21-İSLAMDA SAVAŞ
Sofia nın günlüğü kitabında; iyilik güzellik diyen dinlerin insanları savaşa sürüklemesi ve bazı din adamlarının dini suistimal etmesi anlatılmış bu nedenle yazar tanrı ile ilişkimi kestim diyor. Bu konu bu gibi düşüncelere cevap teşkil etmektedir.
CİHADIN AMACI ZORLA İSLAM’I YAYMAK MIDIR?
Cihadın amacı insanlara zorla islamı benimsetmek değildir. Müslümanlar tebliğ metoduyla İslam’ı anlatırken Müslümanları engellemek isteyenler yüzünden savaş gerekli olmuştur. Yani Müslümanlar tebliğ metodunu uygulayabilmek için önlerindeki engelleri gerektiğindesavaşarak aşmışlardır. Savaşlar İslam’da her zaman karşı tarafın saldırıları sonucu çıkmıştır. Neticede savaşın amacı zorla dini yaymak değil, dinin yayılmasını ve Müslümanların hayat hakkını engelleyenlere dur demek, meşru müdafada bulunmaktır. Amaç savaşla İslamı zorla benimsetmek değil, İslam’ı anlatıp kalpleri fethederken çıkan engelleri orantılı güç kullanarak aşmaktır.
Gasiye-21 – İşte böyle… Sen insanları irşada devam et. Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir. 22 – Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin.
Yani “dinde zorlama yoktur”düsturuyla savaşma zorla İslam’ı benimsetme durumu yoktur, bunun tarihte bir örneğide yoktur. Ve zaten savaşarak din yıkılmaz ve yayılmaz. İnsanlar o dine gönülden inanmadıkça zorla o dine tabi tutulurlarsa huzursuzluk oluşur elbet bir gün isyan ederler. Eğer akıllara ruhlara işlenmeden din yayılmış olsaydı bugün ortadoğuda isyanlar islami değil anti islami olurdu. Müslüman toplumlar baskıyla dayatmayla değil kendi istekleriyle şeriatla yönetilmişlerdir. Allah bozguncuları zalimleri anarşistleri teröristleri sevmez;
Kassas-83 –Ama âhiret diyarına gelince: Biz orayı dünyada büyüklük taslamayanlara, fesatçılık ve bozgunculuk peşinde olmayanlara veririz. Hayırlı âkıbet, günahlardan sakınanlarındır.
Aşağıdaki ayetlerde kafirlerle savaş teşvik edilmiştir;
Fetih-29 – Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler…
Tahrim-9 –Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla mücahede et ve onlara sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Gidilecek yer olarak ne fena yerdir orası!
Nisa-84 – Artık Allah yolunda cihadet!Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de buna teşvik et.Umulur ki Allah kâfirlerin savletini(saldırısını) uzaklaştırır. Allah en güçlü ve cezalandırması da en çetin olandır.
Bu ayetleri okuyan “hadi cihata gidiyoruz!” deyip canlı bomba olabilir ya da İslam’ın emirlerine aykırı olan büyük günahları bir tek ayetten hüküm çıkararak işleyebilir. Ama İslam’ın emirlerini tam manasıyla anlamak için Kuran’dan-hadisten sonuç çıkarılırken tek ayetle iş yapılmaz, konuyla ilgili ayetlerin genelinin anlamına bakılır. Tamam savaşalım ama ne için, ne zaman, ne olunca savaşalım bunları da öğrenmek lazımdır. Ayetleri tek tek değil topluca değerlendirdiğimizde savaşın şu şartlarda yapıldığı sonucuna varırız;
1.Meşru Müdafaa/Savunma Savaşı, Zulmü Durdurmak veya Haksızlığa Uğrayan Müslümanlara Yardım Savaşı
Enfal-39 – Dünyada fitne kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın. Allah zaten onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir.
Fitne: Şirki ve dinsizliği yaymak, dinden döndürmek, Allah’ın haramlarını çiğnemek, asayişi bozmak, vatandan çıkarmak vb. dir. Bu ayette: hak dinden döndürmek için işkence etmek manasınadır. Karşı taraf işkenceden vazgeçerse barış isterse, barış yapılır. Barış isteyen gruba karşı savaş istemek, bozguncu olmak müslümanlığa yakışmaz.
Hac-39 – Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme mâruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.
Cihada ait emirler şöyle bir sıra dahilinde olmuştur: Hz. Peygamber (a.s.) tebliğ görevini yürütürken ilkin (hicr-15,94) ayetinde müşriklerden yüz çevirmesi emredildi. Sonra (Nahl-16,125) ayetiyle güzel mücadele, tatlı münakaşa talimatı verildi. Derken bu ayetle (Hac-39) zulme karşı savunma savaşına izin verildi. Bundan sonra da düşmanların hücum ve taarruzları şartına bağlı olarak karşılık verme emri verildi. Daha sonra hürmetli aylar geçmek şartıyla cihad kabul edildi (Tövbe-9,5). En nihayet mutlak surette cihad farz kılındı.Tabi gerekli şartlar yerine gelip haksız yere savaş açmadan. (İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtar)
Kimi müfessirler “…sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin” (Gasiye-22) gibi din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ayetleri, kılıç ayeti dedikleri: “…onlar sizinle savaştıkları gibi sizde onlarla topyekün savaşın-(Tevbe-36) ayetiyle neshetmek (iptal etmek) gibi bir hata içerisine düşmüşlerdir. Esasen bu nesih konusuna merak salan bazı kişiler bir delile dayanmadan ayetler arasında bir çelişki olmadan kendi vehimleriyle Kuran’ın bir çok ayetini bir çok ayetiyle çarpıştırmış ve böylece neshedilen ayet sayısını arttırmakla bir marifet yaptıklarını sanmışlardır.
