20-İSLAM KÖLELİĞİ NEDEN KALDIRMADI?
Yavaş yavaş kaldırma metodu uygulandı, çünkü bir anda kaldırılması mümkün değildi;
Her meselede olduğu gibi, bu hususta da Peygamberimiz tedrici, yani yavaş yavaş benimseterek kabul ettirme prensibine dikkat etmiş, hiçbir sahabisini, kölesini azad etmesi için zorlamamıştır. Çünkü onların bazısı toprak sahibi idi, çalıştırmak için adama ihtiyacı vardı; bir kısmı da yalnızdı, hizmetçi kullanması gerekiyordu.
Esaret müessesesinin bir anda kaldırılması henüz yeni kurulmakta olan İslâm devleti için de büyük güçlükler getirebilirdi. Şöyle ki: Her hususta olduğu gibi dinimizin cihad anlayışı diğer milletlerin savaş anlayışından farklıdır. Dinimizin cihaddan gayesi, zulmetmek, kan dökmek, kuru kuruya beldeler fethetmek değil, Cenab-ı Hakkın ismini duyurmak, İslam’a yöneltilen hücumları önlemek, insanlara dünya ve âhiret saadeti temin etmektir. Bu sebeple düşman da olsa savaşa fiilen iştirak etmedikçe, kadınları, çocukları ve ihtiyarları öldürmek Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Fakat bunları serbest bırakmanın İslâm devleti için bir tehlike olacağı da ortadadır. Çünkü bir kaç yıl sonra nüfusları yeniden artacağından Müslümanlar için bir tehlike teşkil etmeleri mümkündür. Bu durumda bunların esir alınması zaruret haline gelmişti. Bu sayede kan dökülmesi engellenmiştir.
Diğer taraftan, karşı taraf, Müslümanları esir etmekten geri durmuyordu. Dengenin temin edilmesi için Müslümanların da onlardan esir almaları gerekiyordu. Böylece hem karşı taraf kuvvetten düşürülüyor hem de alınan esirlerle Müslüman esirler takas yapılarak Müslümanlar esaretten kurtarılmış oluyordu. Yine esirler fidye karşılığı serbest bırakılmakla İslâmiyet’in yayılması için maddî destek temin ediliyordu.
En önemlisi de kadın ve erkek esirler alınmış, bunlara iyi davranılmış ve bu esirlerin İslam toplumu içinde kaynaşarak Müslüman olmaları sağlanmış, zaten zamanla bunların birçoğu kefaretlerle ya da kendi istekleriyle serbest kalmışlardı, işte birbirini seven insanların oluşturduğu, ayrılık sevdasına düşmeyen büyük İslam toplumları bu sayede oluştu. Peygamberimiz esirlerin kimi zaman ellerini bile bağlatmamıştır, İslam’ı sevmeleri için onlara iyi davranmıştır. Yani evet kölelik vardı, fakat;
1-Köleler, günümüz hizmetçilerinden daha büyük statüye sahipti:
İslam hükmünden önce Kabileler arasındaki çarpışmalar, yağmalar dinmeden aralıksız sürüyordu. Bunun neticesinde düşman tarafın insanları kadın, erkek, çocuk esir alınıyor, kölelik ve cariyelik teşvik ediliyor, genişletiliyordu. Hatta her kabilenin nüfusunun hemen yarısını köle ve cariyeler teşkil ediyordu. Bunlar en zor işlerde çalıştırılıyor, hayvandan aşağı görülüyorlardı. Araplar köleleri hiçbir şekilde hürriyetlerine kavuşturmazlar, azad etmezlerdi. Köleler ömür boyu esir olarak bırakılırlardı.
Günümüzde de insanlar evlerindeki hizmetçilerine, işlerini gören adamlarına (bahçıvan, kapıcı, şoför, güvenlik…),ellerinin altındaki emir erlerine (kamu ya da özel kurumlarda) karşı kendilerini büyük görerek ezici şekilde muamele etmektedirler.
Köle ile efendisi eşittir: Dinimiz, köle ile efendisi arasında eşit hayat ve geçim şartını getirmiştir. Köle olan kişinin ailenin bir ferdi olarak görülmesi, efendi ile kölenin aynı sofrada yemek yemesi tavsiye edilmiştir. Dinimize göre; efendi, kölesine yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Efendi, kölesine eziyette bulunmamalıdır.
