykelin varoluş mantığı en baştan sakattır.


O denli büyük padişahlar (Yavuz Sultan Selim) en büyük seferlerinden döndüklerinde kibre kapılmamak halkın kendisini alkışlamaması için şehre gece girmişler, önceden saraya haber saldırtıp ufacık dahi olsa kendilerini bir şey zannetme hissine kapılmamak gururlarını kırmak için “gece yatağımı koridora koyun koridorda yatacağım” demişlerdir. İşte böyle insanlar gerçek büyüklüğe ulaşmış insanlardır. Böyle insanlar bile heykellerini yaptırmamış yaptırtmamıştır.


Oyun Eğlence

Hadis- şerif: ‘’Ben eğlence (ehlin) den değilim. Zevk ve eğlence (ehli)de benden değildir. Ben batıl ehlinden değilim. Batıl ehlide benden değildir.’’

Bu hadiste hiç eğlenmemekten bahsedilmemiş, hayatını Eğlenmeyle geçirmek , sadece zevk için yaşamak kastedilmiştir.

Hadis- şerif: Resulallah (s.a.v) şöyle buyurduğu anlatılır; Mümin için her oyalama boştur. Ancak üç şey müstesna: atın terbiyesi ve atı ile oynaması, ok atması, ailesi ile oynaşması.(fethul kadir.10 cilt. Sayfa 15)

Efendimizin sportif faaliyetlere, koşu, at ve ok yarışlarına destek verdiğini bunları yaptırdığını kumar türüne sokmadan ödüllendirdiğini daha önce belirtmiştik.

Hadis- şerif: “Melaike hiçbir eğlencenizde hazır bulunmaz atış ve at koşusu hariç.”

Heysemi, Satrançla ilgili bir hadis rivayetine yer vermiş onun da zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no:13263) Satranç haram olan kumara vesile yapılarak oynanırsa, haram olduğunda alimler görüş birliğindedir. Ancak Hadis Hafızları, bu konuda ne sahih ne de hasen hiç bir rivayetin olmadığını bildirmişlerdir. Sahabenin büyüklerinden bazı kimseler satranç oynadığı gibi, Tabiin ve ondan sonra gelenlerden sayısız kimseler satrancı oynamışlardır. Hatta Said b. el-Müseyyeb de arasıra satranç oynuyordu. (İbn Hacer, Tuhfe, 10/217)

Efendimiz kahkaha ile gülmemiştir çok gülmenin kalbi öldürdüğünü söylemiştir, ama makul şekilde eğlencelere yalan söylemeden yapılan şakalara kendi de iştirak ederek gülmüş hatta yapmıştır.

Şakacılığı ile en ziyade meşhur olan Nuayman (radıyallahu anh) Resulullah’a bile büyük şakalarından yapmıştır. Anlattığına göre, Medine’ye turfanda veya iyi bir şey gelince onu veresiye alır. Resulullah’a “hediye” olarak getirir, ödeme zamanı gelince, Aleyhissalâtu vesselâm’a giderek “hediyesi” nin borcunu isterdi. Resulullah: “Sen onu bana hediye etmiştin ne oldu?” deyince: “Bu güzel şeyi sana layık gördüm, param olmadığı için böyle yaptım” derdi. Resulullah Nuayman’ı hep gülerek karşılar ve ona hiç kızmazmış. Hatta onunla karşılaşınca kendini gülmekten alamazmış. Nuayman’ın bir sefer sırasında kızdığı arkadaşı Süveybit’i “kölem” diye satması da onun meşhur şakalarından biridir.


Sonuç;

Bilindiği gibi sanatta aşırılığa gitmek insanı sadece zevk peşinde koşan biri haline getirir. Günümüzün zevkte sınır tanımamazlığı sanattada aşırıya gitmeye yol açmıştır. Peki hangisine sanat veya sanatçı denebilir? Şiir adına yazılan hiç bir manası olmayan saçmalıklar ya da kötü yola teşvik eden şarkılara mı? Ya da sanatkâr diye çırılçıplak soyunmuş, vücudunu teşhirden başka hiçbir marifeti olmayan, ekranları ahlaksız figürlerle donatan adı sanatkâra çıkmış şu kişilere mi? Tüm gününü bale, gibi çeşitli dans figürlerini ezberlemekle yani boş boş geçiren, kendilerini ve çevresindekileri az biraz eğlendirebilmek için tüm zamanını öldürmekten başka bir işe yaramayan (çünkü neredeyse hiç sanatsal değeri olmayan, izleyenlere haz vermeyen, küçük topluluklara hitap eden) işlerle uğraşanlar mı?