Gerçek şu ki; İslam’da savaş müslümanları tam özgürlüğe kavuşturmak, davet özgürlüğünü; günümüz tabiriyle düşünce, düşünceyi yayma özgürlüğünü sağlamak, düşmanların eziyet ve saldırılarını önlemek, müslümanların özgürlük ve güvenliğini garanti altına almak, varolan varolabilecek tehlikeleri bertaraf etmek için meşru kılınmıştır. Peygamberin hayatının sonuna kadar bu prensip muhkem kılınmış uygulanmıştır. Hac suresinin 38-40.ayetleri bunun delilidir.
Hac-40 –O müminler ki tamamen haksız yere, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dediklerinden ötürü yerlerinden yurtlarından kovulmuşlardı. Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çok anıldığı mescitler yıkılır giderdi. Dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.
Bakara 190 – Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez. 191 – Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. (fitne)Dinden döndürmek için işkence yapmak, adam öldürmekten beterdir. Yalnız, onlar, Mescid-i Haram’ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın, Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu âyet, böyle bir işkenceyi durdurmanın, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaş ilanına cevaz vermiştir. Nüzul sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir.Savaşın sebebi gayet haklıdır, bir ülkenin insanlarına düşüncelerinden ötürü işkence yapılıyorsa savaş açmak o devletin pek tabi hakkıdır.
Bakara-192 – Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur. 193 – Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah’a mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. 194 – Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
Mümtahine-8 – Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.
Bu ayet müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu sırada inmiştir. Buna rağmen iyiliği, insaf ve adaleti emretmesi oldukça dikkate değer.
Mümtahine-9 – Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi meneder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Görüldüğü gibi gayrimüslimlerle ilişki kesmenin ve onlarla savaşmanın sebebi, kâfir olmaları değil, müminlere zulüm ve işkence etmeleridir. Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayr-i müslimlere iyi davranmak gerekir, farzdır. Nitekim İslam zaten iyi davranıp kalplerin yumuşatılmasıyla yayılmıştır, yoksa Efendimiz (s.a.v.) tek başına zorlayarak kimi imana getirebilirdi? Kafirlere iyi davranmanın Efendimiz döneminde binlerce örneği vardır bunlardan güzel bir örnek şöyledir: Hz. Ebu Bekir’in hanımı Kuteyle kâfir idi. Hudeybiye anlaşmasından sonra kızını görmek üzere Medine’ye geldiğinde kızı Esma: “Annemle görüşeyim mi?” diye sorunca Efendimiz: “Evet, hem de ona iyi davran” demiştir. Aynı şekilde bütün İslam devletlerinde gayrimüslimlere iyi davranılmış, onlar müslümanlardan hoşnut olmuşlar, birçoğu gördüğü bu hoşgörü, hayvani atmosfer içinde karşılaştıkları bu insanlık nedeniyle müslüman olmuştur. Bu hoşgörü anlayışı içinde, Müslümanın gayr-i müslim muhtaçlara yardımda bulunmasına da hiçbir mâni yoktur, aksine sevaptır.
Nisa-74– O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid olur veya galip gelir gazi olursa, Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz. 75–Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan: “Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!” diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?
Bu ayet, Mekke’de veya başka bir yerde müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin feryadını dile getiriyor. Tarih boyunca müslümanlar, bir yerde insanlara zulmedildiğini gördüklerinde o zulüme dur demekle mükelleftirler. Mazlumların masumların hamisidirler. İki Müslüman topluluk savaşırsa eğer Müslümanlar yine kanı durdurma barıştırma yoluna giderler;
Hucurat-9 – Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun. Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun. Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun, çünkü Allah âdil davrananları sever. 10 – Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.
Enfal-19– Ey müşrikler! Siz zafer mi istiyordunuz? İşte zafer geldi! Siz müminlere hücumdan vazgeçerseniz bu, sizin için daha iyi olur; yok döner yine savaşa başlarsanız, Biz de başlarız! Askeriniz çok da olsa size hiç fayda vermez, çünkü Allah müminlerle beraberdir.
2.Yapılmış Bir Barış Anlaşmasının Düşman Tarafından Bozulması Sonucu Başlayan Savaş. Hainlik eden anlaşmayı bozanlara karşı savaş;
Nisa-89 – Ne çok isterler ki siz de kendileri gibi küfre düşesiniz de böylece kendileriyle beraber olasınız. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin! Eğer aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları yakalayın, öldürün ve sakın onlardan veli veya yardımcı edinmeyin! 90– Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler bundan müstesnadır. Eğer Allah dileseydi, bunları size musallat eder ve bunlar da sizinle savaşırlardı. O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara saldırmak için size yol vermez.91 –Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler. Bunlar ne zaman fitneye çağırılsalar derhal ona dalarlar. O halde bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün! İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki vermişizdir.
Avfi bin Abbas’tan şöyle rivayet eder: Bu ayet, müslüman olduklarını söyleyen ancak müşriklere yardımcı olan bir kavim hakkında indi. Mekke’den bazı ihtiyaçlarını temin etmek için dışarı çıkmışlardı. “Şayet Muhammed’in arkadaşlarıyla karşılaşırsak onlardan bize bir zarar gelmez” diyorlardı. Müminler bunların Mekke’den çıktıklarını haber alınca, bir grup “Korkakları öldürmek için atlara binin; çünkü onlar, düşmanlarınıza yardım ediyorlar.” Diğer bir grup da “Subhanallah! -veya bunun gibi bir şey söylediler- Hicret edip yurtlarını terk etmediler diye sizin söylediklerinizi söyleyen bir kavmi öldürecek misiniz? Kanlarını ve mallarını helal mı sayacağız?” diyordu. Bu şekilde iki gruba ayrılmışlardı. Bu arada Resulullah yanlarındaydı; Ancak iki gruptan herhangi birine müdahalede bulunmuyordu. Bunun üzerine “Niye münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” (Nisa-88-89…) ayeti indi.