Nisa-36- … Ellerinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi) lere de Güzel muamele edin…
İnsan- 8-“…yoksula, yetime ve esire, yemeği seve seve yedirirler.”
Nur-33- “ …Cariyelerinizden iffetli kalmak isteyenler varsa/fuhus yapmak istemiyorlarsa, o zaman onları dünya çıkarı için zinaya zorlamayın. Her kim ki onları zinaya zorlarsa, Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Zorla zina yapan kadını affeder denilmiştir)
Efendimiz (s.a.v.): “İhtiyacınız bitene kadar onlar size hizmet etsin. İhtiyacınız kalmayınca da azad edin” buyuruyordu. Yani günümüzdeki hizmetçilik modeli (karşılıklı fayda sağlama sistemi) oluşturulmaya çalışılmıştı.
Hz. Ali’nin rivayetine göre, “Resulullahın vefatından önce en son sözü: ‘Namaza dikkat edin’ ve ‘Elinizin altında bulunan kölelerinize eziyet etmede Allah’tan korkun’ idi.”
Sahabîlerden birisi gelerek “Ya Resulallah, bir kölenin kaç suçunu bağışlayayım?” diye sordu. Soru üç defa tekrarlandıktan sonra Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Günde yetmiş defa affediniz.”
Bir gün Hz. Ebû Zer kölesiyle birlikte yolda gidiyordu. Kendi sırtındaki elbisesinin aynısı kölesinin sırtında da bulunuyordu. Bu durum diğer Sahabîlerin dikkatini çekti. Ebû Zer’e şöyle dediler:”Kölenin sırtındaki elbiseyi alsan, kendininkine eklesen içli dışlı güzel bir elbise olurdu, ona da başka bir giyecek verirdin.” Bunun üzerine Hz. Ebû Zer onlara Resulullahtan işittiği bir hadisi hatırlattı. Peygamberimiz şöyle buyuruyordu:”Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin hizmetinize vermiştir. Kimin kardeşi elinin altında ise, ona kendi yediğinden yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin.”Gücünün yetmeyeceği bir şeyi ona yüklemesin. Eğer yüklerse ona yardımcı olsun.”
Daha önce köleler efendilerine “sahibim” manasında “rabbi” veya “rabbeti” derler, efendiler de kölelerine “kölem ve cariyem” diye hitap ederlerdi. Bu durumu hoş görmeyen Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sahipleri kölelerine ‘oğlum, kızım’ desin, köleler de efendilerine ‘seyyidi’ (efendim) desin. Siz hepiniz kulsunuz, Rab ise ancak Allah’tır.”diyerek efendinin, kölesinin izzet-i nefsini rencide edecek şekilde çağırması bu şekilde yasaklanmıştır.
Yine köle ve cariyeler umumiyetle eğitim ve öğretimden mahrum kimseler olduklarından onların cahil bırakılmayıp, okutulması ve yetiştirilmesi efendinin vazifeleri arasındadır. Mekteplerde muallimlerin köle hür hiçbir çocuğa ayırım yapmaması, hepsine eşit muamelede bulunması emredilmiştir.
Mahkeme hakkı: Köle haksız muameleye maruz kalırsa kadıya çıkabilir. Efendi köleye dilediği muameleyi yapamaz.
Efendimiz (s.a.v.): “Kim kölesine tokat atar veya döverse bunun kefareti onu âzad etmesidir.”buyuruyordu. (hadisi şerif)
Semüre (r.a.)anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtuvesselâm) buyurdular ki: “Kim kölesini öldürürse, biz de onu öldürürüz. Kim de kölesini (burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız.” [Ebu Davud, Diyat 7,(4515 , 4516, 4517, 4518); Tirmizî, Diyat 18, (1414); Nesâî, Kasâme 9, (8,21).] Nesâî’nin rivayetinde şu ziyade var: “Kim kölesini iğdiş ederse, biz de onu iğdiş ederiz.”
Kuranın ifadesinde köleye karşılık hürün öldürülmeyeceği şeklinde bir beyan yoktur. Yani İslam hukukunda kölesini öldüren efendi kısas yapılarak öldürülür. Sadece maliki ve şafi fıkıhçılara göre köle karşılığında hür, zımmi (gayri müslim) karşılığında Müslüman öldürülmez.
