16-İslam’da dinden dönen (mürted) neden öldürülür?

Dinden dönme, hak dini terk etme. Terim olarak bir Müslüman’ın İslâm dinini terk etmesine veya başka bir dine dönmesine irtidad veya ridde denir. İrtidad eden kimseye de mürted (dinden dönen) adı verilir.

Hadisler de şöyle buyurulur: “Kim dininden dönerse, onu öldürün” (Buhârî, Cihad, 148; İ’tisâm, 28) İrtidad edenin öldürüleceğine dair hüküm Hanefîler’e göre, yalnız erkekleri kapsamına alır. İrtidad edene, İslâm dini arz edilerek tövbe etmesi istenir. Bu müstehaptır. Kendisine daha önce İslâm daveti ulaştığı için, bu çağrı farz değildir. O, yeniden İslâm’a dönerse problem bitmiş olur. Eğer küfürde ısrar eder, devlet başkanı tövbe ümidi görürse veya mürted, süre istemiş bulunursa; kendisine üç gün süre verilir. Eğer devlet başkanı tövbe ümidi görmez ve mürted de bir süre talebinde bulunmamış olursa, derhal öldürülür. Bu konuya delil olarak Hz. Ömer’in uygulaması gösterilir. İslâm ordusunda irtidad edip, derhal öldürülen bir adamın durumu Hz. Ömer’e haber verilince şöyle demiştir: “Onu bir yerde üç gün hapsetmeniz her gün bir ekmek vermeniz ve tövbeye davet etmeniz gerekmez miydi? Umulur ki o, tövbe eder ve Allah’a dönerdi. Ey Allah’ım! Ben bu olayda hazır bulunmadım. Emir vermedim. Haber bana ulaştığı zaman rıza da göstermedim” (el-Kâsânı, Bedâyîu’s-Sanâyi Beyrut 1402/1982, VII, 134, 135).

Dinden dönen kadının öldürülmesi caiz değildir. Fakat kadın yeniden İslâm’a girmeye zorlanır. Zorlama şöyle olur: Hapsedilir ve her gün çıkarılarak tövbe etmesi istenir. İslâm’a dönerse serbest bırakılır. Aksi halde ölünceye kadar hapiste kalır. Öldürülmeme konusunda delil şu hadistir: “Kadın ve çocukları öldürmeyin” (Ebfi Dâvud, Cihâd, 90) İmam Şâfiî’ye göre, mürted kadın da erkek gibi öldürülür. Delil: “Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz” (Buhâri, Cihâd, 149; İ’tisam, 28)

Peygamberimizin “dinden döneni öldürün” demesindeki maksat sadece inancını değiştireni değil de, dininden dönüp milli birliğe isyan edeni (çoğunluğa zarar vereni) öldürün manasındadır. Çünkü hem akıl, mantık, Kuran’a ve İslam’ın genel hükümlerine uyan budur, hem de eldeki deliller bunu göstermektedir. Çünkü;

1-İslam’da İslam’dan dönene dünyada yaptırım yok, inanç Allah’a ve ahirete kalmış;

Dinde inançta zorlama yoktur. Çünkü zorlamak insanın iradesini yok eder. İnsan gönülden inanmayınca gerçekten iman etmiş olmaz. Zaten inanç konusunda insanları zorlayacak biri olsaydı o Allah olurdu. Ama Allah zorla itaat değil gönülden itaat ve sevgi istemiştir, o nedenle inanç konusunda insanları özgür bırakmıştır.

Yûnus- 99- Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı, o halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?”

Bakara-256- Dinde zorlama yoktur. Artık hak batıldan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse, şüphesiz ki o, kopmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir”

Kaf-45 –Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onları kuvvet kullanarak imana getirecek bir zorba değilsin. Sen sadece uyaran bir elçisin.Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir.