Söz konusu edilen kâfirler, Medine dışında bulunan münafıklar olup şu üç gruba ayrılmışlardır: 1. Müşriklerle (düşmanla) işbirliği yapanlar. Bunlar imha edileceklerdir. 2. Müslümanların kendileriyle saldırmazlık anlaşması yaptıkları toplumlara sığınanlar. Bunlara dokunulmaz. 3. Gerek müslümanlarla gerekse kendi kavimleriyle savaşmak istemeyip tarafsız kalmayı tercih edenler. Bunlarda zalimlik yaparsa öldürülecek, barış teklif ederlerse barışılacaktır. Ayetlerde hainlik eden bir toplulukla savaşmaktan bahsediliyor ve her zamanki gibi barışa yanaşanlarla barış yapılması emrediliyor.
Enfal-57 – Onları savaşta ele geçirirsen, kendilerine öyle bir muamele yap ki onların arkasındaki bütün öbür düşmanlara da ibret olsun da, akıllarını başlarına alsınlar.
Hz. Peygamber (a.s.) Beni Kurayza Yahudileri ile bir sözleşme yapmıştı. Müslümanlar aleyhinde hiç kimseye destek vermemeyi kabul etmişlerdi. Buna rağmen Bedir savaşında Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Başkanları Kâb ibn Eşref Mekke’ye gidip orada müşriklerle bir ittifak gerçekleştirdi. Beni Kaynuka Yahudileri de sözleşmeye rağmen, kendi bölgelerine gelen bazı müslüman kadınları rahatsız edip Hz. Peygamberce ikaz edildiklerinde küstahça cevap verdiler. Enfal-57 ayeti bu ortamda indirildi.
Enfal-58 – Seninle sözleşme yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir hainlik alameti tesbit edersen, savaş açmadan önce anlaşmanın artık geçersiz kaldığını ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit olsun. Çünkü Allah hainleri asla sevmez.
Bu ayet İslam’ın uluslararası ilişkilerde çok önemli bir prensibini belirlemektedir. Herhangi bir tarafla anlaşma yapan kimse, süre bitinceye kadar anlaşmaya bağlı kalacaktır. Eğer ahdi bozmak için sebepler ortaya çıkmışsa, anlaşma ancak karşı tarafa haber verdikten sonra bozulabilir. Halbuki Cahiliye döneminde, karşı tarafa haber vermeden tek taraflı bozma olduğu gibi 20. asırda da bunun çok örneği vardır. Mesela ikinci dünya savaşında Almanya bir açıklama yapmadan Rusya’ya saldırmış. Aynı şekilde İngiltere ve Rusya, İran’a karşı askeri harekâta başlamışlardı. Görüldüğü gibi cahil her dönem cahildir, İslam’ın hükümleri adamlığın hükümleridir, zamanaşımına uğramaz.
Enfal-61 – Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Çünkü Allah semîdir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir ve bilir).
Tövbe- 12 – Eğer anlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar, bir de dininize hücum ederlerse, artık kâfir güruhunun o öncüleri ile savaşın! Çünkü onların gerçekte artık yeminleri ve ahitleri kalmamıştır. Umulur ki, hiç değilse bu durumda, inkâr ve tecavüzlerinden vazgeçerler.
Onların yeminleri yoktur, zira onlar yeminlerine riayet etmezler, aykırı davranmakta mahzur görmezler. Demek ki savaşta hedef, işkence ve eziyet edenlerin mesleğini tutup da eza ve cefada bulunmak değil, ısrarla sürdürdükleri saldırı ve tecavüz hallerinden onları vazgeçirmek olmalıdır.
Tövbe-13 – Ahitlerini ve yeminlerini bozup Peygamberi vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki, aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuşlardı. Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Ama eğer mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir.
3. İrşad Hürriyeti: İslamı yayarken önüne çıkan engelleri aşma savaşı;
Tövbe-29– Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah’a da, âhiret gününe de iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye verinceye kadar savaşın.
Bu bölümdeki ayetlerde de gene yukarıdaki ayetler gibi tek başlarına değerlendirildiğinde “durduk yere savaşın, herkesi himaye altına alın” manasıvardır. Ama tabikide bu ayetleride Kuran’daki tüm ayetler gibi tek başına değerlendiremeyiz;
Bunlarla savaşmak için, evvela onların saldırmaları şarttır (bakara-190). Hz. Peygamber (a.s.) müşrik Araplarla ancak İslam’ı imha etmek için silaha sarıldıklarında harbetti. Hıristiyanlarada (Bizans imparatorluğu) İslam devletini ortadan kaldırmak için savaşa hazırlandıkları söylendi ve onlara karşı hazırlanıldı. Fakat Müslüman orduları savaş alanına gittiklerinde karşılarında bir bizans ordusu yoktu. Hz. Peygamber karşı tarafın saldırmaya hazır olmamasını fırsat bilerek baskın yapmadı. Aksine, harbetmeden geri döndü. Aynı şekilde Kanuni, Avrupa’da karşısında bir haçlı ordusu bulamayınca hiç kan dökmeden geri dönmüştür. Daha nice karşısındaki düşmanı civanmertliğiyle utandıracak, İslam tarihindeki bütün savaş olayları çok büyük bir savaş adabıdır. İslam’ın amacının kan dökmek değil, engelleri kaldırmak olduğunun göstergesidir.
Cihadın gayesi, gayri müslimleri kuvvet kullanarak İslam’a sokmak değil, İslam’a karşı çıkan kuvvet kalmamasını sağlamaktır. Mevlâna Celâleddin Rumî; “Savaş, zalimlerin elindeki kılıcı almak için farz kılınmıştır.” der. Zalime merhamet mazluma zulümdür. Fethedilen bölgelerdeki gayri müslim halktan alınan Cizye, İslâm devletinin, gayri müslim vatandaşlarından aldığı cüz’î bir vergidir. Müslümanların verdiği zekât nisbetinden fazla değildir. Devletin sunduğu hizmetler karşılığı olarak alınır.