Görüldüğü gibi, kölesini azat etmeyen kimselerin bu şartlarda köle tutması ve beslemesi ağır bir mes’uliyet getirmektedir. Ahmed Cevdet Paşa, efendinin, mükellef olduğu vazifeleri yerine getirerek köle tutabilmesinin zorluğunu şu veciz cümle ile ifade eder: “Müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır.”
Evet. İslâmiyet’in kölelik meselesini ıslâh ettiği, hukuk sisteminde ona geniş bir yer vererek hakkını müdafaa ettiği düşünülünce, bu hususta ne kadar büyük bir inkılâp gerçekleştirdiği görülmüş olur.
Tarihin her devrinde insanlık dışı işlerde kullanılan zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, ancak İslâmiyet sayesinde rahat bir nefes alabilmişlerdir. Dinimiz kölelik müessesesini vahşi ve iptidaî suretten çıkarıp, insanî bir hayata kavuşturmuştur. Köleye birçok hak verilmiş ve bunlar devletin himayesi altına alınmıştır.
Kölelik statüsüne İslam’ın getirdiği bu iyileşme, tarihte; kölelerin İslam dışı memleketlerden İslam beldesine kaçmasına sebep olmuştur.
Cariyeler: Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar “cariye” olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azat edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıp satılırlardı. Artık o andan itibaren “cariye” ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan “efendi” onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan cinsi yönden istifade edebilirdi. Bu durum her ne kadar ilk anda garip karşılanacak olsa da, tarihî şartları içinde bu gayet normal ve tabii karşılanırdı. Zâten ayrıca bu hususta Kurân’ın verdiği bir ruhsat da mevcuttur.
Mü’minûn- 5-6– O mü’minler ki, ırzlarını korurlar; ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Bunlarla olan münasebetlerinden dolayı kınanmazlar.
Efendinin, cariyesinden cinsî yönden istifade etmesinin, cariyenin hesabına iki mühim hikmet ve faydası vardır. Birincisi ve en mühimi, esir düşen ve sahipsiz kalan bu kadınların bu vesile ile ihmal edilmeleri önlenmiş olur. Çünkü, aksi takdirde, cariyelerin fuhşa düşmeleri, zinaya girmeleri ihtimali kaçınılmazdır. Bunun yanında, efendisinin evine de bağlı kalmış olur. Diğer bir faydası, cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde “çocuğun annesi” mânâsına gelen “ümmü’l-veled“ sayılmaktadır. Cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. Çocuğun doğumu ile annesi de, efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır.
Cariyenin kocası esirler arasında ise, eşlerin nikâhları devam edeceğinden, efendinin bu cariye ile münasebette bulunması caiz değildir. Hattâ erkek başka birisinin, kadın da bir başkasının yanında köle ise, yine efendi, yanında bulunan bu kadın köleden cinsî yönden faydalanamaz. Bu meselelerle birlikte, Kurân-ı Kerim, erkek ve kadın kölelerin birbirleriyle evlendirilmesini de teşvik etmiştir.
Nur- 32 – İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden evlenmeye müsait olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah’ın lütfu geniştir. Her şeyi hakkıyla bilir
Görüldüğü gibi İslam kölelere ayrı bir değer vermiş, aile kurmalarını, haklarını, menfaatlerini temin etmiş, insanca yaşamalarını sağlamıştır.
Cariye ev hanımıyla eşittir:
Nisa- 25 – Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, ellerinizin altında olan mümin cariyelerle evlenebilirler. Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız. Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın. Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin. Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
Her vesile ile kölenin hürriyetine kavuşturulmasını tavsiye eden dinimiz, cariyenin de nikahlanarak ev hanımı yapılmasını teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bu hususu şöyle ifade ederler:“Sizden cariyesi olan biriniz onu en güzel bir şekilde terbiye eder, yetiştirir de sonra azat edip onunla evlenirse, onun için iki sevap vardır.”
İslam fıkhında bu konuyla ilgili önemli bir kavram da “Teserri” kavramıdır. Teserri; elde edilen bir cariyeyi eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir.
İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahip olmakla gerçekleşmez. Nikah akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir. Hanefî Mezhebi’ne göre teserrinin gerçekleşmesi için: Normal hür kadınlardan olan eşlerine ayırdığı gibi, tesri (birlikte olmak) istediği cariyesi için de hususî bir mesken ve diğer eşlerine ayırdığı gibi zaman ayırması gerekir. Ebu Yusuf’a göre ondan bir çocuk edinme arzusu da şarttır. Bu iki şart Şafii mezhebinde geçerlidir.