İman sahibi olduktan sonra İslâm’ı terk edenlerin ahirette karşılaşacakları tehlikeleri haber veren pek çok âyet vardır:

Bakara- 217- Sizden, kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır”

Âli İmrân- 86-91- İman ettikten, Peygamber’in hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir kavmi, Allah nasıl hidâyete erdirir? Allah zalim kavmi hidayete erdirmez İste bunların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır O lânet içinde ebedî olarak kalacaklardır Onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine rahmet nazarıyla bakılmaz Ancak bundan sonra tevbe edip ıslâh olanlar müstesnadır…

Neticede İslam’dan çıkanlarla ilgili yaptırımlar Allah’ın ahirette uygulayacağı hükümlerdir, zaten dinde zorlama yoktur, İslam zorla yayılmadı, bir düşünceyi zorla benimsetemezsiniz, inancın gönül rızasıyla benimsenmesi lazımdır. Allah kendisini göstermeyerek ve insanlara irade özelliği vererek(zorla değil) gönülden kendisine inanılmasını istemiştir.

Eğer Müslümanlar dinden dönene; sırf inancı yüzünden bu öldürme, psikolojik ya da fiziksel işkence etme hükmünü uygularlarsa bakara-191 ayetine tamamen zıt davranmış olurlar.

Bakara-191-…Dinden döndürmek için işkence yapmak, adam öldürmekten beterdir….

2-Efendimizin mürted diye öldürttükleri isyancıydı, devlete düşmandı, vatan hainiydi. Çünkü ülkede din birliği mevcuttu, dine isyan devlete isyan demekti

Peygamberimizin kurduğu ve ardından gelenlerin devam ettirdiği devlet din birliği esasına, dini yönetime dayanıyordu. Bugünkü gibi ırk birliğine bağlı devlet değildi, zaten olması gereken de oydu. Hayvanlar gibi dış benzerliğe (kaş,göz renk benzerliğine) dayalı birliktelik değil, din benzerliğine; yani duygu ve düşünce birliği olması devlet için daha elzemdir. (Bakınız: Din afyon mudur?)

Dini birliğini esas alan bir devlette “Ben İslam’dan çıktım, siz de çıkın” diye çıkış yapmak düpedüz isyan etmek demektir, bu durum duygu düşünce birliğini bozup zedeleyecek bir durumdur. Ülke ve vatandaşların menfaatini tehlikeye atar. Nitekim o dönemde yaşanan hadiselerde bunu desteklemektedir.

Peygamberimizin ve 4 halifenin icraatleri;

Peygamber Efendimiz Mekke’nin fethi günü İslam’a düşman olan kimseye dokunmamış, sadece Abdullah İbnü Sa’d’ın öldürülmesini emretmiştir. Çünkü Abdullah İbnü Sa’d Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e (vahiy) yazıyordu. Fakat sonra İslam’dan döndü ve kâfirlere katıldı. Yani Müslümanlara ihanet etti.Mekke’nin fethi günü Abdullah İbnü Sa’d Hz. Osman’ın yanına sığındı, Hz. Osman’da O’nu getirip Hz. Nebînin huzûrunda durdurdu ve  “yâ Resûlallâh!.. Abdullâh ile beyatleş”, dedi. Bunun üzerine (Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem) başını kaldırıp ona üç kere baktı. Her defasında (bey’atleşmekten) geri durdu ve üçüncü def’asından sonra onunla bey’atleşti. Sonra da Ashâbına dönerek şöyle dedi: Aranızda elimi onunla bey’at etmekten geri çektiğimi gördüğünde buna kalkıp onu öldürecek reşîd bir adam yok muydu? (Yâ Resulallâh!..) senin içinde ne düşündüğünü bilmiyoruz, gözünle bize işâret etseydin ya, dediler. (O da) bir Nebiye hâin gözlü olmak yaraşmaz, buyurdu.)

Burada görüldüğü gibi Abdullah Bin Sad Müslümanlara ihanet etmiş, vahiy katibi iken İslam’dan çıkmış düşman saflarına katılmıştır.