Tövbe-123 – Ey müminler! Size mekân bakımından yakın olan kâfirlerle savaşın, onlar sizde bir ciddiyet ve üstün gayret görsünler. İyi bilin ki Allah, fenalıklardan sakınan müttakilerle beraberdir
İslamiyet’in yayılması için dünyanın dört bir yanına yayılan Müslümanlar irşad yapmaya gittikleri bazı yerlerde sebepsiz kötü muamele ile karşılaşmışlardır. Bu durumda onların kendilerine yakın, bu irşad hürriyetlerini engelleyen kafirlerle savaşmalarına yol açmıştır. Bu savaşlarıda gene, müslümanlara kötü muamelede bulunarak ve onları engelleyerek ilk kafirler başlatmıştır. Gelen elçiyi öldürmüşler, güçlenen İslam’ı durdurmak için saldırmışlar, ittifak kurmuşlar, anlaşmalarını bozup ihanet etmişlerdir.
Nitekim müslümanlara böyle davranan bu kafir sistemler, kendi ülkelerinde de dileyenin dilediği inancı benimsemesine de engel olurlar, çeşitli yöntemlere başvurarak insanları inançlarından vazgeçirmeye çalışırlar. En iğrenç şekillerde inanç özgürlüğünün ortadan kaldırılması, bu düzenlerin varlığında somutlaşmaktadır. (bkz:Avrupa’da mezhep benimsetme katliamları, tüm dünyada bugün dahi görülen görülen azınlıktaki dinin mensuplarına karşı uygulanan din değiştirme katliamları…) İşte bundan dolayı İslam, bu düzenleri yerle bir etmek ve bu düzenleri koruyan güçleri ortadan kaldırmak için kılıca sarılır. Sonra ne olur? Bu düzenleri, İslam ordusu ortadan kaldırdıktan sonra, insanları diledikleri inancı benimseme hakkına sahip özgür kimseler olarak serbest bırakır. Bu insanlar isterlerse İslam’a girebilir müslümanların sahip oldukları tüm haklara sahip olur, İsterlerse eski inançlarını korur, islâm çağrısı önünde bir engel oluşturmayacaklarını ifade etmek, kendilerini henüz islâmın egemenliğine girmemiş güçlerin saldırısından koruyan müslüman devlete maddi katkılarını yerine getirmek, aynı şekilde tıpkı müslümanlar gibi kendilerinin ve yaşadıkları bölgenin bakımını garantiye almak, devletten hizmet görmek için cizye öderler.(bkz:gelmiş geçmiş bütün İslam devletleri ve özellikle 32 milleti bünyesinde barındıran Osmanlı)
Nisa-76 – İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar.Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla muharebe edin. Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.
İSLAM’IN ÜSTÜN SAVAŞ ADABI
Önce cihat nedir onu açıklamak gerekiyor. İnsanlar cihadı eline silahı alıp tüm kafirleri öldürme girişimi zannediyor. Evet! İslam müslümanları cihada teşvik eder. İslâm’ın doğru anlaşılması, anlatılması, sevdirilmesi için ortaya konulan her türlü gayret cihadın kapsamına girmektedir. Savaş ise gerektiğinde İslam düşmanları ile yapılan fiili mücadelenin sadece bir kısmıdır. Yani savaş, büyük ve kutsal bir hareket olan cihadın bir parçasıdır. Bu nedenle kaynaklarda cihad bazen savaş yerine de kullanılır.
Yani cihat insanla değil inkarla mücadeledir. Savaş şeklinde olan cihatta zulümle mücadeledir. İslam’ın yayılması güzellikle olmuştur, gittikleri beldelerde müslümanların anlatmasıyla, İslam’ı yaşayıp örnek olmasıyla İslam beğenilmiş ve yayılmıştır. Zaten bugüne kadar zorla baskıyla bir insanın düşüncesinin, dininin değiştiği görülmemiştir. Yani metod, kılıç zoruyla bir ülkeye girip orda otorite kurup halkı çeşitli sindirme yöntemleriyle İslam’a yöneltmek değildir. Çünkü güzellik zorla olmaz ve bir gönül işi olan din de zaten bu şekilde yayılamaz. Zaten daha öncede çokça tekrar ettiğimiz gibi eğer Allah gönülden itaat istemeseydi insana irade verip özgür bırakmazdı, Allah kendi öz varlığını gösterir insanların zorla inanmasını sağlardı. O nedenle din gönül işidir, cihadın amacı zorla dini benimsetmek olamaz. Yani savaş ancak İslam engellenirse çıkar. Eğer savaşa neden olacak bir engelleme yoksa, müslümanlar o ülkeye kişisel olarak giderek İslam’ı anlatırlar. Ne zaman o ülkede birileri çıkıp “anlatamazsınız” derse ve müslümanlara kılıç çekerse işte o zaman mecburen müslümanlarda kılıca sarılırlar. İşte bu nedenle İslam’da savaşmanın amacı; İslam’ı yayma yolunda çıkan, savaşı zorunlu kılan engelleri gerekirse zor kullanarak aşmaktır. İnsanlığın bu dünyasını ve sonsuz dünyasını kurtaracak bir sistemin tüm insanlığa ulaşması için, eğer karşı taraf istiyorsa savaşmak göze alınmıştır.
Neticede İslâm’da savaş; kan dökmek, toprak kazanmak, ganimet elde etmek için yapılmaz (tarihte hiçbir İslam ülkesi fethettiği toprakları bugünkü güya medeni devletler gibi sömürmemiştir). İslâm’da Cihad, Allah ile insanlar arasındaki engelleri bertaraf ederek, onların Allah ile buluşmalarını sağlama fiilidir ve genelde müdafaa eksenlidir.(Osmanlı’nın Viyana’lara kadar gitmesi haçlıların sürekli saldırıları yüzünden yani müdafa amaçlıdır. İslam davası gütmese Osmanlı güçlü olduğu dönemde Avrupa’nın tamamını ezer ve ele geçirirdi…) O nedenle İslam’ı sevmeleri için, savaşta masum sivil kanı dökülmeden esirlere ve düşmanlara iyi davranılarak İslam anlatılmaya çalışılmıştır. Zalimlik yapılmamıştır, çünkü amaç dünyalık bir getiri değildir, güzelliği yaymaktır.