Bu açıklamalar göz önüne alınırsa, İslâmın köle ve cariyeleri ne kadar himaye ettiği, onların haklarını koruduğu açıkça görülecektir. Cariye sadece “kadınlığından” istifade edilen bir insan olarak görülmemektedir. O aynı zamanda evin bir ferdi, ailenin bir parçasıdır. Ailenin, hanımından sonra evin en sorumlu kadınıdır.
2-İslam’ın getirdiği uygulamalar sayesinde kölelik günümüzde sona ermiştir:
Ramazan orucunu bozan, yanlışlıkla adam öldüren, yeminini bozan kimseler bu hatalarının affı için keffaret öderler. İşte bu keffaretlerin başında köle ve cariye azat etmek ilk sırayı almaktadır. Bu hususta birçok âyet-i kerime mevcuttur. Nitekim Hicretin 200 senesinden sonra hemen hemen cariyelik ve kölelik kalmamıştır. çünkü köleleri azad etme ile alakalı çok teşvik edici hadisler varid olmuştur.
Beled- 11 –Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. Böyle yaparak verilen nimetlerin şükrünü eda etmedi.12 – Sarp yokuş, bilir misin nedir?13 – Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır. 14 – Kıtlık zamanında yemek yedirmektir…. İşte hesap defterleri sağ ellerine verilecek olanlar bunlardır…
Muhammed- 4 –İmdi kâfirlerle savaşta karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun! Nihayet onları iyice mağlub edince, bağı sıkı tutun, onları esir alın. Savaş bitince onları ister bir lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız.
Nisa- 92 – Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak yanlışlıkla olursa başka. Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse, mümin bir esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka. Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mümin olmakla birlikte, size düşman bir topluluktan ise, öldürenin mümin bir köle âzad etmesi gerekir…
Maide- 89 – Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz, ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeşidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır…
Tevbe- 60 – Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara,…
Mucadile- 3 – Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Bakara-177 –Takvâ, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir.Lâkin takvâ Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, Sevdiği malını Allah’ı hoşnud etmek için Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,…
Özgürlük isteyen köle serbest: Hadis ve fıkıh kitaplarımızda “Itk” yani “köle azadı” başlığı altında bu hakların izah edildiği bir bölüm mevcuttur. Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da “mukâteb”liktir. Bu da, efendisi tarafından bir kıymet takdir olunarak, kölenin bu parayı kazanıp ödemesi yoluyla azat olmasıdır. Kuran’da mukatebe ile ilgili emir vardır;
Nur- 33 –Evlenme imkânı bulamayanlar ise, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar. Eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız. Allah’ın size ihsan ettiği maldan siz de onlara veriniz. Mecburî hizmet bedellerini ödemelerine yardım ediniz.
Musa İbnu Enes İbn-i Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Sîrîn, Hz. Enes’e mükâtebe yapma talebinde bulundu. Hz. Enes çok zengindi, mükâtebe yapmayı reddetti. Sîrîn Hz. Ömer’e başvurdu. Hz. Ömer, Enes (r.a.)’yı çağırarak: “Sîrîn’le mükâtebe yap!” emretti. Hz. Enes yine kabul etmedi. Hz. Ömer, çubuğuyla Enes’e vurdu. Ve şu âyeti okudu: “Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek (mukâtebe yapmak) isteyenlerin, -onlardan bir iyilik görürseniz- bedel vermesini kabul edin” (Nur 33). Bunun üzerine Hz. Enes mükâtebe yaptı.” [Buhârî, Mükâteb 1.]
Ayrıca Müslümanların verecekleri en sevaplı sadakaların böyle bir köleye hürriyetine kavuşması için verilen sadaka olduğu belirtilmiştir. İşte, Peygamberimizin insanlığa getirdiği en büyük değişikliklerden birisi de Allah’ın hür olarak yarattığı kimselerin köle olarak bırakılmalarını hoş görmemesidir. Ashabını bu konuda teşvik etmiş, bilhassa Müslüman olan kölelerin bir an önce azad edilmeleri için başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere zengin Sahabîleri teşvik etmiştir: “Bir kimse mü’min bir köle azad ederse, Allah o kölenin her azası karşılığında kendisinin bir azasını cehennemden azad eder” buyurarak peşin mükâfatı müjdelemiştir.