Denge dini olan İslam’da; sanatı insana yetecek, keyfine kafi olacak miktarda ve doğru şekilde yaşamak yaşatmak vardır.

Enfal-24 – Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer.

Tarihteki en büyük İslam toplumunda müziksel faliyetlere örnek;

OSMANLI’DA MÜZİK;

MS 10.yy’ dan 20. Yy’lın başlarına kadar Türk Müziğinde sözü edilebilecek değişimler aşağıda maddeler halinde sıralanmıştır.

1. Programlarında ayrı bir müzik dersinin yer almadığı “Medrese” ler de, aynı zamanda “birer din bilgini veya devrin matematik ve mantığına az çok aşina olan din adamları”(Koçer, 1991) tarafından “dolaylı bir dinsel müzik eğitimi yapıldığından söz edilebilir”(Uçan, 1994). Bu, örgün müzik eğitiminin temeli olabilecek derecede önemli bir gelişme olarak düşünülebilir.

2. Farabi’den (872-950) Rauf Yekta’ya İslami esaslarla yetiştirilmiş ve Türk müziğine yön vermiş Türk, Müslüman veya yabancı asıllı ama Osmanlı vatandaşı olan 15 Müslüman müzikoloğ’un varlığı (Sağlam, 1997) ve müzik ile ilgili çalışmaların sürdüğü bilinmektedir.

3. Yukarıda sözü edilen müzikologlardan bazılarının Osmanlı Sarayının himayesinde yaptıkları çalışmalar sonucunda halk müziğinden farklı, dili Osmanlıca olan, divan edebiyatından etkilenmiş ve Saray müziği olarak adlandırılan yeni bir müzik türü ortaya çıktı.

4. Bu yeni müzik türüne eserler kazandıran ve bu eserleri seslendiren aynı zamanda “Hacı ya da Hoca” gibi dinsel ünvanları olan bir çok değerli besteci ve çalgıcı yetişti.

5. Özellikle 15. Yy’lın başlarından itibaren Saray musikisinde “Peşrev, Saz Semaisi, Medhal, Sirto, Longa, Mandıra,Taksim, Çiftetelli ve Zeybek gibi Çalgı müziği formları“ kullanılmaya başlandı ve çalgı müziği ayrıca önem kazandı.

6. Saray musikisinin ortaya çıkmasından sonra halk müziğinde az kullanılan veya hiç kullanılmayan “Ney, Tanbur, Miskal, Rebab gibi çalgılar kullanılmaya başladı” (Fanton, 987) ve çalgı yönünden bir zenginleşme görüldü.

7. Ortaya çıkan ve klasik musiki diye de adlandırılan saray müziği “sarayların, konakların duvarları arasında yankılanmış, musikiden anlayanlardan, musiki tutkunlarından, üst sınıf insanlarından oluşan seçkinlerin zevkine seslenmiştir” (Popescu-judetz, 1996,Çeviri: Bülent Aksoy). Böylelikle İslami bir toplumda bir sınıf müziği meydana geliyor.

8. Askeri müzik topluluğu olan“Mehter”, Türkler için, İslamiyet sonrası ve özellikle, Sünni öğretisinde dinin ve siyasi yönetimin en üst mevkisi olan halifeliğin 1517’de Türklerin eline geçmesine rağmen, kapatıldığı 1826 yılına kadar çok önemli bir müzik kurumu olarak görevini yerine getirmiştir.


9. Aynı zamanda halife ve sultan olan III. Selim ve II. Mahmut gibi Osmanlı sultanları müzikle özel olarak ilgilendiler.


10. Osmanlı’nın 19. yy’ın başında Mehter yerine kurulan ve saray bandosu olarak görev yapmanın yanı sıra bir konservatuar gibi müzik eğitimi görevini de üstlenen Muzika-ı Humayun.


11. Süleyman Çelebi tarafından1409-1410 tarihlerinde yazılan 730 beyitlik mevlid özellikle 17 ve 18 yy’larda bazı müzikçilerce bestelenmiştir. Mevlid dışında bir çok ilahi dini müziğe kazandırılmıştır.


12. Yukarıda açıklanan müzikal değişimlerin bu denli çok ve köklü olmasına rağmen halk müziğinde kullanılan Türkçe dilinden, çalgılardan ve ozanlık geleneğinden, halk kültürünün aktarımından ödün verilmemiştir.