İslam kendisiyle savaşmayanları masum saymış ve korumuştur;
Hadisi şerifler: Savfanİbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa gönderdi. Yola çıkarken şu talimatı verdiler: “Allah’ın adıyla, Allah yolunda yürüyün. Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz.” [Müslim, Cihad 3,(1731); Tirmizi, siyer 48,(1617); Ebu Davut, Cihad 90, (2612, 2613)]
“Kadın ve çocukları öldürmeyin”(Ebu Dâvud, Cihâd, 90)
Sa’lebe İbnu’l Hakem (r.a.) anlatıyor: “(Bir gazvede) düşmanın koyun sürüsüne rastlamıştık. Hemen yağmaladık ve tencereleri kurduk. Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm tencerelerimizin yanından geçti (ve onları gördü). Kaldırmamızı emretti. Derhal hepsini devirdik. Sonra: “Yağma helal değildir” buyurdu.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), her zaman barışa önem vermiştir. Hudeybiye Barışı, O’nun hayatında büyük bir zaferdir. O Yüce Peygamber, kendisine her türlü kötülüğü yapmış, hicrete mecbur etmiş olan Mekkelilere şefkatle davranmış, Mekke’yi kan dökmeden fethetmiştir. Hâlbuki isteseydi Mekkelilerin hepsini kılıçtan geçirebilirdi. Ama bunu yapmamıştır, çünkü O (s.a.v.), rahmet peygamberidir.
Masum kanı dökülmesin;
Fetih-25 –İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haram’ı ziyaret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları yerine ulaştırmaktan geri çevirenler onlardır. Eğer orada kendilerini tanımadığınız için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü zor durumda kalacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, Allah ellerinizi birbirinizden çekmez, savaşmanıza engel olmazdı.
Enfal-70 – Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere de ki“Eğer Allah sizin kalplerinizde hayır yani iyi niyet, iman ve ihlas istidadı bulursa, sizden alınan fidyelerden daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir
Yermûk savaşı sırasında Bizanslılar, Müslümanlara karşı oldukça büyük bir ordu topladılar. Müslümanlar da taktik olarak Suriye bölgesinde fethetmiş oldukları tüm yerleri terk edip bir merkeze çekildiler. Ebu Ubeyde, komutanlarına gayrimüslimlerden toplamış oldukları cizyeyi geri vermelerini emretti ve derhal, toplanmış olan tüm vergiler kendilerine iade edildi (Kitâbu’l-Harâc, 111, 348).
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmeden önce Kostantin’de(İstanbul’da) kral kendi dindaşlarına mezhep farklılığı yüzünden zulmediyordu, öyle ki rahipler: “bu ülkede diğer mezhepten rahip göreceğimize müslüman sarığı görmeye razıyız.” demiştir. Fatih fethedince bütün mezhepler rahatlamış onlara din ve vicdan hürriyeti tanınmıştır.
Kanuni’nin bir seferinde bir askeri bir gayrimüslimin üzüm bahçesinden üzüm almış yerine parasını bırakmıştı. Bahçe sahibi Kanuni’ye gitti bu parayı bırakan askere teşekkür etti, ama Kanuni bir askeri izinsiz bahçeye girip mal aldığı yani İslam’ın bir rükununu çiğnediği için seferi iptal etti. Fethedilen bölgelerde müslüman olmayanlardan sadece (cizye) vergi alınmış bu gayrimüslimler müslümanlardan kendi liderlerinden daha memnun kalmışlardır. Yüzlerce yıl İslam ülkesi altında isyan etmeden yaşamışlardır. Eğer zorlansalardı bu 100’lerce yıllık kansız, huzur ortamı olabilir miydi?
Osmanlı nın son (yıkılış) dönemindeki hem kendi dindaşları Araplara hem de avrupalılara yaptığı bir kısım zulümler ve hukuksuzluklar ise (2. kitapta patlayacağımız üzere) Osmanlı yı içten yıkmaya çalışan ve nitekim de yıkan sabetayist-pakraduni vs. münafık paşaların ve devlet adamlarının icraatleridir. Zaten Allah ın kanunları dışına çıkıldığındandır ki ülke zayıflamış ve yıkılmıştır.
Siz hiç Allah için savaşan bir ordu gördünüz mü ki savaş adabına aykırı hareket etsin;
Kuran’daki öldürme ve sürgün etme emri, bozgunculuk yapan, masum insanları öldüren, teröristlik yapan kısaca insanlara ve çevresine zarar veren kimselere karşı uygulanır. Savaşma ve saldırma emride gene müslümanlara karşı savaş açan, onların zayıf anını kollayan, anlaşmaları bozup ihanet eden milletlere karşı yapılır. Yanlız bu savaş sadece savaşılan milletlerin askerine ve yönetimine karşı yapılır. O milletin sivil halkına dokunulmaz, hatta vergi verirlerse korunmaya alınırlar, hatta ve hatta askerlerinden esir alınanlar misafir muamelesi görürler. Müslümanlıkta; masum bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğu benimsenmiştir.
Görüldüğü gibi bu ayetler bir çelişki oluşturmaz bütünlük oluşturur bu ayetler bir nevi savaş adabıdır. Ne yazık ki bu adaba tarihte yanlızca müslüman milletlerin riayet ettiğini görürüz. Müslümanlar hiçbir zaman katliam yapmadıkları halde hep katledilmişler bugün de onlarca ülkede katledilmeye devam ediyorlar.