Peygamberimiz kölelikten kurtulmuş insanları kendi hallerine bırakmaz, onları himaye eder, ticaret yapmak isteyenlere sermaye temin eder, iş kurmalarını sağlardı. Bazılarını da önemli görevlere getirirdi. Bilâl-i Habeşî’ye müezzinlik vazifesi vermiş, Zeyd bin Harise’yi İslam orduları komutanlığına getirmiş, Ebû Rafi ve Hz. Sevban’ı kendi yanına alarak bizzat himaye etmişti.
İslam tarihi, dinin getirdiği bu ıslah sayesinde kölelikten yetişen nice sultanlar, vezirler, valiler, askeri komutan ve fatihler tanır. Hele âlim o kadar çok ki… Daha ilk asırda, Sahâbe ve Tâbiîn devrinde ilim hayatı köle asıllıların eline geçmiş durumdadır. Bir rivayeti buraya kaydedeceğiz. Zührî anlatıyor: “Abdülmelik İbnu Mervân’ın huzuruna çıkmıştım. Bana: “Ey Zührî nereden geliyorsun?” diye sordu. Ben:
“Mekke’den geliyorum” deyince, aramızda şu konuşma geçti: “Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı?” Atâ İbnu Ebî Rabâh.” “Arap asıllı mı, mevâli mi?” (Mevâli, âzadlı köle demektir.) “Mevâlîdendir.” “Pekâla Mekkelilere ne ile hükmeder?” “Diyânet ve rivayetle” (Hz. Peygamber’in sünneti ile.) “Diyanet ve rivayet ehli irşad etmeye layıktır. Yemen ehline kim mürşidlik ediyor?” “Tâvus İbnu Keysân.” “Arap asıllı mı, mevâlîden mi?” “Mevâlidendir.” “Pekâla onlara ne ile hükmedecek?” “Atâ’nın hükmettiği ile (yani Diyanet ve Rivayetle).” “Şam ahalisine kim mürşidlik ediyor?” “Mekhul.” “Arap asıllı mı, mevâlîden mi?” “Mevâlidendir. Huzeyl kabilesine mensup bir kadın tarafından âzad edilmiş. (Sudan asıllı) Nûbî bir köledir.” “Cezîre ahalisine kim mürşidlik ediyor?” “Meymun İbnu Mihrân.” “Arap asıllı mı, mevâlîden mi?” “Mevâlîdendir.” “Horasan ahalisine kim mürşidlik ediyor?” “Dahhâk İbnu Müzâhim.” “Arap asıllı mı, mevâliden mi?” “Mevâlîden.” “Basra ahalisine kim mürşidlik ediyor?” “el-Hasan İbnu Ebî’l-Hasan (Hasan
Basrî) Hazretleri.” “Arap asıllı mı mevâliden mi?” “Mevâlîden.” “Helâk olasıca, Kûfe’ye kim mürşidlik ediyor?” “İbrahim en-Nehâî.””Arap asıllı mı, mevâlîden mi?” “Bu Arap asıllıdır.” “Ey helâk olasıca Zührî, beni biraz ferahlattın. Allah’a kasem olsun, mevâlî, Araplar üzerine efendi olmuş bulunuyor. Araplar minberin dibinde
otursunda mevâli üstüne çıkıp bunlara hutbe okusun ha (olacak şey değil)!” “Ey mü’minlerin emîri, bu Allah’ın takdiridir. O’nun dinini kim tatbik eder korursa, efendi olur, kim de tatbik etmez, elden kaçırırsa zelil olur!”
Köleliği kaldırma çalışmaları:
Başta Hz. Peygamber olmak üzere, on yıl gibi kısa bir sürede Medine’de kurulan Adalet Devleti’nin insanlığı kölelik kurumundan kurtarmayı amaçladığını, bunun bilfiil adımlarını attığını, operasyonlarını başlattığını İslam’ın büyük yenilikçisi Hz. Ömer görmüştür ve gereğini yapmaktan çekinmemiştir.
Hz. Ömer “Hiçbir Arap köle yapılamaz” diyerek, ordunun (Emevi aşiretlerinin) savaşlarda esir alıp köle yaptığı insanları özgür bırakmıştır; fakat bunu genele yayamamıştır. Çünkü karşısında direnen geniş bir kabile, rant ve ganimet bloğu vardı; dahası silahlı kuvvetler onların elindeydi.