Hz. Peygamber, Ümmü Mervan; Hz. Ebubekir de Ümmü Firka adlı mürted kadınları öldürtmüşlerdir. “Öldürülen mürted kadınlar Müslümanlarla savaşmakta idiler. Bunlardan Ümmü Mervan savaşıyor ve başkalarını da savaşmaya teşvik ediyordu. Sözü dinlenen biri idi. Ümmü Firka ise otuz çocuk sahibi idi. Bunları Müslümanlara karşı savaşa teşvik ediyordu. Dolayısıyla öldürülmesi, diğer savaşanların gücünü kırmaktaydı. Bu iki kadın görüldüğü gibi terörist ve isyancıydılar. Nitekim isyancılar bütün ülkelerde idamla yargılanır.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğinin ilk günlerinde dinden dönme olayları görüldü. Ebû Bekr (r.a)’in onlara savaş açarak kararlı tutumuyla İslâm’ın bütünlüğü korunmuş oldu. Ebû Hureyre’den şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah vefat edip de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan bazıları dinden döndüğü zaman Hz. Ömer, Ebû Bekir’e şöyle dedi: Allah Resulu; “İnsanlar, Allah’tan başka ilâh yoktur, deyinceye kadar onlarla savaşmakla(çalışmakla, anlatıp uğraşmakla) emrolundum. Kim, Allah’tan başka ilâh yoktur, derse, malını ve canını benden korumuş olur. Ancak İslâm’ın hakkı müstesnadır. Onun asıl hesabı ise Allah’a kalmıştır” buyurduğu halde, nasıl olur da sen insanlarla savaşırsın? Ebû Bekir şöyle cevap verdi: Allah’a yemin ederim ki namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşacağım. Çünkü zekât malî bir haktır. Allah’a yemin ederim ki, Resulullah’a vermiş oldukları bir deve yularını bile bana vermezlerse, onlarla savaşırım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Azîz ve Celîl olan Allah Ebû Bekir’in gönlünü savaş için genişletmiş ve yine anladım ki, onun görüşü doğrudur”. Hz. Ebû Bekir’in zekât vermeyenlerle savaşa karar vermesinin delili, Hz. Peygamber’in şu uygulamasıdır. Allah Resulu, Eşca’ kabilesinden birisinin zekâtını alması için bir memur göndermiş, vermeyince, ikinci defa göndermiş, üçüncüde yine vermezse boynunu vurmasını söylemiştir. Namazla zekâtı birbirinden ayıranlar: Bunlar namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat zekâtı tanımıyorlardı. İçlerinde kabile reisinden korkarak zekât vermeyenler de vardı. Meselâ; Benû Yerbu’ kabilesi kendi arasında zekâtı toplamış, Hz. Ebû Bekir’e göndermek üzere iken Mâlik b. Nuveyre bunu duymuş ve toplanan zekâta el koyarak kabileye dağıtmıştır. Bazıları da; “onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin bir zekât al” (Tevbe, 9/103) ayetini yalnız Hz. Peygamber’le ilgili görüyor Hz. Peygamber sonrasında zekat verilmez zannediyor ve zekât vermek istemiyordu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde “ridde savaşları” diye bilinen savaşlar, hele zekât gibi o dönemde devlete verilen bir vergiye itiraz edenlere karşı uygulandığı göz önüne alınınca, bunların isyankâr oldukları, meşrû İslâm devletine karşı ayaklandığı, düzen bozucu, düzen yıkıcı, düzene karşı savaşçı konumunda oldukları ve bunun cezası olarak kendileriyle savaşıldığı şeklinde değerlendirilmelidir. Hz. Ebû Bekr’in mürtedlere ve zekât vermeyenlere karşı savaş açması, tamamen devletin düzenini yıkma girişimlerine karşı verilmiş bir savaştır.

Museylimetü’l-Kezzâb ile el-Esvedü’l Ansî’ye uyanlar. Hz.Ebû Bekir (r.a) bu yalancı peygamberlerle savaşmış, Müseylime’yi Yemâme’de, el-Ansî’yi ise San’a’da öldürtmüştür. Onlara uyanların çoğu da öldürülmüş, kalanlar ise kaçmış ve dağılmıştır. Bunlarda görüldüğü gibi bütünlüğe zarar veren, menfaatleri uğruna ülkeyi bölmeye ve kaos oluşturmaya çalışan isyancı gruplardı ve idamları hak idi.