Maide-32 – İşte bundan dolayı İsrail oğullarına kitapta şunu bildirdik: Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur. Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi. Ne var ki onların çoğu bütün bunlardan sonra, hâla yeryüzünde fesat ve cinayette aşırı gitmektedirler.
İslam dünyaya özgürlük getirmiştir, doğunun batının tüm tarihçi bilim adamları bunu kabul etmektedir. Çünkü islam’ın kısa sürede küçük bir orduyla çok büyük coğrafyaya hatta neredeyse bütün dünyaya yayılmasını imparatorluk haline gelmesini müslümanların diğer dinlere hoşgörülü olmasına kimseye baskı uygulamamasına insanlara istedikleri yaşamı sunmasına bağlıyorlar.
Çok nadir olarak Müslümanların savunma ve milli bütünlüğü koruma adına bir takım özgürlükleri kısıtladığı tarihte kayıtlıdır. Örneğin;
Osmanlı Devletini bir cihan imparatorluğu haline getiren Yavuz Sultan Selim Han, dedesi Fatih Sultan Mehmedin fethettiği Bosna topraklarında, bazı sinsi papazların hıristiyanlığı yaymak ve kaybettiği toprakları yeniden kazanmak için gizliden gizliye kiliseler açmaya kalkıştıklarını işitince 1516 yılında gönderdiği Bosna Livası Kanunnamesinde ;
“Bazı yerlerde eski kafir zamanından berü kilise olmayan yerlerde kilise ihdas olunmuş, Anın gibi yeni ihdas olunmuş kiliseler yıkdırılub ve içinde oturup ahvali gözetleyen keferenin ve papazların muhkem haklarından geline ve siyasetler oluna. Ve hangi kadının kadılığında olupta engellenmezse azline sebep ola” emri verilmişti. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi. Tapu tahrir def. nr 56. Hakikat dergisi Şubat 2005)
Osmanlı’nın fethettiği zamandan kalma kiliselere dokunulmamış ama sonradan İslam’a taarruz adına yapılan kiliselerin yıkılması emredilmiştir.
Benzeri bir olay Efendimiz in döneminde yaşanmıştır; Münafıklarda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hicreti esnasında yaptırdığı Kubâ Mescidi karşısında gösterişli bir mescit yaptılar. Mescid-i Dırar’ı yapmalarındaki amaç, Müslümanları bölerek birbirine düşürmekti. Bizans askerleri Medine’ye gelince de, onlara yardım edeceklerdi. Efendimizin orada namaz kılmasını sağlamak ve bu vesile ile Mescid-i Dırar’ın mukaddes bir yer olduğunu söyleyerek amellerini gerçekleştirmeye çalışacaktılar. Münafıklar ilk namazı kıldırmasını Hz. Peygamber’den istirham ettiler. Tebük seferinin hazırlığını öne sürerek Hz. Peygamber (a.s.m) meşgul olduğunu söyledi. Burayı kötü planlar için kullanmaya başladılar. Tebük dönüşünde Peygamberimiz orayı yaktırdı.
Tövbe-107 –Bir de şunlar var ki: müminlere zarar vermek küfür ve küfranı yaymak müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne savaş açmış adamı buyur etmek için, tuttular bir mescit yaptılar. Bütün bunlardan sonra onlar: “Bundan, iyilikten başka maksat gütmedik” diye yemin edeceklerdir. Allah şahit ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar. 108 – O Mescid-i dırarda hiç bir zaman namaz kılma!...
Fetih ve İşgal Farkı;
1. Cihat gerekliyse, müslümanlara savaş açılmışsa hainlik edilmişse yapılır, haksız yere savaş çıkarılmaz. Çünkü manevi bir amaç için yapılır. İşgal ise tam tersidir; maddi amaç güdülerek, hayvani hislerle ota boka sebeplerle düşman olduğu insanları tamamen yok etmek ellerindeki maddi herşeyi almak sömürmek için yapılır.
2. İslam’da cihat sadece o ülkenin ordusuyla yapılır. Kadınlarına tecavüz edilmez. Sivil halk çocuklar öldürülmez, şehirler yakılmaz, maddi kaynakları sömürülmez. Buna fetih denir. Tersine ise kafir ülkelerin yaptığı gibi işgal, sömürme denir.
3. Üstüne üstlük cihat ile alınan yerlerin halkına inanç özgürlüğü ve insan hakları tanınır. Irk dil din vs hiçbir ayrım yapılmaz. Vergi verirlerse o halk müslümanlar tarafından hizmet görür ve korunur. Çünkü amaç sömürmek, o ülkeden maddi bir çıkar elde etmek değil, o beldedeki insanların kalbini İslam’a güzellikle ısındırmaktır. Buna kalplerin fethi denir. Mal mülk fethine ise işgal denir. Müslümanlarda ganimet alır, yönetimin malına el koyar fakat amaç para değildir, para zararı tazmin İslam’ın güç kazanması için araçtır.
4. Alınan esirlere bile (ki onlar savaşta galip gelselerdi müslümanları öldüreceklerdi) misafir muamelesi yapılır, çünkü amaç kalpleri İslama ısındırmaktır.
Bu nedenledir ki İslam güzellik dinidir ve sevgiyle anlatıp yaşamakla yayılmış insanlar tarafından benimsenmiştir.
Bu nedenle fethedilen ülkelerin insanları Müslümanlardan, kendi ülkelerinin askerlerinden daha memnun kalmışlardır.
Bu nedenledir ki müslümanlar Allah yolunda oldukları ve fethettikleri bölgelerde sevildikleri için başarılı ve uzun süreli imparatorluklar kurmuşlardır.
Bu nedenledir ki Müslümanların katliam yaptıkları bir savaşı ve sömürdükleri bir ülkeyi gösteremezsiniz. 1.dünya savaşında işgal edilen ve sömürülen ülkelerin çoğu Osmanlı topraklarıydı, müslümandı.