1-Mısır’ın fethi sırasında kendileriyle çarpışan birkaç köy halkı ceza olarak köle diye satılıp Arabistan’ın her tarafına dağıtıldığı zaman, Hz. Ömer bunları toplayarak Mısır’a geri göndermiş ve valiye yazdığı mektupta onların köle yapılmasının doğru olmayacağını bildirmiştir. İbni Haldun’un (öl. 1408) talebesi olan el-Makrizi (öl. 1442) el-Hıtat adlı eserinde hadiseyi etraflıca anlatır ve köylerin tek tek isimlerini verir. 2-Menazir adlı şehrin fethinden sonra, ordunun savaş esirlerini ele geçirip köle edinmesine rağmen Hz. Ömer, bunları serbest bırakmış ve bunlara arazi vergisi ile cizye tahakkuk ettirilmesini emretmişti. Keza hiçbir çiftçi ve zanaatkarın köle yapılmamasına dair Musa el-Eş’ari’ye mektup göndermişti. 3-Yine çocuk doğuran köle bir kızın, hala köle olarak alınıp satılmasını yasakladı. 4-Efendisi ile antlaşma yaparak, belirli bir miktar karşılığı serbest kalmak isteyen kölenin bu talebini dikkate alma mecburiyeti getirdi. Halbuki, abdest alırken kölesi suyunu, cariyesi havlusunu tutan bir çok fakih bunun mecburi olmadığını söylüyordu. 5-Yine Hz. Ömer, Pers imparatorluğundan kalma devşirme sistemini de kaldırdı. Babanın oğlundan, ananın kızından daha küçükken esir alınarak veya köle yapılarak ayrılmasına, aileleri ile bağının kopartılmasına karşı çıkarak, böyle bir uygulamaya yasak getirdi.
3-Kuran’da kölelerle ilgili yaptırımlar vardır fakat köleliği kesinlikle haram kılan ayet yoktur, çünkü insanların emrinde insan çalıştırması her zaman olacaktır:
Kuran’da köleliğin kesinlikle kaldırılmasıyla ilgili bir hüküm yoktur, kölelerle ilişkileri düzenleyen hükümler vardır. Çünkü bir insanın bir insana hizmet etmesi kavramı dünya var olduğundan beri vardır ve var olmaya da devam edecektir. Bu açıdan baktığımızda köleliğin günümüzün hizmetçilerine, emir erlerine tekabül ettiği görülür. Onlara iyi davranmak, ihtiyaçlarını karşılamak emredilmiştir.
Sonuç: 1-Azalması hatta olmaması için İslam çeşitli yaptırımlar uyguladı. 2-Köle sahibi olmayı kölelerle ilgilenmeyi zor hale getirdi. 3-Köleye sahip olsalar bile kölelere hürler kadar günümüzdeki hizmetçilerden daha geniş haklar verildi. 4-tamamen kaldırılmadı çünkü bir insanın bir insana hizmet etmesi kıyamete kadar var olacaktı. Kuran, emrimiz altındakilere nasıl davranmamız gerektiğini bildirmiştir.
Tüm bu analizler bize köleliğin İslam’da var olduğunu ama sadece ismen var olduğunu, köle sahibi olmayı köle olmak kadar zorlaştırdığını gösteriyor.
Neticede kölelik ve cariyelik İslam’ın getirmediği, ama önce ıslah ettiği ve zamanla tamamen kalkmasını hedeflediği bir statü idi; dünya milletlerinin 1.ve 2. Dünya savaşlarında Afrika milletlerini köleleştirip (milyonlarca kölenin hayvanlara uygulanmayan muamelelerle öldürülmesinden) sonra bundan vazgeçmeleri, en sonunda da bugün en medeni ülke(!) ABD’nin zorla köleliği kaldırmasıyla aynı noktaya gelmeleri sonucunda geri dönüşsüz olarak tarihe karıştı.
Kaynaklar: Teserri: (el-Bedai’, 8/344-45-şamile). (Muğni’l-Muhtac, 20/316; Nihayetu’l-muhtac, 29/343-şamile) .(Fetâvây-i Hindiyye (yazma) 611/45 Müslim, hayz 16, Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124)
Dünyanın Kara Kutusu Belgeselinde hiç duymadığınız çarpıcı gerçeklerle büyük resmi daha iyi göreceksiniz;