İslam Kültürü Sanatla İç içe;


Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonraki yüzyıl içinde İslâmiyet İran’ı, Suriye’yi, Kudüs’ü, Mısır’ı, Mezopotamya’yı, Kuzey Afrika’yı, İspanya’yı çevresi içine almış; eski Roma Denizi bir Müslüman gölü olmuştur. Hilâlin bir ucu Batı Çin’e, öbür ucu da Fransa’da Poitiers’ye dayanmıştır. Tarihte hiçbir İmparatorluğun bu kadar kısa bir zamanda İndus nehrinden Atlas Okyanusu’na kadar böylesine genişleyip yayıldığı gösterilemez. Bu genişleme ile birlikte İslâm ülkelerindeki uygarlık eserleri de alabildiğine gelişme göstermiştir. Abbasiler devrinde İslâmiyet’in merkezi olan Bağdat şehri, akıllara binbir gece masallarının ihtişamını getirmektedir. 1046 yıllarında Mustansır Billah’ın halife bulunduğu sıralarda Mısır’ı ziyaret eden Nâsır-ı Hüsrev, Fâtımiler’in idaresi altındaki Mısır’ın ileriliğini, zenginliğini, emniyet ve adaletini övmekle kalmaz, 640’da Amr İbnü’l-As’ın kurduğu Fustât şehrinin, Kahire kurulduktan sonra bile uzun zaman parlak devirler yaşandığını, on dört ve yedi katlı evler yapılmış olduğunu, yedinci katta “dam üstünde bahçeler” bulunduğunu yazar. Müslümanlar zapt ettikleri yerlerde, iman ve zafer neşesiyle, yorgun enerjileri canlandırmayı başardılar. Müslüman olanlar taze bir kuvvetle bu coşkun nehrin sularına katıldılar. Çöllerde yer yer şehirler fışkırmaya, camiler ve medreseler yükselmeye, kütüphaneler ve hastaneler kurulmaya başlandı. Bilim, sanat, edebiyat, felsefe ile tarım ve ticaret beraber ilerledi. Muhteşem sanat eserleri gerek mimaride, gerek süsleme sanatlarında tarihte eşine az rastlanır bir gelişme gösterdi. Mimari, musiki, tezhip ve hat gibi sanatlarımız, dünyaya parmak ısırtmıştır. Yahya Kemal :” İslâm sanatı deyince; ayağımızın altındaki kilimden göklere kadar tırmanan Selimiye’lere, Karahisari’nin kubbeyi işlemesinden Dede Efendi’nin çığlığına kadar hepsi hatırlanmaz mı? Hemen o günlere uzanır ve adeta Sinan’a taş taşır, bacıya desen uzatır, Şeyh Hamdullah’a hokka tutmaz mıyız? Duyanlar için, bütün tarih ve sanat eserlerimiz dinî ve mistik bir ruh taşır. Çünkü hemen hepsi bu ruh ve düşünce ile yapılmıştır. Revan köşkünde gezerken kulağıma derinden bir Kur’an sesi geldi. Birdenbire İslâm mimarisini tam manasıyla gördüm. Çünkü İslâm mimarisinin içinde bir ruh gibi muhakkak rahle başında bir Kur’an sesi lâzım. O ses olmadığı zaman bu mimari kuru bir şekilde gözüküyor”


Musiki, âşıkın aşkını, fâsıkın fıskını artırır. Musiki denilen nutk-ı ilâhî Bir coşkun denizmiş nâmütenâhî. Yunus’tan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye kadar uzanan bu çizgi bugüne olduğu kadar, daha pek çok asırlara ses, söz ve hikmetlerini duyurabilecek güçte ve zenginliktedir. Itrî bestelesin tekbirini, Evliya okusun Kuran’lar, Ve Kuran’ı göz nuruyla çoğaltan Kayışzâde Osman’lar… Natını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar…


Çağdaş sosyal psikolojide her şeyden önce bir heyecan hali olarak değerlendirilen eğlencenin masum haz arayışına cevap verdiği, monotonluğu durdurarak yenilikler getirdiği, uyuşmazlık, karmaşıklık, beklenilmezlik, düzensizlik gibi özellikleri sayesinde organizmayı optimal uyanıklık ve verimlilik seviyesine ulaştırdığı, sosyal kaynaşma ve dayanışmanın gelişmesine katkıda bulunduğu kabul edilir.