İşte biz Müslümanlar öyle barışçıl bir ümmetiz-milletiz ki barış için savaşmışız. Dünyada illaki her dönem insanlar birseyler için savaşmaya mecbur kalacaklarsa, böyle savaş adabına sahip orduya can kurban.
Sonuç: Evet! İslam müslümanları cihada teşvik eder. Ama söylediğimiz gibi cihad savaşmak kan dökmek değildir, İslam’ı yaymak için yapılan her türlü faaliyet cihattır. Yani İslam, İslam denen güzel yaşam formunu yaymamızı istiyor.
Özetleyecek olursak; görüldüğü üzere; saldırılırsa, zulmederlerse, Müslümanların amaçlarını engellerlerse meşru durumlarda savaşılır, diğer durumlarda hep barışa yanaşılır, anlaşmalara harfiyen uyulur, siviller katledilmez, esirlere iyi davranılır, insanlara güzel örnek olunarak İslam anlatılmaya çalışılır. Kafirlere katliam yapılmamış, şehirleri yakılıp yıkılmamış hiçbir kötülükte bulunulmamıştır.
O zaman İslam toplumlarından daha güzel savaş adabına sahip başka bir topluluk gösterebilir misiniz?
Türkler Kılıç Zoruyla mı Müslüman Oldu?
Bir kısım yanlış ve eksik bilgi vererek Müslümanların akıllarına vesvese sokmayı amaç haline getirmiş (çoğu Yahudi dönmesi) tarihçiler; Türklerin kılıç zoruyla Müslüman oldukları hakkında makaleler yazıp ırkçılık damarını kabartarak; İslam’ı kötülemeye halkı İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyor. Ardından tüm müslüman milletlerin tarihte kılıç zoruyla Müslüman oldukları şeklinde vesveseler zinciri birbirini takip ediyor.
Elcevap: Bu yazarlar Arapların Türkleri katlettiklerine kaynak olarak büyük İslam alimi Taberi’nin eserlerini verirler. Araplar Türkleri katletmiştir doğrudur, İslam alimi taberide bu katliamları olduğu gibi yazmıştır, kaynaklarda doğrudur. Fakat Taberi bunları bildiği halde neden müslümandır ve Müslümanlığa hizmet eden büyük bir alimdir? Çünkü; bir zalimin adı Muhammed diye tüm Muhammedler zalim olamaz. Kafirler her zaman yaptıkları genellemeyi yapmışlar; İslam kimliği altında çıkan birkaç zalimin yaptıklarını tüm Müslümanlara atfetmişlerdir. Fakat istisnalar kaideyi bozmaz.
1-10 binlerce Türkü o dönem katleden Haccacı zalime zalim lakabını Müslümanlar koymuştur ve Araplar’da dahil tüm müslümanlar tarafından da görüldüğü gibi sevilmemektedir.
2-Haccac ve onun gibiler İslam’ın emirlerinden sapmıştır. Müslümanlara ve insanlara zulmetmiş, dünyalık amaçlar peşinde koşmuş, aşiret davası gütmüştür. Türklerle beraber binlerce Arabıda siyasi çıkarları uğruna katletmiştir.
3-Haccac ve avanesi Arapların diğer milletlerden üstün olduğunu savundu ki; üstünlük takvadadır, ırkçılık yapan cehennemdedir. Ayrıca peygamber Efendimizin “Türkler size karışmadıkça onlara dokunmayın” şeklinde hadisi şerifi vardır.
4-Haccac ve onun gibilerden önce ve sonra İslam liderleri ve devletleri (istisnaları dışında) bu tarz katliamlar yapmamış, üstte yazdığımız İslam’ın savaş kriterlerine uymuştur. Bu nedenle;
5-Haccac döneminde zaten Müslüman olmayan Türkler asırlar sonra (yani İslami metotlar, doğru yöntemler uygulandıktan sonra) Müslüman olmaya başlamışlardır.
6-Zaten zorla hiçbir insana hele ki topluluğa dinin kabul ettirilemeyeceğini önceki sayfalarda açıkladık.
7-Müslüman olmayan Arapta Türkte aynı kafadadır, ve adam değildir. İslam yolundan çıkmış Arapları doğru ya da yanlış olarak niteleyemeyeceğimiz gibi siyasi karmaşa ortamında Araplarla o dönem savaşan Müslüman olmayan Türkleri de haklı ya da haksız diye vasıflandıramayız. Netice olarak çok şükür İslam Türklere kavuştu ki insanımız ve toplumumuz büyük şereflere mazhar oldu, kalbimiz ve ruhumuz kurtuldu.