Osmanlı’da Sabetay Sevi isimli Yahudi Mesihliğini ilan edip Yahudileri Osmanlı ya isyan etmeye çağırdı. Yakalanarak yargılandı ve Mesihliğini ispat etmesi aksi taktirde Müslüman olması yoksa öldürüleceği söylendi. Sabetay Sevi Müslüman olduğunu söyledi ve aziz Mehmet adını alarak devlet görevlisi yapıldı.

Hadis-i şerif: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah’ın Resülü olduğuma şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı şu üç sebepten başka bir sebeple helal olmaz: `Muhsan’ olan kimsenin zina etmesi, cana karşılık (kısasen) olmaksızın adam öldürmek ve dini terk etmek, İslam toplumundan ayrılmak.”

Nasıl ki zina itiraf edilirse ve alenen işlenirse cezalandırılır dinden dönmekte alenen isyan edilirse kişi dine devlete düşman olursa cezalandırılır.(bakınız recm konusu)

Hz. Aişe ise aynı konuda şu hadisi rivayet etmiştir: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun resülü olduğuna şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı şu üç sebepten başka bir sebeple helal olmaz: (a) Muhsan olduktan sonra zina etmek. Bu işi yapan recmedilir. (b) Allah’a ve Resülüne karşı savaş açmak. Bu işi yapan öldürülür, yahut asılır, yahut sürgün edilir. (c) Adam öldürmek. Öldüren kimse, öldürdüğü kimseye karşılık öldürülür.

İrtidadın ölüm cezasını gerektiren bir suça dönüşmesi için mürtedin savaşan kimse olmasını şart koşmak gerekmektedir. Şu halde bu iki hadis birlikte değerlendirildiği zaman mutlak olarak irtidadın, ölümü gerektiren bir suç oluşturmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” hadisini de bu bakış açısı ile değerlendirmek gerekir. Yani ;”Kim irtidat eder de savaşır, can alır yahut ülke bütünlüğüne zarar verirse onu öldürün”, şeklinde anlamalıdır. Buna göre, eş-Şafiî ve onun görüşünde olanların dediği gibi hadisin hükmü genel ve mutlak değil, kayıtlıdır. Fakat buradaki kayıt Hanefilerle onların görüşünde olanların öne sürdüğü gibi “erkek olmak, kadın olmamak” değil, “savaşır olmak, can almak” tır. Hadisin mutlak hüküm ifade edecek biçimde söylenmiş olması, Hz. Peygamber zamanında irtidat edenlerin öldürülmesi, Müslümanları terk ederek düşman tarafa iltihak etmeleri, ya da isyana kalkışmaları sebebi iledir.

İmam Hanefi ve Şafi nin hükümleri evet doğrudur, bizim onların hükümlerine laf söylemeye seviyemiz yetmez, ama anlaşılan mana eksiktir. Yani hüküm sadece erkek ya da kadın olmasıyla ya da sadece dinden çıkmasıyla ilgili değildir.

Kehf-29- De ki: Rabbinizden size hak (gerçek) gelmiştir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin.

Büyük resmi görmek için izleyiniz; 


Dünyanın Kara Kutusu Belgeselinde hiç duymadığınız çarpıcı gerçeklerle büyük resmi daha iyi göreceksiniz;

Genel Kaynaklar:
(Elmalılı Hamdi Yazır- Hak Dini Kuran Dili Tefsiri 10 Cilt)
(Kütübü sitte- Hadis Ansiklopedisi- Prof. Dr. İbrahim Canan 18 Cilt)
(Risalei Nur Külliyatı- Bediüzzaman Said Nursi)
Konu Kaynakları:
(Ebû Dâvud, Zekât, l). . (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, Ankara 1984, V, 21). (Sünen-i Ebû Dâvud Terceme ve Şerhi, N. Yeniel-H. Kayapınar- N. Akdeniz, İstanbul 1988, VI, 93).

Scroll to Top