Hiçbir Medeniyette Olmayan, İslam’ın Kendi Sanatı;


Güzellik dini olan İslâm, sanata yeni soluklar aldırdı. Figür sanatından başka bir şey bilmeyen insanlığa soyut sanatı öğretti. Sanata yeni görüşler kattı, yeni yorumlar getirdi. Soyut (nonfigüratif), o dantel gibi akıllara durgunluk veren süslemeyi Müslümanlar keşfettiler. Batılıların hayran kaldıkları El-Hamra’yı onlar meydana getirdiler. Doğu halılarının o güzellik ve ihtişamına hiç kimse ulaşamadı. Müslümanlığın sembolü olan cami, boş bir yapıdır. Orada sunaklar, heykeller, tanrı ve ermiş resimleri yoktur. Mozaiklerle, mermer kakmalarla, ahşap oymalarla ve alçıyla yapılan çok canlı ve zengin dekorasyonun tümü figürsüz, soyut motiflerden oluşur. Kiliseleri biliyoruz, onların içi heykel ve resimlerle doludur. İslâmiyet’ten önce Kâbe’de heykeller vardı. Bu heykeller soyutu kavrama güçlüğünün sıkıntılarıdır.


İslam sanatının Bizans, İran, Hint ve Moğol kaynaklarında önceden mevcut unsurlardan oluştuğuna ilişkin çok şey yazılmaktadır. Ama bütün bu unsurları tek bir sentezde işleyen gücün doğası hakkında çok az şey söylendi. Hem zaman hem de mekan olarak İslam sanatının birliğini kimse inkar etmeyecektir; bu çok açıktır; sanat eseri Kurtuba’da bir cami, Semerkant’ta büyük bir medrese, Mağrip’te bir evliya mezarı olsun, isterse Çin Türkistan’ında türbe olsun, sanki hepsinden aynı ışık saçılmaktadır. Öyleyse bu birliğin doğası nedir? Şer’i hukuk hiçbir özel sanat biçimi emretmez; yalnızca bu biçimlerin ifade alanlarını kısıtlar, ve kısıtlamalar yalnız başına yaratıcı değildirler. Demek bu sanatın oluşumu İslam’ın Müslümanlara verdiği ruhi ve toplumsal güzelliğin yansıması sayesindedir.


” height=”315″ src=”https://img1.blogblog.com/img/video_object.png” width=”560″ style=”cursor: move; background-color: rgb(178, 178, 178);”>

 Faydalanılan Kaynaklar: ”Uludağ Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: XIV, Sayı: 1,2001” *İSLAM SANATI, Louis Gardet, İSLAM SANATINDA KALICI DEĞERLER, Titus Burckhardt,(Titus Burckhardt, Aklın Aynası, çev. Volkan Ersoy, İnsan Yayınları, İstanbul 1994), KAYNAKLAR:Çam, Prof. Dr. Nusret, İslâm’da Sanat,Erkul, Vedat, Sanat ve İnsan, 52-53,Timaş Yay., İstanbul-1996.Serin, Muhittin, Hat Sanatımız, 12-15, Kubbealtı Yay., İstanbul-1982.Yetkin, Ord. Prof. Suut Kemal, 1-2,Ankara-1965.Yahya Kemal, Aziz İstanbul, 120, MEB.Yay., İstanbul-1995.Batılı Gözüyle İslâm Kültür ve Medeniyeti, çev: Müjdat Karayerli-MuratÖzyiğit, 138-140,Esra Yay.,İst.1994.Erginsoy, Dr. Ülker, İslâm MadenSanatının Gelişmesi, 1-2, KültürBakanlığı Yay., İstanbul-1978.Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Musiki ve Semâ’, 11-15, İrfan Yay.,İstanbul-1976.Ayvazoğlu, Beşir, İslâm Estetiği ve İnsan, 149, Çağ Yay., İstanbul-1989.Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleriYüksek Kurulu’nun “Musiki İle İlgili Standart” fetvası.Buhari, Tecrit, 3/151, Iydeyn, Hadisno: 513; Müslim, Salâti’l-Iydeyn, 5/27,Hadis no: 17; Mâce, Nikâh, 5/318,Hadis no: 1898; Sünenü’n-Nesei,Salâti’l-Iydeyn, 3/287,Bab:36. TDVİA, 10/488 “Eğlence” mad.Öztuna, Yılmaz, Itrî, 33, Kültür veTurizm Bakanlığı Yay., Ankara-1987.Turgut, Prof. Dr. İhsan, Sanat Felsefesi,169, Üniversite Kitabevi, İzmir-1993

*http://m.sorularlaislamiyet.com/index.php?oku=15496
*http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/225638/santranc-oynamak-haram-degilse-haram-oldugunu-bildiren-hadisleri-nasil-degerlendirmeliyiz.html

Scroll to Top