4 HALİFE DÖNEMİNDE GÖRÜLEN FİTNE HADİSELERİ;
İslam Aleminde Batıl Mezheplerin Ve Ayrılıkların Başlangıcı; Münafıkların, Müslümanlara verdiği zararlara ve müslümanlarla savaşma taktiklerine güzel bir örnek;
Fitne Hadiselerini Sahabeler Çıkarmadı
Sahabe zamanında cereyan eden hâdiseler mevzu bahis olunca dikkatten kaçan mühim hususlardan biri budur. Bu nokta iyi ve net bilinmezse Sahabeler hakkında yanlış bir kısım kanaatler beslemek, hatalı sözler söylemek mümkündür ve bugün Müslümanlar arasında bu çeşit durumlar, maalesef, fiilen mevcuttur. Halbuki, fitnenin çıkışı ile Ashab’ın hiçbir alâkası yoktur. Ashab dışındaki bir kısım münafıklar hâdiseleri tezgahlayıp tahrik etmişler, Ashabda ister istemez kendini bu vakaların içinde bulmuştur. Şöyle ki: Kısa zamanda, İslam’ın kaydettiği fütuhatlar, kazandığı zaferler sebebiyle, İslam’ın gittiği Mısır, İran, Suriye gibi yerlerde pek çok münafık eski düzenlerinin bozulması sonucu menfaatlerini kaybetmişlerdi. Bunlar Müslümanlara karşı intikam hisleri ile dolu idiler. Ne var ki, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkmak mümkün değildi. Müslüman gözükerek ortalığı karıştırmak daha uygun bir metoddu ve öyle yaptılar. O devirde vukua gelen hâdiselerin çıkışından gelişmesine, tahrikçilerinden karşı koyanlarına ve karşı koyuşta takip ettikleri tarz ve metodlara varıncaya kadar bizim için ibret olabilecek yönleri var. Ashab’ın, hâdiselere alâkası bunlardan biridir. Onların, hâdiselerin çıkışından itibaren pek az hisse sahibi olduklarını, hep gayr-i iradî olarak sürüklendiklerini birkaç meseleye parmak basarak göstermeye çalışacağız: Fitneyi tezgahlayan baş mürettib Abdullah İbnu Sebe kimdir? İslâm tarihinde Hz. Osman’dan bu yana akan kardeş kanlarında asıl hissenin sahibi olan bu adam bir Yahudidir. Onun attığı fitne bugün bile tesirini icra etmektedir. Bir çok eski kaynakta ismi geçen Abdullah bin sebe Hakkında şahsî yorumdan ziyade, büyük alim Taberî’nin (vefatı hicrî 311) sunduğu geniş malumattan bir parçayı aynen sunuyoruz. Der ki: “Abdullah İbnu Sebe, San’alı bir Yahudi idi. Annesi siyah bir kadındı. Abdullah, Hz. Osman’ın hilafeti sırasında Müslüman oldu. Sonra İslâm memleketlerini dolaşarak duyulunca güzel gelen fakat batıl olan fikirlerle halkı bölmeye gayret etti. Bu faaliyetlerine Hicâz’da başladı. Sonra sırayla Basra’ya, Kûfe’ye ve oradan da Şam’a geçti. Fakat Şam ahalisi nezdinde arzularından hiçbirine muvaffak olamadı. Hatta Şamlılar onu Şam’dan sürüp çıkardılar. İbnu Sebe, Şam’dan çıkarılınca Mısır’a geldi. Burada yerleşerek faaliyetlerine devam etti. Ora halkına söyledikleri arasında şu da vardı: “Hz. İsa’nın geri döneceğine inanıp da Hz.Muhammed’in döneceğini reddedenlere şaşmak gerek. Cenab-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de “Herhalde o Kur’ân’ı senin üzerine farz kılan (Allah)seni (tekrar) dönülecek yere döndürecektir” (Kasas 85) buyurmaktadır. Öyle ise, Hz. Muhammed geri gelmeye Hz. İsa’dan daha çok hak sahibidir.”Taberî’den naklimize burada kısa birara vererek hemen şunu belirtelim ki, bu âyet, hicret sırasında nazil olmuştur. Dehhâk’tan gelen rivayete göre, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)Mekke’den Medine’ye müteveccihen hicret ederken el-Cuhfe denen, Mekke’den dört merhalelik mesafede bir mahalle geldiği zaman Mekke’den ayrılışın üzüntüsünü duyar ve Mekke’ye, doğum yerine karşı bir iştiyak duyar. Cenab-ı Hakk Resûlünü teselli için bu ayeti inzal ederek tekrar buraya geleceğini haber verir. Şimdi tekrar Taberî’ den nakle dönüyoruz: “İbnu Sebe’nin bu sözleri kabul gördü. Böylece o, ric’at (tekrar hayata dönüş)inancını Mısır ahalisi arasına sokmuş oldu. Bu mevzuda pek çok münakaşalar oldu. İbnu Sebe başka görüşler sokmaya devam etti. Bu meyanda diyordu ki: “Şimdiye kadar bin kadar peygamber geldi geçti. Her peygamberin bir vasisi vardı. Ali de Hz.Muhammed’in vasisidir.”İbnu Sebe bu görüşünü telkin ettikten sonra şunu ileri sürdü: “Hz.Muhammed Hatemü’l-Enbiya’dır. Ali de Hatemü’l-Esfiya’dır.”İbnu Sebe bunu da telkin ettikten sonra şunu ileri sürdü: “Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm)’ın vasîsine tecavüz ederek ümmetin işini eline alan ve Hz. Peygamber’in vasiyetini yerine getirmeyen kimseden daha zalim kim vardır?” Bu teşvikleri de piyasaya sürdükten sonra (yakınlarına) şöyle dedi: “Hilafeti Osman haksız olarak aldı. Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in vasisi ise meydandadır. Öyle ise ey insanlar bu işin tashihi için kalkın, meseleyi uyandırın. Bu maksatla, umerâyı (idarecileri) kötülemekle işe başlayarak kendinizi emr-ibi’lma’rûfvenehy-iani’lmünkerle (cihatla) meşgul gösterin ki, halkın alâka ve taraftarlığını kazanın ve sonra onları asıl meseleye çağırın…” Bu şekilde yeterli sayıda adam ayarladıktan sonra dâilerini (militanlarını) her tarafa gönderdi. Gittikleri yerlerde emri bil maruf yapıyor görünümü verirken gizlice fesat işlerini yürüten bu ajanlarla sıkı bir yazışma yaptı. Bu şekilde çalışmalarla propagandaları her tarafa ulaştı ve hatta Medine’ye kadar dayandı. (Yapılan propagandalarla başka yerler ahalisi o kadar kargaşa ve huzursuzluk içinde gösterilmişti ki) her bölge halkı (bu haberleri duydukça): “Çok şükür, diğer yerlerdeki belalardan ve keşmekeşlerden azadeyiz, afiyetteyiz” diyorlardı… işte bu şekilde Müslümanlar birbirine düşürülmüş sahabede bu kargaşada arada kalmışlardı. Fakat Allah kitabında gereken uyarıyı yapmıştı;
Hucurat-6 – Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.